Escobar: 'Türkiye: Dansın Sultanları'
Türkiye’nin çok-eksenli rolleri (Doğu’yla Batı arasında enerji köprüsü, yeni Arap dünyası için model, Avrasya’daki Yeni Büyük Oyun’daki anahtar oyunculuğu) artık her zamankinden çok daha fazla önemli.
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-04-07 11:17:05
Türkiye: Dansın Sultanları**
Pepe Escobar* / TİMETURK
Mart ortasında Doha’da yapılan 6’ncı El-Cezire Forum’unda Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dikkat çekici bir konuşma yaptı. 2011 Arap Devrimleri’nin “tarihin doğal akışını yeniden sağlamak için gerekli” olduğunu öne sürdü. Ona göre, sömürgeciliğin (Şam ve Bağdat arasındaki tarihi bağları bozan) ve Soğuk Savaş’ın (Türkiye ile Suriye’yi düşman hale getiren) bölme stratejisi gibi “aykırılıklar” düzeltilmeliydi. Sıradan bir Arap’ın tarihi değiştirebildiği an, “zamanı gelmişti”, dedi.
Davutoğlu, “saygı ve itibar” isteyen Orta Doğu halklarına kulak verilmesi gerektiğini de vurguladı. Şeffaflık, hesap verebilirlik, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ile (özellikle Libya ve Yemen’i kastederek)“ülkelerimizin ve bölgemizin toprak bütünlüğünün” korunma ihtiyacının altını çizdi.
Arkasından yine Mart-ortasında İstanbul’da Değişim Liderleri zirvesi vardı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi “sosyal adalet temelli demokratik sosyal bir devlet” olarak tanımladı. Aynı zamanda 2011 Büyük Arap Devrimi’ni gerçekte savunmayan, en azından ayak direyen Batı’yı eleştirirken kelimeleri seçmedi. ABD’nin Irak’ı işgali gibi Libya’nın işgali dürtüsüne karşı da uyardı. Eğer Libya’da bir rejim değişikliği olacaksa bu içeriden gelmeliydi, dış müdahaleyle değil.
Erdoğan aynı zamanda, tarihin sonu, medeniyetler çatışması ve terörle savaş gibi çuvallamış kavramları imha edecek zamanı da buldu. Bu arada Davutoğlu, “Arap halklarının demokrasiyi hak etmediğiyle İslamcı radikalizmi önlemek ve mevcut durumu korumak için otoriter rejimlere ihtiyaç olduğuna” inanan Batı’yı ağır şekilde suçluyordu. Vardıkları sonuç: Orta Doğu’da bugün olan bitenler, “küresel, siyasi, ekonomik ve kültürel yeni düzene” giden yolun umudunun hala yaşadığını gösteriyor.
Kendinize bölgesel bir liderlik ve Batı ile Doğu arasındaki nihai köprü konumu istiyorsanız, konuşma şekliniz bu olmalı. Erdoğan, Arap dünyası halkları arasında ahlaki yüksek avantajı zaten elde etmişti. Daha en başından, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’ten bırakmasını açıkça istedi. Ardından Kazablanka’dan Muskat’a kadar herkes yeni Arap dünyası için Türkiye modelinden bahseder oldu. Fakat sonra Libya çıktı.
Türkiye’nin Libya’da milyarlarca dolarlık yatırımı bulunuyor, (birkaç gün içerisinde tahliye ettiği) 20 bin üzerindeki işçisinden bahsetmeye bile gerek yok. Ankara, yeni olası bir Libya için Batı’nın nasıl bir güç oyunu oynadığının da farkında. Kuzey Atlantik Paktı Organizasyonu (NATO) içerisinden Türkiye, insani yardım ulaştırmada en ön safta yer alırken Birleşmiş Milletler 1973 sayılı kararını güçlü şekilde kınadı. Tüm bunlar Türk iş çevresi Libya’ya dönmeye hazırken oldu.
Bu hamleler, hiç yoksa mahir bir diplomatik oyunu anlatıyor. Soru kaçınılmaz: Türkiye gerçekten neyin peşinde?
Tam yol ileri
Almanya’dan fazla nüfusu, birinci-sınıf ordusu ve iyi üniversiteleri aracılığıyla yumuşak güç uygulama yeteneği, güçlü ve çeşitlendirilmiş ekonomisi, teknik know-how’u ve iktidardaki partinin demokratik İslam markasının “satabilme” yeteneğiyle Türkiye, 2050’den önce 3’ncü Avrupa gücü ve 9’ncu dünya gücü olacak.
Yakında Türkiye, yükselen güçler (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) grubu BRICS’in tam üyesi olabilir. Geçen yıl Brezilya’daki zirvede, “BRICTS” ciddi olarak tartışıldı.
Kaşların kalkmasına şaşmamak gerek. Yüzyılların tarihi yükünden ileri gelen Batılı kavram yanılgısı, Doğu Akdeniz’den Batı Çin’e, Balkanlardan Orta Doğu’ya (Tanrı korusun, Kudüs’ün Özgürleştiricisi bile olmaya kalkabilir) gayri resmi bir imparatorluğu yöneten neo-Osmanlı sultanı ve hevesli bir Halife olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Erdoğan’ından korkuyor.
Büyük 2011 Arap Devrimi’nden önce, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın kaşları özellikle etkilenmişti. WikiLeaks SızıntıGate’nin en tahripkâr ifşası, inancını yaşayan bir Müslüman olarak İran’la siyasi ve ciddi ilişkiler kuran ve Irak’tan Orta Asya’ya bölgesel konularda Washington’dan bağımsız hareket eden Erdoğan’ı güvenilmez ve “Amerikan-karşıtı” olarak nitelemesiydi.
Başkan Barack Obama, geçtiğimiz Aralık ayında Erdoğan’ı nezaketen aramak zorunda kaldı. Başka zamanlarda, o arama ABD’yi destekçisi bir Türk başkanının askeri bir darbeden korkmaması gerektiğinin ince bir iması olarak kabul edilirdi. Ancak artık çok-kutuplu zamanlardayız… Eğer Dışişleri Bakanlığı Türklerin yarım binyıl Bab-ı Ali (Osmanlı İmparatorluğu’nun Baş Veziri’nin Saraya Giriş Kapısı) hâkimiyetindeki bölgeyi girift üstlenişini anlamaya çalışma zahmetine girseydi…
Doğuya doğru genç Türk
Olay asla Amerika’nın Türkiye’yi kaybetmesi değil ne de Erdoğan’ın neo-Osmanlı halifeliği. (Her ne demekse) Olay, Türkiye’nin stratejik derinliğini anlamakta yatıyor. Hepsi tek bir kitapta, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu adlı kitapta toplanmış. O zamanlar Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü ve bugünün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2001’de yazdığı kitapla ilgili her şey.
Davutoğlu, 13’ncü yüzyıl Sufi şairi Rumi’nin (Bu arada, “Anadolulu” anlamına gelen Rumi, Belhli bir Afgan) metfun olduğu Anadolu’nun merkez-güney steplerinden, Konya’dan geliyor. Konya aynı zamanda AKP Partisi’nin de kalbi. Fakat İstanbul ve Ankara’daki geleneksel, laik elitlere kafa tutan Anadolu ve Karadeniz şehirlerindeki yeni siyasi/dini elitin dünya görüşünü ifadesinden ziyade, “neo-Osmanlı Kissinger”in kitabı, var olan Ankara jeopolitiğinin yaşayan dışavurumu.
Davutoğlu, Türkiye’yi üç eşmerkezli çember içerisine koyuyor. 1) Balkanlar, Karadeniz Havzası, Kafkaslar 2) Orta Doğu ve Doğu Akdeniz 3)İran Körfezi, Afrika ve Orta Asya. Yani Türkiye’yi Hazar Deniz, Karadeniz, Kızıldeniz ve İran Körfezi’ne erişen seçkin bir geçiş noktasına yerleştiriyor.
Eski iki-kutuplu dünyada, Ankara pasif bir aktör yani ABD/NATO’nun salt silahlı bir gücüydü. Bugün artık Türkiye, Orta Doğu’da anahtar bir oyuncudur. Davutoğlu’nun sözleriyle; “Burası bizim evimiz”. Etki alanlarına bakarsak, Türkiye en az 8 yerde mevcut: Balkanlar, Karadeniz, Kafkaslar, Hazar, Türk Orta Asya, İran Körfezi, Orta Doğu ve Akdeniz.
Pentagon dışında birçokları, Müslümanların küresel deniz yollarının sekiz stratejik boğazını kontrol ettiğini bilmez. Çanakkale, Boğaziçi, Süveyş, Babül Mendep, Hürmüz, Malakka, Sonda ve Lombok. Ayrıca Cebelitarık’taki hisseler.
Tüm bunları perspektife yerleştirmek için Davutoğlu bir formül öneriyor: neo-Osmanlıcılık + pan-Türkizm + İslam = Büyük Türkiye
Neo-Osmanlıcık Arap topraklarına olduğu kadar Balkanlarla da bağlantılı. Pan-Türkizm ise Orta Asya ile ilgili. İslam, Fas’tan Malezya’ya tüm İslam topraklarını Darül İslam’la ilişkilendiriyor. Bu, Rus stratejicilerinin “yakın çevre” olarak adlandıracağı şey. Almanya, Avrupa’da nasıl özerk ve merkezi bir güç ise, Davutoğlu Türkiye’nin de aynı rolü doğuda uyguladığını vurguluyor. Her şey kültürel ve ekonomik taşıyıcılara/vektörlere (yumuşak güç, silahsız) dayanıyor.
Stratejik derinlik hakkında şüpheler de var. (Türkiye’nin Stratejik Derinliği’ndeki Tehlikeler, AsianTimes, 22 Haziran 2010). Fakat anahtar nokta ekonomik terimlerde yatıyor. Türkiye, yeni bir Çin olmaktan fazla bir şeyi sevemez herhalde. Bunun olabilmesi için, Rus, Hazar-Orta Asya, Irak ve İran petrol-gazını Avrupa’ya ihraç edecek nihai stratejik kavşak Boruistan’ı şeklinde Anadolu’yu yapılandırmak zorunlu.
Burası tam da en büyük ticaret ortağı Almanya’yla kavuştuğu yer. Fakat önlerindeki yol uzun ve rüzgârlı. Transatlantik Eğilimler 2010 Araştırması’na göre Türklerin yüzde 38’i ve Avrupalıların yüzde 23’ü Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne bir gün kabul edileceğine inandığını ortaya koydu. Bu Türkiye’nin Avrupa’dan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Sadece farklı bir strateji uyguluyor.
Can alıcı nokta, Davutoğlu’nun Türkiye ile İran arasındaki ortaklığı Fransa ve Almanya arasındakiyle denk tutması. Geçen yıl BM Güvenlik Konseyi’nde aşırı-stratejik İran nükleer dosyasıyla ilgili Washington, Londra ve Paris’e karşı Ankara ile Brezilya arasındaki bağlantının analizi için bu dikkate alınmalı.
Ankara’daki Davutoğlu çevresi, Oryantalistlerin Orta Doğu dedikleri yerin yarım binyıldan fazla süre Osmanlı-Safevi rekabetine münhasır bir arena olduğunun da yeterince farkında.
İran’a yakın Suriye, kritik bir durum. Ankara, Şam’a reform yapma ve hızlı olma tavsiyesi veriyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sözleriyle: “Akdeniz sahilinde kapalı bir rejim olamaz. (Beşşar) Esad da bunun farkında. Deneyimlerimizi paylaşıyoruz ve Suriye’de karışıklık istemiyoruz”.
Ankara, Suud Hanesi’nin Tahran’la artan yakın ilişkilerden ödünün koptuğunun da farkında. Buna rağmen birçok yıl Cidde’de yaşayan Gül, Suudilerin nasıl düşündüklerini gayet iyi bilir. Ek olarak Osmanlılar, Orta Doğu’daki mezhepçiliğin gücüyle ilgili bilinmesi gereken her şeyi de vakıftır. Güç-politikasının sıkı bir işareti; Ankara’nın Suudilerin Bahreyn’i işgal etmesine karşı çıkmaması. (evet, birazcık)
Patlayıcı bir mahalle
Şu an için Büyük 2011 Arap Devrimi’nin tozuyla gömülü olan önemli bölgesel bir gerçek, Ankara’nın Tahran’ı, Orta Asya’ya ve İran Körfezi’ne açılan altın bir kapı olarak görmesi. Türkiye, İran ve Filistin sorunlarının (Mavi Marmara’nın ardından Erdoğan’ın “Gazze’nin Kralı” olarak bilinmesine şaşmamak gerek) her ikisinde de güçlü ve kaçınılmaz bir aktör haline geldikçe bu Washington, Kudüs ve Amerikan Arap uydu devletlerinin önünde daha fazla karışıklık anlamına geliyor.
Davutoğlu düsturu “komşularla sıfır sorun”. Bu ne tehlikeli bir komşuluktur. Türkiye’de Azerbaycan’dan çok Azeri, Ermenistan’dan daha fazla Ermeni, Arnavutluktan daha fazla Arnavut, Bosna’dan daha fazla Bosnalı ve Irak Kürdistan’ından daha fazla Kürt var. Bunların hepsi potansiyel barut fıçısıdır.
Örneğin ekonomik olarak Ankara, Irak Kürdistan’ında çok etkindir. Fakat aynı zamanda güney Anadolu’daki Türk kuvvetlerine tazelenen saldırıları arkasında ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve İsrail Mossad’ın olduğuna dair kâfi kuşku vardır.
Irak Kürdistan’ı başkenti Erbil, Türk giysileri ve içecekleriyle doludur. (Irak’ın güneyindeki Şii Basra’da İran yapımı Saipa ve Peugeot arabaları hâkimdir ve İran hacıları Kerbela ve Necef’in ekonomisini döndürür). Türkiye, Irak Kürdistan’ında oteller, emlak, endüstri ve enerji sektörlerinde en büyük yatırımcı. Türkiye, toplam yabancı yatırımın yüzde 55’ini elinde tutuyor. Türk petrol firması TPAO, Irak’ın iki gaz alanını işletiyor. Türkiye ve İran, Bağdat’ta daha fazla etkin olabilmek için kıyasıya rekabet ediyor.
Ruslar geliyor
Daha önce Boruistan yazılarında dikkat çektiğim gibi, Türkiye yanı zamanda Kafkas komşularını içeren aşırı dengeli bir oyun oynamak durumunda. En basitinden Rusya’yı düşmanlaştırmayı kaldıramaz.
Özetle eski Soğuk Savaş düşmanları Türkiye ve Rusya, birlikte Kafkasları ve Orta Asya’yı yönetmek için bir yol arıyor. Fakat aynı zamanda gözleri Orta Doğu ve Balkanlar’a da çevrili. Bu girift evrim ABD genişlemesini ve radikal İslam’ı kontrolünün sınırlanması, her şeyin Boruistan’a emrine verilmesi anlamına geliyor. Washington için Rusya ve Türkiye’nin stratejik ortaklığı yutulması zor bir lokma.
Moskova, Rusya’yı atlayarak Boruistan’ı inşa etmeye dair Batılı takıntıyı önlerken Avrupa’ya ve Orta Doğu’ya enerji pompalaması için Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor. Nihayetinde Rusya, Avrupa enerji piyasalarını, Avrupalı üreticileri ve ikmal hatlarını tekelleştirmek istiyor. Bunun Türkiye-Rusya stratejik ortaklığında muazzam sorunlara neden olacağına şaşırmamak gerek.
Ankara, Moskova’nın anahtar gaz transit ülkesi olarak Avrupa’yla çok fazla kozu olduğunun farkında. Ancak Brüksel umutsuzca, Erzurum’u Viyana’ya bağlayacak sorunlu Nabucco boru hattını istiyor. Moskova, Bulgaristan üzerinden Güney Akım’ı destekliyor. Olası bir çözüm Türkmen gazının Türkiye’ye Rusya üzerinden ulaşması. Fakat bu çeşitlendirme olmayacağı için Avrupalılar ve Amerikalılar karşı çıkıyor.
Rusya, Türkiye’nin bir numaralı ticaret ortağı. İhracının yüzde 70’i enerji, yüzde 20,5’i metal ve yüzde 3’ü kimyasal ürünler. Rusya, Türk inşaat firmaları için yüzde 25 dış pazarı temsil ediyor. Türkiye, Ruslar için turizm Mekke’si. (vize gerekmiyor). 20 milyarlık Rus yapımı nükleer santral (TBMM’de onandı), Türkiye’de yapılıp 2019’da tamamlanacak.
Tüm bunlar Pan-Türkizm, (Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar Türk dünyasını bir araya toplama dürtüsü) sona erdiği için mümkün hale geldi. Rus-Gürcistan-Osetya 2008 Savaşı’nın ardından her şey önemli şekilde değişti. Moskova kazandı. Gürcistan, NATO’ya elveda dedi. Ankara, mesajı aldı.
Yeni yapılanma oldukça anlamlı. Enerji terimleriyle, Türkiye Rusya’ya yüzde 80 oranında bağımlı. (Gazprom yüzde 63 gazını ve yüzde 29 petrolünü sağlıyor) 1997’de, Karadeniz’i geçen ve Samsun’a ulaşan Boruistan Mavi Akım imzalandı. Batı kolu, Bulgaristan’a ulaşıyor. Artık Mavi Akım 2 için dahi yer var. Lübnan, Suriye, Kıbrıs ve hatta İsrail’i bağlayan bir gaz hattına.
Arkanıza yaslanıp akıntıya bırakın
Fakat en sıkıntılı Türkiye-Rusya oyunu, Güney Akım. Rus limanı Beregovaya’dan başlayan Güney Akım, Karadeniz’deki Türk karasularından geçerek Bulgaristan’ın Varna terminaline oradan da İtalya ve Avusturya’ya ulaşıyor.
Aslında, Moskova, Güney Akım’ı, trans-Karadeniz sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) projesiyle değiştirme fikriyle oynamaya başlayana kadar sıkıntılı bir oyundu. (Bkz. Güney Akım kaybolabilir, AsianTimes, 18 Mart 2011). Bu Türkiye-Rusya enerji ilişkisinin ne kadar hafifmeşrep olduğunu ispatlıyor.
Paralel (sarsıcı) bir rotada, Ankara da asla-bir-daha-ele-geçmez Nabucco’nun alternatifinde de iş başında. Nabucco sadece öngörülen kapasitesinin büyüklüğü nedeniyle değil aynı zamanda Türkmenistan, İran ve Irak’la (Boruistan’da her şeyi alaşağı etme potansiyeline sahip) aşırı girift müzakereler içerdiği için de önemli.
Ankara’nın Avrupa’yla enerji matrisi altında ilişkileri geliştirmenin ve bölgesel işbirliği hayalleri kurduğu artık bir sır değil. İran da Türkiye üzerinden daha fazla gaz ihraç etmek istiyor. Sadece Güney Fars’taki devasa sahada kendine ait olanı değil Türkmen gazını da göndermek istiyor.
Buna Avrasya’daki Yeni Büyük Oyun’un sabit fikstürü diyebilirsiniz. Ankara, İran ve Türkmen gazını Avrupa’ya sağlamak için Tahran’ın yanında oynuyor. Her ikisinin de jeopolitik benzeşimleri bulunuyor. İkisi de Kürt ayrılıkçılığına karşı savaşıyor. Erdoğan ve Ahmedinecat, doğal gazı Avrupa’ya getirecek ABD-destekli Kafkas koridoruna tek alternatifin İran olduğunu gayet iyi biliyor. Sadece Hazar’ın Türkmenistan tarafına değil aynı zamanda devasa Türkmen Devletabad sahasına (İran’daki Meşdad yakınlarında) ve Erzurum bağlantısına sahip.
Tahran’ın Ankara için eşsiz bir jeopolitik role sahip olduğu gerçeğiyle yüzleşmek için Washington’a ne gerekiyor? Bir Hazar devleti olarak İran, Türkmen gazını Avrupa ağlarına, Hazar Denizi’nin (göl mü yoksa deniz mi?) aşırı-karışık yargısal konumunu çözmeden aktarabilir. Sonuç olarak: Eğer Türkiye, İran’a yaklaşmazsa Avrupa’ya akacak Türkmen gazında treni kaçırabilir. Bu Avrupa’nın Rusya’ya daha bağımlı hale gelmesine neden olacak.
Türkiye’yi Doğu ile Batı arasındaki nihai enerji köprüsü olarak konumlayarak Davutoğlu, büyük Vegas kumarbazı gibi davranıyor. Eğer para sizin değilse, oyuna dâhil olmak için bir yol bulmalısınız. Türkiye petrolünün yüzde 93’ünü ve gazının yüzde 97’sini ithal ediyor. İthal edilen gazın yüzde 55’i aşırı pahalı elektriği üretmek için kullanılıyor.
Enerji arzı, Rusya, Hazar ve Orta Doğu’da yer alıyor. Avrupa Birliği’nden (AB) ve Akdeniz üzerinden dünya piyasalarına talep de orada bulunuyor. Dünyanın hidrokarbon kaynaklarının en az yüzde 72’si de yanı başında. Ankara’nın “stratejik sinerji” hayalleri kurmasına şaşmaya gerek var mı?
Hani benim enerji içeceğim?
Bir kez daha, kritik siyasi soru; Rusya, İran ve Suriye’yle sürekli yakınlaşırken ve hızlı-değişen Orta Doğu boyunca liderlik (ve model olarak görülen) iddia eden Türkiye’nin yeni hassas konumlanması geleneksel müttefikleri ABD, AB ve İsrail’le ciddi sürtüşmeleri beraberinde getirip getirmeyeceği.
Buna rağmen anahtar nokta enerji, ideoloji değil. İran’ın uranyum zenginleştirmesiyle ilgili geçen yılki Türkiye-Brezilya arabuluculuğu; Şah Deniz gaz sahasındaki anlaşmaları içeren Azerbaycan’la iyi ilişkiler; Irak’taki Kürt bölgesel yönetimiyle iyi ticaret gibi gelişmelerin tamamı üst tema enerji altında toplanıyor.
Bu yüksek bahisli oyunda, bazı Avrupalı hükümetler diğerlerine göre daha mahir. Eğer eski ABD Başkanı Bill Clinton’u nirenginin kralı zannediyorsanız, İtalyan Başbakanı Silvio “Bunga Bunga” Berlusconi’yi henüz görmediniz demektir. İtalya, Türkiye ve Rusya arasındaki üçgen Boruistan ilişkisi artık bir klasik. Geçen yıl Seul’daki 20’ler Zirvesi’nde Berlusconi, Erdoğan ve Medvevev, sadece Boruistan’ı konuşmak için üçlü zirve için inzivaya çekildi.
Gazprom yönetim kurulu üyelerinden biri Romanya günlük yayın organı La Repubblica’ya, Gazprom’un Avrupa’ya yayılması karşılığında Başbakan Valdimir Putin’in Berlusconi ve İtalyan ENI enerji devine Kazakistan’daki Hazar gazının sömürülmesi kapısını açtığını söyledi. (Bu özellikle “yeni” ya da Kaddafi’siz Libya’da kapanma riski bulunan ENI’nin şu an çok hoşuna gidiyor olmalı)
Türkiye şimdi Boruistan’ı sadece doğu-batı ekseninde değil kuzey-güney ekseninde de geliştirmek istiyor. Bu en az 9 ülkeyle girift ilişki ağı anlamına geliyor: Rusya, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Mısır. Hatta 2011 Büyük Arap Devrimi’nin öncesinde Kahire, Amman, Şam, Beyrut ve Bağdat’ı birbirine bağlayacak Arap Boruistan’ına dair ciddi görüşmeler yapılıyordu. Bu, herhangi bir “barış süreci”, “rejim değişikliği” ya da hatta barışçıl ayaklanmadan daha fazla yeni bir Orta Doğu yaratıp birleştirmede daha çok işe yarayacaktır.
Buna rağmen ufuktaki ciddi fırtına, bu Boruistan’ı kayalara fırlatabilir. Avrupa, Orta Doğu ve Asya’ya yerleştirilecek ABD’nin füze kalkanı projesi. Büyük 2011 Arap Devrimi olayı biraz ötelemiş olabilir ancak kesinlikle yok olmadı.
Washington, NATO-kontrolündeki füze kalkanını Avrupa’ya yerleştirmek için İran’ı suçluyor. Sağlıklı bir kinizm, bunun yerine bir Avrupa kalkanının Rusya’yı ve Asya kalkanın da Çin’i hedef aldığını söylerdi. Fakat yine, İran’ı, daha küçük ölçekte Suriye’yi hedef alan NATO füze kalkanının Türkiye’ye yerleştirme olasılığı var. Geçen yıl Brüksel’deki NATO zirvesinde tartışılan Pentagon/NATO hamlesinin, Ankara’yı siyasi bir kargaşa içine gömdüğüne şaşmamak gerek.
Davutoğlu’nun kitabından yıllar sonra, geçen yıl Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı’nın yayınladığı resmi Türk enerji stratejisi, enerji ve gazın nakliyesinin beş stratejik temadan biri olduğu görülür. Yeni Türk dış politikası, anahtar enerji teması etrafında gerçekçi değerlendirmelere dayanıyor görünüyor. Ne tarafından bakarsak bakalım bu, jeopolitiğin, kamu-özel sektör yatırımlarının karmaşık bir labirenti. Bu stratejiyi parçalara ayırmak için füze kalkanından fazlasına ihtiyaç olacaktır.
Türkiye’nin çok-eksenli rolleri (Doğu’yla Batı arasında enerji köprüsü, yeni Arap dünyası için model, Avrasya’daki Yeni Büyük Oyun’daki anahtar oyunculuğu) artık her zamankinden çok daha fazla önemli. Dansın(Swing) Sultanları, gerçekten de öyleler…
**Dire Straits’in Sultans of Swing (Dansın Sultanları) adlı parçasına gönderme. Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitiği anlatmak için yazar, bir dans-müzik(swing) terimi kullanmış. (ÇN)
*Pepe Escobar: Gazeteci-Yazar. Küreselleşme: Küresel Dünya Nasıl Savaşta Eriyor? (Nimble Kitapları, 2007) ve Kırmızı Bölge Mavileşirken: Dalgalanan Bağdat’tan Bir Enstante adlı kitaplarının yazarı. Obama Küreselleşme Yapar (Nimble Kitapları, 2009) yeni çıkan kitabıdır.
Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.
SON VİDEO HABER
Haber Ara