Jacques N. Couvas*
Türkiye’nin, iki hafta boyunca Müttefiklerin Arap dünyasında yaşananlara yapacağı herhangi bir müdahaleye son derece karşıyken, Perşembe akşamı bir anda NATO’nun Libya müdahalesine hatırı sayılır bir katkı yapmak için 180 derecelik bir dönüş yapması, Ankara’nın Kuzey Afrika’da yaşanan sorun karşısındaki duruşunu daha karmaşık hale getirdi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24 Mart Perşembe günü gerçekleştirdiği kapalı oturumda, NATO’nun Libya hava sahasını her türlü uçuşa kapatmaya ve ülkedeki hükümet karşıtı isyancılara karşı savaşan Muammer Kaddafi güçlerinin hareketliliğini kısıtlamayı amaçlayan diğer önlemlere izin veren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1973 Nolu kararını uygulama planına Türkiye’nin askeri katılımı yönünde karar çıktı.
Ankara tarafından önerilen Türk Deniz Kuvvetleri katkısı dört firkateyn, bir destek gemisi ve bir denizaltıdan oluşuyor. Diğer beş ülkenin her birinin yalnızca bir gemi vermesi, Türkiye’nin katkısını daha da dikkat çekici yapıyor. İtalyan komutası altındaki NATO Deniz Kuvvetleri’nin görevi Libya kıyılarından Kaddafi güçlerine silah ve mühimmat desteği yapılmasını önlemek olacak.
Bir başka sürpriz de Cuma günü geldi; Ankara NATO’ya İzmir’deki Hava Kuvvetleri üssünün müttefiklerin uçuşa yasak bölge operasyonunun yürütüldüğü ana üs olarak kullanılmasını önerdi.
Dragan, Tlaxcala
Perşembe günkü oylama sırasında, çoğu muhalif partilerden ve sivil toplum kuruluşlarından yüzlerce gösterici TBMM ve ABD Büyükelçiliği önünde eylemler yaparak, Orta Doğu’daki kriz nedeniyle Türk üst düzey yöneticilerle toplantılar yapan NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı ABD’li Oramiral James Stavridis’in Ankara’daki temaslarına ve Türkiye’nin savaşa müdahil olmasına itiraz eden sloganlar attılar.
Güvenlik Konseyi’nin 1973 Nolu kararı 17 Mart’ta 10 lehte, 5 çekimser oyla ( Brezilya, Çin, Almanya, Hindistan ve Rusya) 55 dakikalık bir oturumda kabul edildi. Karar rejim değişikliği yetkisini kısıtlıyor. Ancak bu yalnızca Çin ve Rusya Güvenlik Konseyi’ndeki veto haklarını kullanarak kararın önünü kesmesinler diye yapılmış bir hamle.
Türkiye Libya’da iç savaş durumu oluştuğundan bu yana, kendisi Avrupa ve ABD’ye karşı olan Arap kamuoyundan gelebilecek ters tepkilerden çekindiği için, batılı güçleri çatışmanın dışında kalmaları konusunda etkilemeye çabalıyor.
Güvenlik Konseyi tarafından yapılacak bir oylamayı önlemek için, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 14 Mart günü “Libya’ya yapılacak herhangi bir askeri müdahale faydasız ve son derece riskli olacaktır” dedi ve bu duruş Libya’da acil bir ateşkese çağıran ve uçuşa yasak bölge operasyonu da dahil her türlü askeri dış müdahaleye karşı olduğunu söyleyen daha sonraki konuşmalarında da sürdü.
Ama görünen o ki, BM kararının geçmesinden iki gün sonra, Britanya desteğiyle Fransızların öncülüğünde bombardımanın başlaması Ankara’nın strateji değişikliğinde önemli bir rol oynadı.
Britanya, Kanada, Fransa da dahil az sayıdaki batılı güç arasında bir koalisyonun oluşması ve ABD Başkanı Barack Obama’nın da ülkesi adına, en azından geçici olarak, bu koalisyonda hayati bir rol üstlenme kararı satranç tahtasındaki dizilişi değiştirdi.
Türkiye’nin dış politikası, İsrail’in 2008 Aralık ayında Hamas’a karşı Gazze Şeridi’ne yaptığı askeri operasyondan bu yana, Ankara’nın müslüman dünyasıyla ayrıcalıklı ilişkilerinden de destek alarak, Orta Doğu’da bölgesel bir politik güç olmayı hedefliyor. Bu politika, İsrail’le pek çok askeri bağın kopmasına neden oldu, iki ülke arasında diplomatik soğuk savaşa yol açtı ve sonuçta Erdoğan’ın Ortadoğu’daki popülaritesini epeyce arttırdı.
Türkiye’nin siyasi gözlemciler tarafından Yeni-Osmanlıcılık olarak nitelendirilen yeni bölgesel politikası, Ankara’nın geçen Aralık ayından bu yana Arap Dünyası’nda yaşananlar karşısındaki ılımlı ve uzlaştırıcı tavrında belirleyici oldu. Erdoğan ve Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Mısır, Libya, Bahreyn ve Suudi Arabistan da dahil, isyanların koptuğu ülkelerdeki ulusal liderlere tavsiyelerde bulunarak aşırıya kaçmama ve demokratik reformları teşvik etme konusunda hayli aktif bir diplomatik çaba içerisine girdiler.
İdeoloji böylesi bir diplomatik hareketliliğin yalnızca görünen yüzüdür. Türkiye’nin Arap dünyasındaki ekonomik çıkarları ulusal seçimlere yalnızca üç ay kalmışken hükümetin kredibilitesi için hayati öneme sahip.
Erdoğan’ın liderliğindeki Adalet ve Demokrasi Partisi 2007 seçimlerinde oyların yüzde 47’sini alarak benzersiz bir başarı elde etti, bu başarı büyük oranda ülkede yükselen ekonomik refah sayesindeydi. Bu ekonomik refah ise membaını Ortadoğu’ya yapılan güçlü ihracatlardan alıyor; öyle ki AKP’nin 2002’de iktidara gelişinden bu yana, yüzde 600’lük bir artışla 30 milyar dolara ulaştı ki bu meblağ ülkenin toplam ihracatının üçte birine karşılık geliyor. Türkiye’nin yalnızca Libya’ya yaptığı doğrudan yatırım 15 milyar dolardan fazla.
Bu yüzden, Güvenlik Kararı’nın uygulanmasında Ankara’nın neden bu kadar endişelendiğini anlamak kolay. NATO’nun tek müslüman üyesi olan Türkiye, 1918’e kadar neredeyse 500 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Ortadoğu’da yeniden emperyalist bir role bürünmüş olarak görünmek istemiyor.
Diğer taraftan Türkiye uyguladığı Pax Ottoman politikasını bölgedeki olayların katıksız bir seyircisi olarak da sürdüremez. NATO müdahalesi içinde aktif olarak yer almak Ankara’nın yerel istihbaratlara ve müttefiklerin niyetlerine ve karar alma süreçlerine rahatlıkla ulaşmasını sağlayacaktır.
Erdoğan Perşembe gecesi İstanbul’daki konuşmasında, alelacele oluşturulan İngiliz-Fransız koalisyonunun nedenlerini sorguladı ve Libya’nın doğal kaynaklarını ele geçirmeyi amaçlaması durumunda askeri müdahalelerin ve uçuşa yasak bölge dayatmalarının hoş görülmeyeceği konusunda uyardı.
“Buralara baktıklarında sadece petrol, sadece altın madenleri, yer altı zenginlikleri görenlerin artık biraz da vicdan gözlüğüyle bu coğrafyalara bakmalarını diliyorum.” dedi Erdoğan Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe’nin modern “haçlılar”a yaptığı dolaylı göndermeye karşı açık bir öfkeyle. ("Modern Haçlılar"dan bahseden burada karıştırıldığı gibi Dışişleri Bakanı Alain Juppe değil, İçişleri Bakanı Claude Guéant'dı, Tlaxcala'nın notu)
Fransa Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma girişiminin en sert muhaliflerinden biri olarak iki ülke arasında düzenli aralıklarla gerilimler yaratmaktan geri durmuyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy Türkiye’yi 19 Mart günü 1973 Nolu kararın uygulanması üzerine toplanan Paris Konferansı’nın dışında tuttu.
Bu şartlar altında, Türkiye’nin stratejisinin iki önemli hedefi var. Bir yandan, öncelikle seçim kampanyasının ihtiyaçlarına ve bölgede bir projeye dönüştürmek istediği Türkiye modeli demokratik müslüman imajına hizmet edecek biçimde Türkiye’deki muhafazakar kitlede ve Arap sokaklarında mevcut olan batı karşıtı hislere hitap etmeyi hedefliyor.
Ama diğer yandan da, Ankara, aynı zamanda, Ortadoğu’da işini kolaylaştıracağını düşündüğü bu yeni kimliğini güçlendirmek için güçlüler kulübünün parçası olmak istiyor. Belki de Türkiye’nin Ortadoğu’da kalpleri ve bilinçleri etkileme konusundaki sürekli gayreti nedeniyle İngiliz ve Fransızların yeniden şekillenmekte olan yeni Arap Dünyası’nda iyi bir yer kapmak için yaptıkları askeri müdahale böyle hızlıca gerçekleştirildi.
Yüzyıl önce 1918’de sömürgeci güçler olarak Osmanlı’nın yerini dolduran Britanya, Fransa ve İtalya şimdi geri dönebilmek için açık bir pencere görüyorlar. Bunu silahlarla mı, zeytin dallarıyla mı yapacaklar, sorun bu.
*Jacques N. Couvas Ankara ve Genova'dan IPS için yazıyor. Couvas özellikle Doğu Akdeniz üzerine yoğunlaşan bağımsız bir siyaset yazarı ve yorumcu.
Tercüme: Bülent Kale
Teşekkürler Tlaxcala
Kaynak: http://www.ipsnews.net/news.asp?idnews=55004
Kaynak metnin tarihi: 25/03/2011