Habertürk yazarı Balçiçek İlter, Ayşe Arman'ın Ertuğrul Özkök ile yaptığı röportaj'daki açıklamaları eleştirdi. İlter, Röportajı okuyunca utandım... İşte, Balçiçek İlter'in yazısı...
Doymuyorlar... Poz vermekten... Kendilerinden bahsetmekten... Bıkmıyorlar, bıktırdılar ama yılmıyorlar...
“Ne kılığında çıkacaklar acaba?” mavraları dönüyor arkalarından, tınmıyorlar...
Niye tınsınlar ki... Yıllarca bu ülkeyi böyle uyuşturdular, sahte gündemlerle, sahte başrol oyuncuları yarattılar... Çarşaf çarşaf poz verdirdiler, poz verdiler...
Kendi küçük dünyalarının etrafında bütün memleketi şekillendirdiler... Gücü, parayı, mevkiyi, bir numara olmanın ağır zalimliğini kullandılar... Edepsizce, terbiyesizce, hayâsızca yaptılar... Kural mural tanımadılar...
Bütün medyayı organize etmeye kalktılar. Zaman zaman tuttu oyun... Ama sonunda patladı. Öylesine patladı ki çaresizce eski kuralları geçerli kılmaya çalışıyorlar.
Müthiş bir çırpınma... Ama öylesine bir örgüt ki, öylesine bir çete ki, öylesine bir megalomani ki, hâlâ borularını öttürüyorlar...
Ne yapsalar olay olmalı, ne deseler gündem değişmeli... Onlar konuşulmalı, onlar tartışılmalı... Birilerine ayıp edilmiş, birileriyle dalga geçilmiş... Hayatlar karartılmış? Kime ne?
“Şov devam etmeli”
*
Dün Hürriyet’in ekini açtığımda bütün kapağı kaplayan Ertuğrul Özkök fotoğrafını gördüğümde önce iyi niyetle “pes!” dedim.
Yine niye söyleşi yapmış ki Ayşe Arman, Özkök ile? Yine neyi söylemesi lazım acaba? Yine niye gündeme gelmesi gerek?
Yarı melek yarı şeytan göndermesi falan, yine uğraşılmış prodüksiyon... Röportajı okuyunca utandım... Utandım, çünkü bu zihniyet bir dönemi, bu medyayı şekillendirdi...
Minik Özkökçükler türedi medyada.
Aslından değil çakmasından korkun misali, örgüt halini aldılar zamanla... Bu zihniyetti Hrant Dink’i ölüme götüren... Yine aynı bakış açısıydı Ahmet Kaya’yı linç eden...
Çünkü özgür fikir demek, saçmalamayı da beraberinde getirebilirdi... Haklar kişiye göre değişir, orasından burasından çekiştirilebilirdi...
Ertuğrul Özkök’ün kendini anlattığı bölümlere takılmadım. Ne istiyorsa o olsun, hatta lütfen bir gazete verin kendisine kıyıda köşede, bir televizyon programı falan... İçindeki enerjiyi atıversin, o bitmek tükenmek bilmeyen gündemde kalma arzusunu tatmin etsin, hırslarını bastırsın da biz de bir nefes alalım artık...
Gelelim beni öfkelendiren ve belki de bu yazı için ilham olan şu özlü sözlere... Pardon “hayaller” demeliydim aslında... Sonu yok ki, hayal işte!
Diyor ki Özkök: “Mini etekle beş vakit namaz kılınacağını, başörtüsüyle içki içilebileceğini düşünen ve buna cüret edebilen kadınların ülkesini düşlüyorum!”
Nedir bu? Zekâmızla dalga geçmek mi, gündeme gelmek ki, yoksa Özkök sarhoş muydu? Ayşe’yle çektirdiği pozda elinde dolu bir şarap kadehi var, ona istinaden soruyorum. Hani röportaj öncesi kafayı mı çektiler?
Özkök umutla mini eteklilerin namaz kılmasını, başörtülülerin içki içmesini bekleyedursun, zekâsından kesinlikle şüphe etmediğim bu adam, birilerine fena halde saygısızlık yaptığının farkında mı acaba? Bir mini etekli namaz kılabilir elbette ama o eteğiyle mi? Ya da başörtüsü takmış biri niye içsin ki arkadaş?
İşin mantığına, doğalığına hatta oluş biçimine aykırı olmanın daha uç derecesi var mıdır?
Özkök bu şahane hayalini açıkladıktan sonra soruyor: “Söyle var mı bunda adaba aykırı, inanca ters düşen bir şey?”
Ayşe Arman da susuyor. Oysa var tabii. Buyursun gelsin canlı yayında tartışalım bu muhteşem hayallerini... Ben anlatayım ona inancı, saygıyı, adabı, insanların hayatlarına karşı duruşu...
Neler diyorum ki ben, kime ne anlatıyorum... Bakın yine gündem yarattılar... Bu köşeye bile malzeme oldular. Tek bir tesellim vardır, o da Özkök’ün artık genel yayın müdürlüğü koltuğunda oturmaması...
Neme lazım, Türkiye’yi anlamaya yönelik yeni bir yazı dizisinde Ayşe’yi mini etekle namaz kılarken görebilirdik.
Röportai'dan bazı bölümler..
Şeytan ne zaman ortaya çıkıyor, melek ne zaman?
Rıdvan Dilmen futbol oynarken ona, "Şeytan Rıdvan" deniyordu. Şeytanlık orada, 'zekâ'yı temsil ediyordu. Şeytanı böyle bir şey olarak görüyorsan, fena bir şey değil. Bende ne kadar var, onu ben söyleyemem. Başkaları söylesin.
Neler fısıldar melek ve şeytan kulağınıza?
Şeytan ve meleğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Ama neler fısıldadıklarını biliyor olabilirim. İstersen bu meseleyi, 'sevap' ve 'günah' olarak ele alalım. Küçüklükten itibaren bana şu öğretildi: "Sağ omzundaki melek sevabı, soldaki neyse, işte, o da günahı yazar." Bazen geriye dönüp, bir hayat bilançosu çıkarıyorum. Cennete gidecek kadar sevap yapmışım. Ama cehenneme gidecek kadar günahım da vardır!
O zaman Allah gecinden versin, sizin gideceğiniz yer neresi?
Cehennet! Yani yarın bir gün arkamdan, "Mekânı cehennet olsun" denirse, ben, "Demek ki bu hayatı güzel yaşamışım" diyeceğim.
MİNİ ETEKLE NAMAZ, TÜRBANLA ŞARAP
Hayallerinizin sınırı hangi noktada?
Sınırı yok! Mini etekle beş vakit namaz kılınacağını, başörtüsüyle içki içilebileceğini düşünen ve buna cüret eden kadınların ülkesini düşlüyorum. Söyle var mı bunda, adaba aykırı, inanca ters düşen bir şey? Ben bunları hayal ediyorum. Umutla bekliyorum. 'Patavatsızlık' kelimesine kendimce çok olumlu bir anlam verdim. Göğsümü gere gere "Ben patavatsız bir insanım" diyorum. Övünerek söylüyorum. Sahiciliğimin en sağlam kaynağı bu patavatsızlığım. Çünkü içimden geleni, rahatça söylüyorum. 21'nci yüzyılın, patavatsızlık yüzyılı olduğuna inanıyorum. Galileo patavatsızdı. Caravaggio da, Michelangelo da, da Vinci de, Bernard Henri Levy de, Marx da. Said-i Nursi çok farklı ve cesur şeyler söylediği için bu kadar insan onu izledi. Bunlar cesur insanlar, içlerindeki tutkuyu ve inancı takip ettiler, ettirdiler.
Kadınlar sizin için ne ifade ediyor?
Cesur, her şeyi hak eden kadınlar tanıdım, 'bitch' sıfatını bile hak edemeyenleri de. Adnan Kahveci gibi olağanüstü erkekler tanıdım, karısına da sevgilisine de sahip çıkan. Hiç hak etmemiş sevgililere bile bunu gösteren erkekler tanıdım. Tutkunun hakkını veren, cesur kadınlar tanıdım. Dedim ya, hem herkesin takdir ettiği 'anneliği', 'ideal eşi' sıfatını; hem de hayata dair bütün öteki renkli, güzel sıfatları hak eden kadınlar da. Bazen ayrı ayrı bedenlerde, bazen aynı bedende. Allah'ın verdiği hayatı hakkıyla yaşamanın böyle bir şey olduğuna inanıyorum.
CENAZEMİ KİLİSEDE KALDIRSINLAR DUAMI İMAM YAPSIN
İnancım ne? Müslüman'ım. Beş vakit namaz kılmayan, oruç tutmayan, Hacca gitmemiş bir Müslüman. Ben Allah'ın iyi kuluyum. İnanıyorum ki, yarın bir gün Allah'ın huzuruna çıktığımızda, Her saniye, 'Allah' adını ağzına alan ama amacı uğruna, her şeyi, en belaltı vuruşları bile mubah sayanlardan çok daha hak etmiş bir mevkide olacağım. Sessiz, dilsiz sevaplarımı onlardan daha çok hak etmiş; sesli günahlarımdaysa onlardan daha bağışlanacak bir mevkide olduğuma bütün kalbimle inanıyorum. Başkalarının değil, kendimin kendime verdiği sicile itimat ediyorum. Çünkü kendim hakkında, başkalarından çok daha fazla acımasız, çok daha fazla objektifim. Özür dilemeyi, affetmeyi kesin inançlılardan çok daha iyi yaşıyorum. O nedenle, 'affedilmeyi' onlardan çok daha fazla hak ettim. Öldüğümde, son yolculuğuma Hıristiyanlarınki kadar güzel bir tabuta konarak çıkmayı istiyorum. "Be adam ölmüşsün sana ne" diyebilirsin. İyi ya zaten geride kalanlar için bu estetiği talep ediyorum. Sadece bana değil, onlara da saygıdan söz ediyorum. Cami avlusundaki kargaşayı beğenmiyorum. Keşke cenaze törenimin camide değil, bir kilisede olsa diyorum. İzin verirler mi, bilmiyorum. Beni anlayacak ve bunu kabul edecek bir imam gelsin, kilisede, sıralarda oturan dostlarıma bir konuşma yapsın istiyorum. Beni sevenler kravatlarını takmış, takım elbiselerini giymiş gelsinler istiyorum. Mahler çalarken, beni en iyi anlayan insanlardan birinin başımda bir konuşma yapmasını istiyorum. "Ertuğrul Abi" diye başlayacak birinin. Sonra da Müslüman mezarlığına gömülmek istiyorum Urla'da, sakin bir yerde. Basit bir mezar taşı. Babamınkine 'matbaacı' yazmıştık. Benimkine sadece "O" yazsınlar. "O", yani ben.