Ortadoğu kimin sorunu?
Kuzeyden Güneye ve Doğudan Batıya tüm İslam Ümmeti’nin maruz kaldığı sömürgecilik, zihnimize Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu hadisi getiriyor:
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-04-22 22:48:40
Birçok milletlerin (kâfirlerin), yemek tabaklarına üşüşen obur kimseler gibi, sizin üzerinize birbirlerini davet ederek üşüşmeleri yakındır. Birisi şöyle dedi: “Acaba o gün sayımız az mı olacak?” Dedi ki; Hayır! Bilakis siz o gün çok olacaksınız. Fakat siz, selin sürüklediği çerçöp gibi olacaksınız. Allah düşmanlarınızın göğsünden sizin korkunuzu çıkaracak ve sizin kalbinize de “vehn” atacaktır. Birisi dedi ki; “Vehn nedir, ey Allah’ın Rasulü?” Dedi ki; Dünyayı sevmek ve ölümü kerih (çirkin) görmektir. [Ebu Davud, 3745]
Batılıların, Osmanlı Hilafeti ile temsil edilen Müslümanların siyasî varlığını, yok etmesinden ve Müslümanların parçalara bölünmesinden beri, Allah düşmanlarımızın sinesinden bizim ihtişamımızı kaldırdı. İslam Ümmeti zillet bardağından yudum yudum içmeye başladı. Buna paralel olarak, İslami Ümmetin kökünün kazınması ve imha edilmesi amacıyla ard arda kurulan kumpaslar ve değişik isimler altında entrikalar hazırlandı. Dolayısıyla “Yeşil/Verimli Hilal”,“Muazzam Orta Doğu”dan “Büyük Orta Doğu”ya ve “Genişletilmiş Orta Doğu”ya sahipsiz kalan İslamî Ümmetin toprakları, sömürgeci iştahların kabardığı, birer meta haline geldi. Yakın geçmişte Avrupalı’ların, günümüzde ABD’nin entrikaları etkin oldu.
Ortadoğu sorununun temeli, İslam’la, stratejik konumuyla, Yahudi devletiyle, sömürgecilikle ve petrolle ilişkilidir. Bunun sadece bölge halkı ve Müslümanlar açısından değil, tüm dünya açısından çok önemli olduğunda şüphe yoktur.
Önemli konumuyla Ortadoğu, batıda Atlas okyanusundan doğuda İran’a, Irak’a, Basra körfezine, Kuzey’de Türkiye’den, güneyde büyük Afrika sahrasına yani Arap ülkelerinin tümüne, Türkiye’ye ve İran’a kadar uzanmaktadır. Bu önemli konumu, Ortadoğu’yu sömürgecilerin kıblesi, aç gözlülerin hedef noktası haline getirmiştir. Nakil ve ulaşım konusunda Ortadoğu’nun sahip olduğu bu önem, sadece bu döneme has bir durum değildir. Bilakis haçlı savaşlarından günümüze kadar uzanmaktadır.
İslam Batı nazarında, geçmişten günümüze kadar tehlike olmaya devam ede gelmiştir. Şu bir hakikat ki; bugün bölgede akıtılan kanların direkt İslam ile alakası vardır. İslam’ın bir hayat nizamı olarak tekrar hayat sahasına dönme sancılarının başlaması Batı’yı tedirgin etmekte, yeni plan ve projeler yapmaya sevk etmektedir. Ortadoğu bölgesi, İslam devletinin kurulmasının güçlü olduğu bir bölgedir. Bu nedenledir ki Sosyalizmin çökmesinden sonra, Amerika’nın İslam’ı tek ve baş düşman ilan etmesi, bölgede yaşayan Müslümanlara ve İslam’a karşı kin ve korkularını açığa çıkarmıştır. Batı’nın İslam’a karşı kini yeni değil, çok eskiye dayanmaktadır. Hatta bu onlarda içgüdüsel bir durum olmuştur. Bir Batılı’nın Komünizm, Hinduizm yada Mecusilik gibi konularda araştırma yaparken buğz ve taassuptan uzak olduğunu görülür. Fakat söz konusu İslam olduğu zaman, Batı’yı buğz, nefret, kin bulutları sarmalamaktadır. 16. yüzyılda Avrupa’nın güneydoğusunun fethedilmesi, İslam davetinin oralara götürülmesi ve milyonlarca Arnavut, Yugoslav, Bulgar ve diğerlerinin İslam’ı kabul etmeleri, onları İslam’a karşı tek vücut olmaya sevk etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ise; ABD’nin dünya üzerinde bir Amerikan İmparatorluğu oluşturmak için sömürgeci ve hakimiyetini yaymaya yönelik gayeleri yanında dünyaya Batılı hayat tarzını aynı akıntı dahilinde yayma hedefi de, söz konusudur. Çünkü Kapitalist değerlere karşı İslam’dan başka rakip yoktur. Batılı hayat tarzına karşı tehlike oluşturan İslam Ümmeti’nden başka topluluk da yoktur. ABD bunu idrak etmiş ve çabalarını bu yöne sevk etmiştir. Malını İslam ile ve değerleri ile savaşmak için sarf etmekte ve Batı değerlerini İslam Ümmeti üzerine empoze etmeye çalışmaktadır. Allah [Subhanehu ve Te’alâ] şöyle buyurmaktadır: Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklardır. Ama sonunda bu, onlara hasret (yürek acısı) olacak ve en sonunda mağlup olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır. [Enfal]
Ortadoğu’nun stratejik önemi soğuk savaş döneminde, batı bloğu ile Sovyetler Birliği arasında kritik bir nokta oluşundan kaynaklanmaktaydı. Çünkü Ortadoğu eski Sovyetler Birliği’ne karşı kurulmuş askeri noktadaki güvenlik şeridini oluşturuyordu. Bu şerit batı dünyasının Sovyetler Birliği karşısında Ortadoğu ve Afrika cephesindeki ilk savunma hattıydı. Bu amaçla Ortadoğu’da askeri üsler ve nükleer üsler kuruldu. Ortadoğu ülkelerini askeri anlaşmalarla bağlamak için birçok girişimler oldu, birçok havaalanları kuruldu, kara ulaşım hatları (otobanlar) oluşturuldu ve bu dönemde stratejik önemi vardı. Ancak 1961 yılında iki dev arasında ittifak sağlandıktan (Kennedy-Kruschev anlaşması) sonra bölgenin askeri önemi kalmadı. Çünkü askeri ittifaklar işi ihmal edildi, nükleer üsler kaldırıldı. Her iki dev bu defa İngiliz üslerinin kaldırılması için adım attılar. Aden, Libya ve doğu Süveyş’teki İngiliz üslerinin kaldırılmasını başardılar ve Kıbrıs’taki İngiliz üssünü kaldırmak için uğraştılar. Böylelikle o zaman itibariyle Ortadoğu, stratejik önemine dönmedi. Ancak Sovyetler Birliği’nin yıkılıp soğuk savaşın sona ermesinden sonra Ortadoğu yeniden stratejik önem kazandı. Özellikle de Rusya ve Avrupa önündeki Amerika açısından daha bir öneme sahip oldu. Bu nedenle Amerika körfezde askeri üsler kurmaya dönüş yaptı, Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etti. Bahreyn’den sonra Pakistan ve Kuveyt’i stratejik müttefiki gibi ilan etti.
Ortadoğu’nun Petrol ile ilişkisine gelince; dünyada ispatlanmış petrol rezervlerinin %56’sını, doğalgaz rezervlerinin ise %32’sinin Ortadoğu’da bulunduğu dikkate alındığında, Ortadoğu dünya enerji kaynaklarının büyük bir bölümünün bulunduğu yerdir.[ US Energy Information Adminstration From Oil and Gas Journal, 2007]Sömürgeci devletler, günlük olarak (geçmiş) 2005 yılına kadar 30 milyon, 2010 yılına kadar 34 milyon ve 2020 yılına kadar 50 milyon varil petrol üretmeyi planlıyorlar. Uluslararası raporlara göre, yukarıda geçen miktarların üretilmemesi halinde, bütün dünyanın ekonomisi ve sanayisi felce uğrayacak kadar krizlerle karşı karşıya kalacaktır. Şimdi, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere Batılı sömürgeci devletlerin Körfez ve Ortadoğu petrolüne neden bu denli göz dikerek el koyup bölgede yerleşmek istemeleri ve yine dünyaca ünlü petrol firmalarının Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Irak gibi petrol üreten devletçiklerle neden bu kadar uzun vadeli anlaşmalar yaptıkları daha da iyi anlaşılmış oluyor.
Çöl Tilkisi adını verdikleri operasyonun komutanı Norman Shfarskof, Amerika'nın 1991'de Irak'a düzenlediği saldırı ile ilgili olarak kendisine bir gazeteci tarafından, Amerikan güçlerinin Körfeze gelmelerinin nedeni sorulduğunda şöyle diyor: "Biz, Allah'ın yaptığı hatayı düzeltmek için geldik. Bu hata ise petrolü Araplara vermesidir."
Nitekim son Irak işgali sonrası ABD ile Irak’ın atanmış yönetimi arasında Kasım 2008'de bir anlaşma imzalanmış, bu anlaşmaya göre, Irak'taki Amerikan kuvvetlerinin 2011'in Aralık ayının sonuna kadar tamamen çekilmesi öngörülmüştür. Gerçekte ise; ABD’nin çekilmesi konusu tamamen aldatmacadan ibarettir. Irak’ta şu an resmi rakamlara göre 47 bin askeri bulunmaktadır. Bugün özel şirketler ile birlikte Irak’ta 106 bin ABD askeri bulunmaktadır. Yine Irak hükümeti 7000 özel güvenlik şirketine muvafakat vermiştir. ABD bu şirketler aracılığıyla, “güvenlik” ve “eğitim” adı altında bu bölgede kalmaya devam edecektir. Böylece ABD, Irak’ta nüfuzunu iyice yerleştirecektir. Öte yandan, Irak anayasasında kabul edilen petrol yasına göre BP, Shell ve Exxon gibi petrol devlerine ülkedeki petrol alanlarında yatırım yapma ve 30 yıl boyunca petrol çıkarma hakkı tanınmıştır. İşgal sonrası Irak petrolünün aslan payını ABD ve İngiltere almıştır. Batılı şirketler, 30 yıl boyunca petrol çıkarma hakkına ve yatırım maliyetlerini çıkarana kadar da petrol gelirinin yüzde 75′ine sahip olmuştur.
Ortadoğu’nun Filistin’de saplanmış bir hançer olan Yahudi varlığıyla ilişkisine gelince; Ortadoğu sorununun ekseni haline gelmiş sadece bu Ortadoğu bölgesinde değil tüm dünyada istikrarsızlığın sebebi olmuştur. Bu husus batılıların kendileri tarafından da itiraf edilmekte ve şöyle demektedirler. Batıyı uykusuz bırakan İslam dünyasına ait meselelerin %90’ı Filistin’de yani İslam dünyasının kalbinde bir Yahudi devletinin bulunması sorunundan kaynaklanmaktadır.
Filistin Müslümanların târihinde; Rasülü’nü el-Mescid-il Harâm’dan el-Mescid-il Aksâ’ya geceleyin yürüterek Beyt-ul Harâm’ına tek bir bağ ile bağladığı günden beri, bir inci olarak başlamıştır. Allah [Subhânehu ve Te’alâ] şöyle buyurmuştur:Bir gece, (Muhammed) kulunu Mescid-il Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-il Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. [el-İsrâ 1] İşte bu şekilde orayı, mübarek, tertemiz bir toprak kılmıştır.
Böylece Allah [Subhânehu ve Te’alâ] Hicretten on altı ay sonra el-Kâ’bet-ul Muşerrafe’yi Müslümanların ikinci kıblesi yapıp oraya döndürmeden önce, Beyt-ul Makdîs’i Müslümanların ilk kıblesi yaparak Müslümanların kalplerini Filistin’e bağlamıştır.
Filistin, İkinci Râşid Halîfe ‘Umer İbn-ul Hattâb [RadiyAllahu ‘Anh] zamanında, Hicrî 15. yılda fethedilip henüz İslam’ın Sultası altına girmemiş iken, Sefronius orayı Halîfeye teslim etmeden önce, oradaki Hıristiyanların talebi üzerine, “Yahudilerin Filistin’de yaşamalarına izin verilmeyeceğini ifade eden” ve “el-‘Umeriyye Ahitnâmesi” denilen meşhur ahitnâmeyi ona vermiştir.
İngiltere dünyanın değişik bölgelerindeki Yahudilerin Filistin’e göç etmelerini sağlayacak icraatlara imza attı. Onları eğitti ve silahlandırdı. Sonra İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler kuruldu ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun çıkardığı 29.10.1947 târihli 181 sayılı Taksim Kararı yayınlandı. Bu karar Filistin’i, yerli halkı ile ona saldıranlar arasında bölüştürüyordu. İngiltere işin alt yapısını tamamen hazırladıktan sonra bu defa Filistin’in büyük bir bölümünün Yahudilere teslim edilmesini ve orada onlar için bir devlet kurulmasını kararlaştırdı. Bu amaçla dışarıdan bir tezgâh hazırlayarak, Yahudilerin Filistin’de bir devlet kurmalarını güya engellemek istedikleri bahanesiyle o zamanki Arapların yedi ajan yöneticisi ile Yahudiler arasında göstermelik bir savaş çıkarttı ki neticede Yahudiler, yedi Arap ordusunu hezîmete uğratmış görünsünler! Böylece onlara, o “üzerlerine zillet ve meskenet damgası vurulmuş” Yahudilere hiç hak etmedikleri halde çok güçlü ve cesur oldukları imajını kazandırdılar. Öyle ki bölgedeki Arap yöneticiler, Yahudiler artık tek savaşta yedi orduyu püskürtebildiklerini îlan edebilsinler diye geri çekilme hediyesini [Filistin’i] onlara hîbe ettiler! Yahudiler de bunu Bağımsızlık(!) Savaşı diye isimlendirdiler. Nihayetinde 15.05.1948’de onlar için bir devlet îlan edildi.
Ardından Sömürgeci devletler, bu metamorfoz [aşağılık maymunlara dönüştürülmüş Yahudilerin kurduğu] devleti süratle tanımaya koştular. Dönemin büyük devletleri; Amerika, Rusya, İngiltere ve Fransa onu tanımada birbirleriyle yarıştılar. Daha sonra da bölgede nüfuzu bulunan Sömürgeci Kâfir devletler, özellikle İngiltere ve Amerika, sonraları “Ortadoğu Krizi” adını verdikleri Filistin meselesi hakkında projeler çizmede birbirleriyle yarıştılar. Tüm bu projeler, Yahudi varlığının kucaklanması ve ona, bölgedeki tüm diğer devletlerin ağırlığından daha üstün bir ağırlık verilmesi yoluyla, bu devletlerin çıkarlarına hizmet edilmesini sağlamak içindi. Sömürgeci Batı, bu Yahudi varlığını bağrına basmakla birçok hedefi gerçekleştirip Müslümanların beldelerinin kalbine zehirli bir hançer saplamışlardır.
Dolayısıyla, Ortadoğu’yu “sorun” haline getiren bilcümle Batı dünyasıdır ve İslam Ümmeti’nin geleceğinin ipotek altına alınması konusudur. Bölgedeki Müslüman halklar nezdinde Yahudi Varlığı’nın resmen tanınıp, ileri karakol olarak güvence altına alınması, Batı’nın nüfuzunun ve sömürüsünün devamı, Batılı değerlerin bölge Müslümanlarına zerk edilmesi meselesidir. İslam Ümmetinin Batı boyunduruğundan kurtulma azmi ve potansiyeli sürdükçe Ortadoğu, Batı’nın “sorunu” olmaya devam edecektir.
*Yazar
SON VİDEO HABER
Haber Ara