Dr. Muzaffer İkbal* / TIMETURK
Pakistan, demokratik uçuruma sürüklenmenin arkasından gelen sıkıyönetimli, ben-merkezli, ordu idarelerinin garip tarihine sahiptir. Bir kez daha, tıpkı kaptansız bir gemi gibi, bir sürüklenmenin daha ortasındadır. Tarihi zorunluluğa boyun eğersek, bir sonraki askeri darbe uzak olmamalıdır. Bu bir kehanet değil, sadece şu an yaşanan ve belki de özgün liderliğin efsanevi huma kuşu kadar nadir olduğu bu şansız ulusun siyasi tarihindeki en büyük dönüm noktası olan bu sözüm-ona demokratik deneyin olası bir sonucudur.
Ülkenin gittiği yeri söylemek için kâhinlere ihtiyaç yoktur. Sürüklenme, hâlihazırda parçalanmış siyasette el değmemiş hiçbir şey bırakmayacak aşikâr bir karmaşaya doğrudur. Baştaki partinin ülkeyi bu duruma nasıl soktuğu anlaşılabilir ancak gayri resmi yanında resmi muhalefetin acizliğini anlamak zordur. Daha somut kavramlarla açıklayacak olursak, tüm ülke, “muhalefetin” tüm spektrumunun köpüklü ağızlarından dökülen süslü sözlerden ibarettir.
Her ABD insansız-hava saldırısıyla köpükler çoğalıyor. Her yargısız cinayet, hükümet dışındakilerin boş lakırdılarına ekleniyor. Bir ay önceki İmran Han’ın oturma-eylemini hatırlayın. Hükümete bir ay süre vermişti ve insansız-hava saldırıları durmazsa İslamabad’a yürüyeceğine yemin etmişti. Sonra sahneden kayboluverdi. Cemaati İslami liderliğinden yapılan açıklamalara bakın. Her zaman bir sonraki insansız-hava saldırısı diyorlar. Resmi “muhalefet”ten umudu olanlar, Nevaz Şerif’in Abbottabad olayını araştırmak için Komisyon kurulmasına dair 3-günlük ültimatomunun başına gelenlere baksın. Aslında Nevaz Şerif’in aciz bir adam, dişsiz bir aslan olduğunu görmemek için aptal olmak gerekir. Yine de tüm bunlar sadece tarihteki detaylardır. Pakistan’ın gerçek ikilemi, bireylerin başarısızlığından çok daha ciddidir. Asıl sorun, son 64 yıldır herhangi bir siyasi gelişmeye izin vermeyen boğucu siyasi çevresidir.
Pakistan, yetenek, bağlılık ve vizyona dayalı siyasi kültürün bağımsız gelişmesi şansına asla sahip olmadı. Sorunun bir kısmını insanların ruhu ve zihinleri oluşturuyor. Pakistanlılar, sürekli bir Mesih, gelip onları uçurumdan kurtaracak bir kahraman aradı. Beklenti olduğu için, sahte kahraman-tavırlı-Mesihler bir şey çözmeden gelip gitti. Aslında her böylesi Mesih arkasında daha büyük bir karmaşa bıraktı. Özgün siyasi kültür gelişmediği için, insanlar sürekli bir Butto’ya ya da Nevaz Şerif’e oy verip durdu. Kendilerine düşeni yapıp, Mesihlerinin ödemesini beklediler. Bireylerin öne çıkarak, gelişip, öğrenip ve nihayette liderlik etmelerini sağlayan özgün siyasi süreç kavramı diye bir şey olmadığı için, seçimlerde aday olarak öne çıkan yarı-cahillerin tamamı onları koyun gibi sıralayan bir düzine kadar yorgun yüze rehin kaldı. Efendileri dışında kimsenin sesi olmadı ve hiçbiri patronları ile onların çıkarlarından başka bir şeyi temsil etmemektedir.
Bu siyasi az gelişmişlik durumu 20 yıl önce mantıklı sayılabilirdi ancak hatırı sayılır genç ve eğitimli nüfus varken tüm ülkeye yayılmış ezici umutsuzluğa anlatmaktan başka işe yaramayan Pakistan’ın siyasi boşluğunu anlamak ve anlamlandırmak zor. Umudun bu ölümü, tesadüfî ya da koşulsal değil. Tarihe gömülü ve her geçen gün artan şekilde kararan bir geleceğe yansıyor.
Devlette geriye hiçbir şey kalmadı. Ne egemenlik ne de güvenilecek kurumlar. Yargı pratik faydası olmayan sadece kitaplar için yararlı kararlar çıkarabiliyor. Yürütme fazlasıyla dümensiz. Amerikan efendilerinin dayatmalarına karşı itaatkâr ve pasifler. Resmi muhalefet iktidarsız; gayri resmi muhalefet, eyleme geçireceği halk desteğinden yoksun.
Böylesi bir durumda, umudu yeşertebilmiş İmran Han gibi insanlar, boş söylemlerinde o kadar umutsuz hala gelmişlerdir ki siyasi arenayı terk edip daha saygın işler yapmaları kendileri için daha iyi olacaktır. “Daha saygın ve anlamlı” olan Pakistan için yegâne umuttur ve bu Mevlana Mevdudi’nin 1955’te terk ettiğinden başka bir şey değildir. Hükümet etme sanatında iyi-düşünülmüş bir plan uyarınca yeni nesil Pakistanlıları eğitmek. Bu hala Pakistan’da mümkündür. Her geçen gün parçalanan ülkenin yegâne umudu da işte budur.
Pratik terimlerle bunun anlamı, mümkün olduğu kadar çok genç erkek ve kızların titiz bir eğitim programına alınmasıdır. Ülkelerinin vizyonuna derinden bağlı ve daha da ötesi post-modern dünyamızın girift realitelerini anlayacak dürüst ve yetenekli bu gençler, ülkenin siyasi bilinç neslini oluşturacaktır. Bu yeni neslin Pakistanlıların, duygusallığa kapılmadan talihsiz ülkelerinin tarihini irdeleyecek analitik araçları olmalıdır. On yıl içerisinde bir Pakistan Baharı’nı getirecek bağdaşık sosyal ve siyasi güce tekâmülleri gerekmektedir. İşte o milli baharda, umutsuzca tehlikeli sularda sürüklenen siyaset için umut vardır.
Bu süreci başlatmak için, büyüklere, kısa vadeli dönüşlere ilgisi olmayan, vizyonu uzun tarihi bir süreçte saklı ve genç nesil için bir çekirdek sağlayabilecek âlim kadın ve erkeklere ihtiyacımız var. İmran Han gibi insanlar, eğer hala bu ülkeye verebileceği gerçek bir şey varsa, bu sürecin parçası olabilir. Aslında bu sürece, kendi yarattığı çıkmazdan çıkmayı başarabilirse pekâlâ liderlik edebilir.
*Pakistanlı akademisyen
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.