Richard Falk* / TIMETURK
Sağlık, eğitim ve inşaat olmak üzere çeşitli insani yardım malzemeleri taşıyan 15 gemilik Özgürlük Filosu 2’nin Haziran sonunda Gazze’ye doğru yola çıkması bekleniyor. İlk filodan İstanbul’dan gelecek Mavi Marmara’nın yanında çeşitli Avrupa ülkelerinden yola çıkacak gemilerde bin 500’den fazla insani eylemci de yer alacak. Eğer planlar yolunda giderse, bu ikinci filo, Türk amiral gemisinde 9 kişinin İsrail komandolarınca vahşice katledilmesiyle durdurulan ilkinin iki katı büyüklükte olacak.
Bir yıl önceki korkunç olaydan beri, Arap Baharı bölgesel atmosferi değiştirdi ancak Gazze’ye uygulanan hukuk dışı ablukayı ya da 4 yıldan fazla süredir zorlu hapislik süresince Gazze halkının maruz bırakıldığı acıları sona erdirmedi. İşgal altındaki halkın böylesi mahpusluğu, kadın, çocuk ve sakatların Gazze’nin ölüm tarlalarından ayrılmalarına izin verilmediği 2008 sonunda 3 hafta boyunca İsrail’in elindeki her şeyle yaptığı saldırılar gibi düzenli olarak şiddetle noktalandı.
Bu, İsrail vahşetinin ve sağır edici uluslararası sessizliğin olağandışı bir anlatımıydı. Sessizlik sadece yakın senelerde insani fazlasıyla ihtiyaç duyulan gıda ve ilaç şeklindeki anlamlı yardımın yanında destek ve empatinin sembolik dindirmesini sağlayan sivil toplum girişimleriyle bozuldu. Yeni Mısır’ın Refah sınırını birkaç gün önce açtığı, yüzlerce Gazzelinin ayrılmasına ya da Gazze’ye günlük olarak dönmesine izin vermeye başladığı doğrudur fakat Refah şimdiki haliyle malzemelerle baş edecek durumda değildir ve sadece insanlara açıktır. Bu nedenle ihracat ve ithalatın ablukası sürüyor ve hatta Fetih/Hamas birlik anlaşmasına dair İsrail’in açığa vurduğu öfke nedeniyle daha da sertleşmiş olabilir.
Genel Sekreter: Filo Yok
Özgürlük Filosu 2’nin Yunanlı koordinatörü Vangelis Pisias, ablukayı kırmak için bu yeni çabayla ilgili motivasyonu şu sözlerle ifade ediyor: “İsrail’in açık hava hapishaneleri ve toplama kampları kurmasına izin vermeyeceğiz”. Bu Gazze ateşten gömleğini daha geniş bölgesel mücadeleleri bağlayarak Pisias, “Filistin yüreğimizdir ve bölgedeki yeniçağın bir sembolü olabilir” dedi.
BM İnsan Hakları Konseyi’nin atadığı İsrail’in 2010’daki Özgürlük Filosu 1’e saldırısının güvenilir bir değerlendirilmesi, İsrail’in uluslararası hukuku birçok yönden çiğnediğini ortaya koydu. Bunlar; aşırı güç kullanımı, uluslararası sularda insani yardım gemisine saldırı, yasadışı olan bir ablukayı uygulamaya dair kabul edilemez iddia. Her ne kadar BM Genel Sekreteri’nce olayı değerlendirmesi için atanan komisyon raporu kamuoyuna açıklamasa da ve görünen o ki sonuçları İsrailli üyenin istekleri doğrultusunca budanacağı belli olsa da böylesi fikirler, tüm uluslararası toplum boyunca farklı kaynaklarca geniş şekilde benimseniyor.
İsrail’in saldırının ardından ilan ettiği Gazze ablukası kaldırma sözünü tutmaması gibi bu şartların ışığı altında, BM Genel Sekreteri’nin üye hükümetlerin gemilerin Özgürlük Filosu 2’ye katılmasını engellemeleri için ellerinden geleni yapmaya ikna için yetkisini kullanması, ahlaki ve hukuki hassasiyetlerimizi yaralıyor. Ban Ki-moon, arsızca böylesi bir çağrıyı en azından dengelemeye çalışmadı bile. Şiddetin sözüm ona tekrarlanması engellemek için, en azından İsrail’e ablukanın sona ermesini ve planlanan insani girişimlere karşı güç kullanılmamasını isteyen eşdeğer bir mesaj göndermeliydi.
Yasadışı kurbanlar Filistinlileri korumaya çalışanların yanında olmak yerine BM Genel Sekreteri, dünyada var olmasına izin verilen en uzun ve en aşikâr adaletsizliğe destek için tek taraflı davranarak kurumunu itibarını ayaklar altına aldı. Doğrudur, sözcüsü mesajının etkisini “Gazze Şeridi’ndeki durum değişmeli ve İsrail ablukayı sona erdirecek ciddi önlemler almalı” gibi anlamsız sözlerle azaltmaya çalışmıştır. Bu düşüncelerin neden Genel Sekreteri’n ağzından ve doğrudan İsrail’i hedef alarak söylenmediğini sormalıyız? Halkla ilişkiler işinin bir parçası fakat İsrail güvenliğine en ufak bir tehdit oluşturmayan Özgürlük Filosu 2’nin özgürce sivil toplumca girişilen meşru bir insani girişim olup olmadığı tartışmasında dangalakça yanlış tarafı tutmasının bir bahanesi olamaz.
Uygun şekilde ve beklendiği gibi, Türk Hükümeti, en üst seviyede BM’lerce desteklense dahi böylesi tacizci baskılara boyun eğmeği reddetti. Saygın Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu son haftalardaki açıklamalarında Özgürlük Filosu 2’yle ilgili olarak, hiçbir demokratik hükümetin STK’larca temsil edilen sivil toplumun girişimleri üzerinde kontrol edecek bir yetki iddiasında bulunamayacağını söyledi. Davutoğlu şunları kaydetti: “Kimse Türkiye’den, geçen sene 9 sivilin öldüğünü unutmasını beklemesin… Bu nedenle ilgili herkese şu açık mesajı veriyoruz. Aynı trajedi bir daha tekrarlanmamalıdır”. Çözülmeyen elzem konuyu vurgulayarak, “Üye bir devlet uluslararası hukukun üstünde midir?” diye sordu. İsrail hala Türkiye’den özür dilemediği ve ölenlerin ailelerine tazminat ödemediğiyle ilgili olarak Davutoğlu, bu şartlar sağlanana dek “İsrail’in bölgede bir ortak” olarak kabul edilemeyeceğini açıkça ifade etti.
Filistin’in bağımsızlığı: Arap Baharı’nın ikinci safhası
Özgürlük Filosu 2’yi engellemek için bu aşağılık çabanın arka planında Birleşik Devletler’in ne kadar acımasız ve katilce olsa da İsrail’i körlemesine (ve aptalca) destekleyen jeopolitik gücü olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Hiç şüphesiz bu jeopolitik baskı, kınanacağı yerde BM’lerce desteklenmesi gereken cesur ve ihtiyaç duyulan bu insani girişimin engelleme çabalarını da açıklıyor. Ban Ki-moon dahil dünya liderlerinin İsrail ablukasına karşı sözlü itirazlarına rağmen, 1949’daki Dördüncü Cenevre Konvansiyonu’ndaki ve 1997’deki ilave protokolde belirtilen İsrail’in Gazze’deki işgalinin şartlarına riayet etmeyi alenen reddetmesi karşısında herhangi bir hükümetin ya da BM’nin anlamlı bir harekette bulunmadığı akılda tutulmalıdır.
Filistin’i işgal ve mülteci rejimden kurtarmak, Arap Baharı’nın bu ikinci safhasının birleştirici önceliği ve merkezi olması gerekiyor. Arap ülkelerindeki yeni reformcu liderlerin Filistin adalet ve barış mücadelesine desteğinden daha fazla hiçbir şey demokrasiye, anayasal yönetime ve insani haklara arzuyu içe ve dışa gösteremez. Aynı zamanda dünyaya, Washington’da sergilenen ve İsrail’e yaltaklanandan farklı bir resim dünyaya ilan edilmiş olunacak. Obama’nın AIPAC’teki deyyusça konuşmasına paralel olarak ABD’nin yabancı liderlere uyguladığı muamelede nadir bir durum olarak Bünyamin Netanyahu’nun, tapınan ABD Kongresi’ne davet edilmesiyle bu yaltaklanma ayyuka çıkmıştı. Diplomasi tarihinde önde gelen bir bağımsız devletin küçük bir müttefikini kızdırmamak için kendi çıkarlarını tehlikeye attığı ve değerlerini hiçe saydığı böyle bir durum asla vaki olmamıştır. Bu gizemi aydınlatmak, başta Filistinliler olmak üzere Arap dünyası halklarının olduğu kadar Amerikalıların da çıkarınadır. Eğer olmuyorsa çatışmanın çözümünü Washington’dan jeopolitik olarak daha güvenilir olan Brezilya, Türkiye, Kuzey Ülkeleri ve hatta Rusya ile Çin’e taşımak çok daha yerinde olacaktır.
*Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve BM İnsan Hakları Filistin Özel Raportörü
Bu makale Oğuz Eser tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.