Kutlu Doğum Haftası'ndaki etkinlikleri konu eden haberlerin gerçek dısılığı ise bizzat Diyanet İsleri Baskanlığı'nın açıklamasıyla gözler önüne serilmişti.
27 Nisan 2007’de yayınlanan e-muhtıranın konu ettiği olaylar daha önce Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Posta gibi gazeteler de yer aldı. Gazetelerde yayımlanan haberler adeta e muhtıraya malzeme olacak cinstendi. Birçoğu o süreçte yalanlanmış da olsa gazetelere konu olaylar aynı mantıkla muhtıra metnine de girecekti. Muhtıradan sonra ise sivil iradeyi suçlayan ve he def gösteren bir yayıncılık anlayışı sürdürüldü.
27 Nisan sürecinden önce yapılan haberlerin özünde, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'na alternatif kutlandığı algısı vardı. 28 Şubat süreci hatırlatmalarıyla yazılan manşet ve haberlerden biri 17 Nisan 2007'de Cumhuriyette yayınlandı: "Kutlu Doğum şöleni Müdürlere katılım için yazılı emir." Haberde; Altındağ İmam Hatip Lisesi'ndeki 'Kutlu Doğum Şöleni'ne, Altındağ İlçe Milli Eğitim Müdürü Ali Özay'ın katılımı zorunlu kıldığı iddiası yer alı yordu. Haber, muhtıraya da bu şekilde girdi. Ger çekler ise Yeni Şafak'ın 30 Nisan 2007'deki manşetiyle ortaya çıktı. Yeni Şafak, 28 Şubat sürecinde alı şık olduğumuz tarzda bir 'dezenformasyon' yapıldığını, piyasaya sürülen belgenin 'sahte' olduğunu ortaya koydu. Sahte belgede, 'katılmaları' ifadesi, 'mutlaka katılmaları' şeklinde değiştirilmişti.
O dönemin hatırda kalan bir başka haberi ise 19 Nisan 2007'de Hürriyet’e girdi. Haber '23 Nisan provokasyonu' başlığını taşıyordu. Yıllarca 23 Nisan kutlamalarına sahne olan Ankara Atatürk Spor Salonu'nda ilk kez bir Kur'an okuma yarışması yapıla cağı yazılmıştı. Yarışma iptal edilmesine rağmen iddia 29 Nisan 2007'de, 'Yine o kafa' başlığıyla Hürriyet'e tekrar konu oldu. 28 Şubat göndermesi de yapılan haberde şu ifadeler yer alıyordu: "Ankara'da 23 Nisan günü Kur'an okuma yarışmasını organize eden Anadolu Gençlik Derneği 2002'de kuruldu. Dernek, Sincan'da tankların yürümesine neden olan 'Kudüs Gecesi'ni düzenleyen ve 28 Şubat sürecinde kapatılan Milli Gençlik Vakfı'nın devamı." Aynı sayfada Hizbullah’la ilişkili Mustazaf Der'in Şanlıurfa'da düzenlediği Kutlu Doğum Gecesi'ni konu eden bir başka haber yer aldı. Denizli'de 17 Nisan'da il müftülüğü ve belediye başkanlığının düzenlediği gecede, başörtülü ilköğretim öğrencilerinin ilahiler söylediği ve tekbirler getirdiği iddiaları da haberin devamındaydı sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin ger çek amaçları ve niyetleri ortaya konmuştur." cümleleriyle girdi. Oysa 24 Nisan 2007 tarihli Hürriyette, ak sine "Arkalarında Atatürk posteri ve Türk bayrağı olan..." ifadesi kullanılıyordu. Hürriyet, türban' hassa siyerini; Erzurum'un meşhur 'yazma'sına kadar indirdi: "Bu yıl örtmediler". Habere göre, Başöğretmen İlköğretim Okulu'ndaki kız öğrencilerden oluşan Erzurum bar ekibi, gösterilerini başı açık yapmış, yazmalarını fular gibi boyunlarına dolamış ve büyük alkış almıştı. Hürriyetin bir hatırlatması da vardı: "19 Mayıs 2004'te bar ekibi türbanlı olduğu için dönemin 9. Kolordu Komutanı Recai Öztürk tarafından törene alınmamıştı."
Kutlu Doğum Haftası'nın dökümünü çıkaran Cumhuriyet, 24 Nisan 2007 tarihli sayısında, 1989'dan beri kutlanan haftanın 'şova dönüştüğünü' yazdı. Haberde bir yılda öğrencileri hedef alan 11 bin 723 etkinlik düzenlendiğinin çetelesi verilecekti.
Medyanın tavrı, 'Kutlu Doğum ile 23 Nisan'ın birbirinin alternatifi gibi sunulan haberlerle sınırlı kalmadı. Köşe yazarları da karşıtlığı işledi. Örneğin Emin Çölaşan, 29 Nisan'daki köşesinde şöyle diyordu: "AKP döneminde çoğumuzun dikkatin den kaçan bir uygulama başlatıldı. Peygamberimizin doğumunu kutlama törenleri (eskiden böyle bir şey yoktu) tam da 23 Nisan bayramına denk getirildi. Çocuklara ve öğrencilere ulusal egemenlik kav ramı, yurt sevgisi ve Türklük, bilinçli olarak unutturulurken, onun yerine dinsel bir kavram çıkarıldı. Başka bir hafta mı kalmadı da, Kutlu Doğum Haftası her yıl 23 Nisan'a denk getiriliyor! Bunu elbet te bilerek ve bilinçli olarak yapıyorlar." Bu ifadeler, Çölaşan’ın cahilliğini göstermişti. Zira 24 Nisan tarihli Cumhuriyette dahi, etkinliklerin 1989'da yapılmaya başlandığı yazılıyordu. 30 Nisan tarihli Vatan'da Necati Doğru ise Kutlu Doğum'dan çıkardığı anlamı şöyle anlattı: "Bence ordu, bu tavrıyla, bu aşamada, din istismarcısı, siyaseti 7 yaşındaki kız çocuklarına ilahi okutacak kadar küçültüp zavallılaştıran AKP'ye gizli sübvansiyon yapmış tır." Ne var ki, bu etkinliklerin AK Parti'yle ilişkisi olduğuna dair bir haber dahi çıkmamıştı.
Diyanet işleri Başkanlığı, Ankara'da ve Çankaya'ya 'türbanlı' çıkamaz!
27 Nisan muhtırasının veriliş nedeni, birçok gazeteciye göre eşi 'türbanlı' bir cumhurbaşkanının seçilmesi ihtimaliydi. Yayınlar eşi başörtülü bir ismin Çankaya'ya çıkmasını adeta kâbusa çevirmeyi hedefli yordu. Ertuğrul Özkök 29 Nisan'daki köşesinden AK Parti'nin ülkenin 'kozmetik' özelliğini dikkate almasını istiyordu ve 'Türban, siyasî flama haline getirildi' diyordu. "Bir cumhurbaşkanlığı seçimi, Türban Çankaya'ya çıkıyor' kâbusu haline dönüşür" cümleleri de Özkök'e aitti. Milliyet yazarı Hasan Pulur da "O başörtüsü, şeriatın simgesidir. Devletin üç kalesinin burcunda yerini almıştır, dalgalanmaktadır." yorumunu yaptı. Hayrünnisa Gül'ün Çankaya'ya çıkmasına yönelik en ilginç tez, Vatan yazarı Mehmet Tezkan'a aitti. 29 Nisan'da Tezkan, Gül'ün cumhurbaşkanı olması halinde raimin degişecegini iddia etti: "Başkomutan'ın eşi türbanlıysa... Teğmeninki neden olmasın.. Olursa ne olur? Ordunun yapış değişir.. Rejim degişir.." Tezkan'a göre ertesi gün 'türbanlı' kız da, buradan güç alarak üniversite kapısını zorlayacaktı! Aynı gün Radikal'de, Türker Arkan da, asıl amacın askeri zor durumda bırakmak olduğunu ileri sürüyordu: "Başörtülü bir eşin Çankaya'da, orduevlerinde yaratacağı sıkıntıyla orduyu güç durumda bırakma hesabı yapılmışa benziyor."
'Yandaş' AB ve ABD
27 Nisan muhtırasına yönelik 'ulusalcı' söylemler, hedefe AB'yi ve ABD'yi aldı. 29 Nisan'da, İl han Selçuk, ABD'nin Türkiye'deki Timi İslam devlet modeli' ile karşı devrimi desteklediğini yazdı.
Ona göre bu, 'muhteşem' bir psikolojik hare kattı! Çölaşan'la aynı gün, Cumhuriyet yazarı Musta fa Balbay ise "AKFnin yanında sadece AB ve ABD'nin Türkiye'den sorumlu komiserleri kalmıştır." dedi. 30 Nisan'da, Sabah'taki yazısında AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn'e gönderme de bulunan Erdal Şafak, Çağlayan'daki Cumhuriyet Mitingi'ni de E muhtıranın ardından, medya yeni bir misyon yüklendi.
Hükümetin 28 Nisan'daki demokratik duruşunu desteklemektense, toplum mühendisliği ürünü Cumhuriyet mitinglerini 'sivil muhtıra' diye lanse etti. Muhtıranın hemen ertesinde İs İstanbul Çaglayan'daki Cumhuriyet Mitingi için gazetelerin attığı manşetler tek el den çıkmış gibiydi: "Millet muhtırası (Tak vim), Bir muhtıra daha (Halka ve Olaylara Tercüman), Çağlayan muhtırası (Pos ta), Bunun adı sivil muhtıra (Cumhuriyet), Bu da halk muhtırası (Vatan)." Medya 'muhtıra'yı, anlamını hiç değiştirmeden, askeri alandan sivil alana taşımıştı. Köşe yazarları da aynı kurguya destek çıktı. 29 Nisan'da 'Durumdan vazife çıkarıyorum' diye yazan Ertuğrul Özkök, "Gerektiğin de biz siviller de durumdan vazife çıkara biliriz." diyerek muhtıraya destek çıkacaktı.
Meclis'in sivil dindar ve demokrat bir cumhurbaşkanı seçmesine engel olmak isteyenler var." sözlerini kullanmasıydı. Özkök'ün yazısıyla aynı sayfada bulunan 'Her şeyi bozan o' başlıklı habere göre, krizin mimarı da oydu. 30 Nisan'da Hürriyet'te yayımladığı yazısında, Türkiye'yi AK Parti iktidarına la yık bulmayan Tufan Türenç, Arınç'ın tarafsızlıgını yitirdiğini belirterek, onu 'militanlık' yapmakla suçladı. 29 Nisan 2007 tarihli Vatan'daki köşesinde Zülfü Livaneli'nin hedefindeki isim de aynıydı: "Son günler deki gelişmelerin başlıca sorumlusu "ideo lojik önder" Bülent Arınç ve arkadaşlarının uzlaşmaz ve aymaz tutumudur."
kurmay Başkanlığı'nın metninin içeriğine imzamı atarım... " Aynı gün Posta'da yazan Yazgülü Aldogan'a göre yapılan uyarı hak lı; AK Parti'nin açıklaması ise 'kuyruğu dik tutmaya' ve 'mesajın alınmadığına' yönelik ti: "Yalnız bundan sonraki mesaj, internetten gelmez. Kapıya iki subay gelir. Üst rüt beli de olmayabilir." AK Parti'nin muhtıra ya verdiği cevabı eleştiren köşe yazarları da vardı. Reha Muhtar, 29 Nisan'da Vatan'daki köşesinde AK Parti'nin muhtıraya verdiği cevapla, ortamı daha da gerdiğini ileri sürdü: "Hükümet askeriyeyle bilek güreşi yapıyor... " Muhtar'a göre, Genelkurmay'ın, Başbakanlık'a bağlı olduğunun hatırlatılmasına gerek yoktu! Muhtar, "Üstelik irtica ve bölücülüğün oldugu yerde demokrasiden söz etmek de zaten abestir... " dedi.
BÜLENT ARINÇ HEDEF TAHTASINDA
Ertuğrul Özkök, 29 Nisan 2007 tarihli Hürriyetteki yazısında, dönemin Meclis Başkanı Bülent Arınç'ı 'provokatör' ilan etti. Özkök, "Merkeze yürümek, o mahal leye yerleşmek isteyen bir AKP, artık bu provokatörleri yakasından düşürmelidir." sözlerini kullandı. Arınç, Hürriyetin hede fi haline geldi. Sebebi ise Turgut Özal Düşünce ve Hamle Derneği'nin düzenlediği ödül töreninde "Dün olduğu gibi bugün de 'Muhtıra' başlıklı yazıyı kaleme alan Emin Çölaşan'a göre ise asker 'görevin ilk aşaması'nı tamamlamıştı. Çölaşan, şöyle devam ediyordu: "Asker devreye girdi, 27 Nisan sürecini başlatıp milyonlarca insanı mızı rahatlattı." Aynı gün, yine Hürriyet'te muhtırayı kaleme alan Bekir Coşkun'a göre muhtıranın sebebi belliydi: "Çağdaş uygar bir yaşam biçimine ulaşmak isteyenler, ilkel ortaçağ yaşam biçimine dönmek isteyenle re engel olmak istiyorlar." Coşkun'a göre bir de görünen yanı vardı: "Asker Çankaya'yı asla ve asla dincilere bırakmayacak. Çünkü orayı Atatürk'ün makamı ve başkomutanlık sayıyor." 30 Nisan 2007'de Hürriyet'teki köşesinde yazan Rahmi Turan'a göre de ordu görevini yapmıştı: "Asker birdenbire bu noktaya gelmedi. Defalarca uyardı, anlatt, yasaların kendilerine bu devleti koruma ve kollama görevi verdiğini hatırlat t. Her türlü uyarı yollarını denedi. Anlamadılar, anlamak istemediler, hâlâ anlamıyorlar! Genelkurmay bu gidişe 'Hayır' diyerek görevini yaptı." Zaman