Dolar

34,9522

Euro

36,6033

Altın

3.019,59

Bist

10.058,63

Michael T. Klare: Petrol Çağı'nın çöküşü

Petrol fiyatlarındaki son yükselişi, gerçekleşecek petrol depremini haber veren zayıf ve ilk titreşimleri olarak düşünmek gerek. Ancak, petrol dünya pazarlarından yok olmayacak fakat öngörülen küresel talebi karşılayabilecek miktarlara erişemeyecek ve petrol sıkıntısı er ya da geç pazara egemen olacak.

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-04-03 10:10:01

Michael T. Klare: Petrol Çağı'nın çöküşü


Michael T. Klare*

Şu anda Ortadoğu’yu sarsan isyanlar, ayaklanmalar, protestolar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bir şey kesin: petrol dünyası sonsuza dek değişecek. Yaşanmakta olan her ne ise, bunu, dünyamızı çekirdeğine kadar sarsacak olan depremin sadece ilk titreşimleri olarak düşünmek gerek.

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce İran’ın güneybatısında petrolün bulunmasından itibaren bir yüzyıl boyunca, batılı güçler, petrol üreten otoriter hükümetlerin hayatta kalmalarını sağlamak için sürekli olarak Ortadoğu’ya müdahale ettiler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra batı ekonomilerinin büyümesi ve endüstriyel toplumların mevcut zenginliklerinin açığa çıkması, bu tür müdahaleler olmaksızın düşünülemez.

Fakat şu her yerde gazetelerin birinci sayfalarında haber olmalıydı: Eski petrol düzeni sonsuza dek ölüyor ve biz, onun ölümü ile birlikte, kolay ulaşılabilen-ucuz petrolün sonunu göreceğiz.

Petrol döneminin sonu

Mevcut karmaşa içinde tam olarak neyin tehlikede olduğunu değerlendirmeye çalışıyoruz. Başlangıç olarak, dünya enerji denklemi içinde Ortadoğu petrolünün oynadığı kritik rolü inkar etmek neredeyse imkansız. Ucuz kömür, fabrikaları, vapurları, demiryollarını besleyerek orijinal Sanayi Devrimi’ni geliştirirken; ucuz petrol, otomotiv, havacılık sanayi, yerleşim alanları, makineli tarım ve küresel ekonominin patlamasına olanak sağladı.

Petrol Çağı başladığında sadece bir avuç önemli petrol alanı vardı: Amerika Birleşik Devletleri, Meksika, Venezüella, Romanya, Bakü civarı (o zamanki Rus İmparatorluğu içinde) Hollanda Doğu Hint Adaları. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ise dünyanın petrol özlemini gideren Ortadoğu oldu.



BP, bu tür verilerin bulunduğu en son yıl olan 2009’da, Ortadoğu ve Kuzey Afrika tedarikçilerinin, dünya petrol arzının yüzde 36’sını yani 29 milyon varil petrol ürettiklerini belirtti. Bu bilgi, petrol ekonomisi için bölgenin ne kadar önem taşıdığı konusunda en ufak bir şüphe bırakmıyor. Avrupa Birliği, Japonya, Çin ve ABD gibi petrol ithal eden güçlerin enerji açlığını gidermek için üretimini daha fazla ihracat pazarlarına yönlendiren Ortadoğu’dan başka bir yer yok. İhracat pazarlarına yönlendirilen günlük yaklaşık 20 milyon varilden bahsediyoruz. Bunu, dünyanın en büyük petrol üreticisi Rusya’nın ihraç ettiği yedi milyon, Afrika kıtasının altı milyon ve Güney Amerika’nın bir milyon varili ile kıyaslayın. Ortadoğu üreticilerinin önemi, önümüzdeki yıllarda daha da artacak çünkü geride kalan işlenmemiş petrol rezervlerinin tahminen üçte ikisine sahip oldukları hesaplanıyor. ABD Enerji Bakanlığı’nın son tahminlerine göre Ortadoğu ve Kuzey Afrika, 2035 yılında, küresel ham petrol arzının yaklaşık yüzde 43’ünü birlikte karşılayacaklar (2007 yılındaki yüzde 37 ile karşılaştırılınca bir artış var) ve dünya petrol ihracatında çok daha büyük bir pay elde edecekler.

Basitçe, küresel ekonominin uygun fiyatlı ve büyüyen bir petrol kaynağına ihtiyacı var. Bunu sadece Ortadoğu sağlayabilir. Bu yüzden batılı hükümetler, uzun zamandan beri bölge genelinde “istikrarlı” otoriter rejimleri, onların güvenlik güçlerini eğiterek ve ihtiyaçlarını karşılayarak destekledi. En büyük başarıları dünya ekonomisi için petrol üretmek olan bu taşlaşmış ve boğucu sistemler şimdi dağılmakta. Petrol Çağı’nı korumak için yeterince ucuz petrol sağlayacak herhangi bir yeni düzene (veya düzensizliğe) güvenmeyin.

Neden böyle olacağını anlamak için biraz tarih dersi vermek yerinde olur.

İran darbesi

İngiliz-İran (o dönemde Pers) Petrol Şirketi'nin (APOC) 1908 yılında İran’da petrolü bulmasından sonra İngiliz hükümeti emperyal kontrolünü İran üzerinde de uygulamaya çalıştı. Bu hareketin baş yaratıcısı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın Birinci Lordu Winston Churchill oldu. Birinci Dünya Savaşı’ndan önce İngilizlerin kömürle işleyen savaş gemilerini petrole dönüştürmesi ve önemli bir kaynak olarak petrolü kullanma kararını almasından sonra Churchill, 1914 yılında APOC’ un devletleştirilme işini organize etti. İkinci Dünya Savaşı arifesinde, o zamanın Başbakanı Churchill, Almanya yanlısı Rıza Şah Pehlevi’yi hükümetten uzaklaştırarak yerine onun 21 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'yi getirme işini yönetti.

Geçmiş Fars İmparatorlukları ile onlar arasında kurulan bağları (efsanevi) yüceltme eğilimi bulunsa da Muhammed Rıza Pehlevi İngilizlerin istekli bir aracı oldu. Ancak vatandaşları, Londra’nın emperyal despotları önündeki dalkavukluğunu hoş görme konusunda giderek daha isteksiz olduklarını gösterdiler. 1951 yılında, demokratik olarak seçilen Başbakan Muhammed Mossadık, APOC’un (sonra Anglo-İran Petrol Şirketi (AIOC) olarak değiştirildi) devletleştirilmesi konusunda parlamentonun desteğini elde etti. Bu kamulaştırma eylemi, İran’da sevinçle karşılanırken Londra’da panik yarattı. İngiliz yöneticiler, büyük ikramiyeyi kurtarma amacıyla 1953 yılında Muhammed Mossadık’ı devirmek ve yerine Roma’da sürgünde bulunan Şah Pehlevi’yi getirmek için CIA ve Başkan Dwight Eisenhower ile birlikte alçakça bir komplo düzenledi. Geçenlerde, Stephen Kinzer, bu konuyu “All the Shah’s Men (Şah’ın Bütün Adamları)” adlı kitabında bir hikâye tarzında anlattı.

Şah, İran halkı üzerinde acımasız diktatöryel kontrolünü, 1979 yılında, yıkılıncaya kadar ABD’nin polise ve askere yaptığı cömert yardım sayesinde sürdürdü. İlk önce laik solu sonra Mossadık’ın taraftarlarını daha sonra da sürgündeki Ayetullah Humeyni’nin başını çektiği dinci muhalefeti ezdi. Şah karşıtları, ABD’nin polis ve cezaevlerine sağladığı ekipmanlarıyla uyguladığı acımasızlık karşısında Washington ve onun monarşisinden eşit derecede nefret etti. İran halkı 1979 yılında sokaklara döküldü, Şah devrildi ve Ayetullah Humeyni iktidara geldi.

ABD ve İran arasındaki ilişkilerde mevcut çıkmaza yol açan bu olaylardan çok şey öğrenilebilir. Bununla birlikte, 1979-1980 Devriminin İran’ın petrol üretimini hiç iyileştirmediği anlaşılması gereken önemli bir noktadır.

İran, 1973-1979 yılları arasında günde yaklaşık altı milyon varil petrol üretmeyi başararak dünyanın en büyüklerinden biri oldu. AICO (British Petroleum olarak değiştirilen ve sonra BP olan) Devrimden sonra ikinci kez kamulaştırıldı ve İranlı yöneticiler şirketin yönetimini yeniden ele geçirdi. Washington İran'ın yeni liderlerini cezalandırmak için dış yardım almalarını engelledi ve devlet ait petrol şirketinin teknoloji edinme çabalarını önüne geçerek sert bir ticari yaptırım uyguladı. Suudi Arabistan’dan sonra dünyanın ikinci büyük petrol rezervine sahip olmasına rağmen bu ülke günlük dört milyon varilin birazcık üzerinde bir üretime geriledi. Hatta yirmi yıl sonra İran’ın petrol üretimi günlük 2 milyon varilin altına düştü.

İstilâcının düşleri

Irak da benzer ürkütücü bir yol izledi. Saddam Hüseyin yönetimi altında, devlete ait Irak Petrol Şirketi (IPC), ilk Körfez Savaşı’nın yapıldığı 1991 tarihine kadar günde 2,8 milyon varil petrol üretti ve yaptırımlar günlük petrol üretimini yarım milyon varile indirdi. Günlük üretim, 2001 yılında yaklaşık 2,5 milyon varil seviyesine yeniden yükselmesine rağmen bir daha asla eski düzeyine ulaşamadı.

2002 yılı sonlarında Pentagon Irak’ı işgal etmeye hazırlanırken Bush hükümetinin haber alma kaynakları ve iyi ilişkiler içinde bulunduğu Iraklı sürgünler, üretimin daha önce hiç görülmemiş düzeye ulaşacağı, Milli Petrol Şirketi’nin özelleştirileceği ve yabancı petrol şirketlerinin yeniden ülkeye davet edileceği gibi bir altın çağ rüyasından bahsediyorlardı.

Bush hükümeti ve onun Bağdat’taki yetkililerinin hayallerini gerçeğe dönüştürme çabalarını kim unutabilir ki? Nihayet, ilk ABD askerleri başkente geldiklerinde Petrol Bakanlığı binasını koruma altına aldılar ve hatta şehrin geri kalan yerlerine başıboş Iraklı yağmacıları salıverdiler. 2003 yılında, ABD Enerji Bakanlığı Irak petrol üretiminin 2005’te günde 3,4 milyon varile, 2010’da 4,1 milyon varile ve 2020’de 5,6 milyon varile yükseleceği tahminine güvenerek, yeni Irak’ın kurulmasına nezaret etmek üzere, daha sonra Başkan Bush tarafından genel vali olarak atanacak olan L. Paul Bremer III, ülkenin petrol endüstrisinin özelleştirilmesini denetleyecek Amerikan petrol yöneticilerinden oluşan bir ekibi getirdi.

Elbette bunların hiçbiri olmadı. ABD’nin hemen Petrol Bakanlığı Binasına yönelme kararı, birçok sıradan Iraklının tiranın devrilmesi için verdiği olası desteğin bir anda düşmanlık ve öfkeye dönüştüğü dönüm noktası oldu. Bremer’in devlete ait petrol şirketini özelleştirmeye yönelik itkisi, esasen planı baltalayan Iraklı petrol mühendisleri arasında aynı şekilde kanlı bir milliyetçi tepki üretti. Hemen büyük boyutlu Sünni ayaklanmalar patlak verdi. 2003-2009 yılları arasında, günlük petrol üretimi ortalama olarak 2 milyon varile ulaşarak hızla düştü. Şu 4,1 milyon varile ulaşma rüyasından uzaklaşılarak, nihayet, 2009 yılında, 2,5 milyon varil seviyesine dönüldü.

Sonuç ortada: Daha fazla petrol üretmek için Ortadoğu’daki siyasi düzeni kontrol etmeye çalışan yabancı girişimler, üretimin düşmesiyle sonuçlanacak kaçınılmaz karşıt baskılar üretecektir. Ortadoğu’da patlak veren isyanları, ayaklanmaları ve protestoları izleyen ABD ve diğer güçler, kesinlikle dikkatli olmalı. İstekleri siyasi ya da dini ne olursa olsun, yerel halk, yabancı egemenliğine karşı daima tutkulu, şiddetli bir düşmanlık besleyecek ve karar anında petrol üretiminin artışından önce bağımsızlık ve özgürlük imkânını tercih edecektir.

Irak ve İran deneyimleri, genel anlamda Cezayir, Bahreyn, Mısır, Irak, Ürdün, Libya, Umman, Fas, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus ve Yemen ile karşılaştırılamaz. Ancak hepsi (ve muhtemelen kargaşaya katılacak diğer ülkeler) otoriter siyasi kalıbın bazı öğelerini sergiliyor ve hepsi eski petrol düzenine bağlı bulunuyor. Cezayir, Mısır, Irak, Libya, Umman ve Sudan petrol üreticisi, Mısır petrol taşımacılığında önemli bir kanal, Mısır ve Ürdün önemli petrol boru hatlarını koruyor. Bahreyn, Yemen ve Umman petrol sevkiyatında önemli deniz yolları üzerinde stratejik noktaları tutuyor. Hepsi de Amerika’dan önemli miktarda askeri yardım aldı ve / veya ABD’nin önemli askeri üstlerine ev sahipliği yaptı. Ve tüm bu ülkelerde, çığlık aynı: “Halk rejimin yıkılmasını istiyor”

Bunların ikisinde rejim yıkıldı, üçü titremekte, diğerleri de tehlike altında. Bu olayların dünya petrol fiyatları üzerindeki etkisi de hızlı ve acımasız oldu. Endüstrinin bir parametresi olan Brent tipi petrolün (North), 24 Şubat tarihli ham petrolünün varil teslim fiyatı neredeyse 115 dolara ulaştı, ki bu küresel ekonominin çöküşü Ekim 2008 tarihinden bugüne kadarki en yüksek fiyat. Ham petrolün başka bir ölçüt olan West Texas Intermediate’nın varil fiyatı uğursuzca 100 dolar eşiğini aştı.

Suudililer neden önemli

Ortadoğu’nun en büyük üreticisi olan Suudi Arabistan şimdiye kadar belirgin bir güvenlik açığı göstermedi veya fiyatları daha fazla tetiklemedi. Ancak, komşu Bahreyn’in Kraliyet ailesinin başı dertte; Kral Hamad Bin İsa el-Halife ve onun otokratik yönetimin kaldırılması yerine gerçek bir demokrasinin konması talebiyle, gerçek mühimmat ile ateş etme tehdidine rağmen on binlerce protestocu (yarım milyon nüfusun yüzde 20’sinden fazlası) tekrar tekrar sokaklara çıkıyor. Bahreyn’in değişimi için iktidara yerleşmiş Sünni eliti hükümetine karşı ülkenin hırpalanmış Şii nüfusu tarafından ortaya konan kalkışma orta yerde dururken bu gelişmeler özellikle Suudi yönetimi için endişe yaratıyor.

Bahreyn’deki gibi çoğunlukta olmasa da Suudi Arabistan’da da Sünni yöneticiler tarafından ayrımcılığa uğrayan büyük bir Şii nüfus var. Riyad, rejime meydan okuyan Şiilerin çoğunlukta bulunduğu krallığın petrolce zengin tek alanı olan doğu bölgesinde, Bahreyn’deki gibi bir patlamanın olma olasılığı karşısında kaygılı. 87 yaşındaki Kral Abdullah, çıkabilecek herhangi bir gençlik isyanını kısmen önlemek amacıyla, genç Suudi vatandaşlarının evlenmelerine yardımcı olmak ve konut edindirmek için hazırlanan 36 milyonluk değişim paketinin bir parçası olan 10 milyon doları hibe etme sözü verdi.

İsyan Suudi Arabistan topraklarına ulaşmazsa bile eski Ortadoğu petrol düzeni yeniden inşa edilemez. Sonuç olarak, gelecekte petrol ihracatında uzun vadeli bir düşüş olacağı kesin.

Libya’nın ürettiği günlük 1,7 milyon varil petrolün dörtte üçü, kargaşa bu ülkede yayılınca hızla piyasadan çekildi. Büyük ölçüde de belirsiz bir geleceğe kadar pazarın dışında ve bağlantısız kalacak. Mısır ve Tunus’un mütevazı üretiminin isyan öncesi seviyesine hızla geri dönmesi bekleniyor ama yerel kontrol zayıflarken üretimin artışına katılacak yabancı firmalar ile büyük çaplı ortak girişim modelinin benimsenmesi pek olası değil. Irak’ın ana petrol rafinerisine geçen hafta isyancılar tarafından ağır hasar verildi ve İran’ın da üretimini önümüzdeki yıllarda önemli ölçüde artacağına dair hiçbir belirti yok.

Küresel pazarda, Libya kayıplarını telafi etmek için üretim artışı yapan, tek önemli oyuncu Suudi Arabistan oldu. Fakat bu örneğin sonsuza kadar devam etmesi beklenemez.

Kraliyet ailesinin mevcut isyan çemberinde hayatta kalabileceği varsayılsa bile, huzursuz ve hızla büyüyen bir nüfusa daha iyi ücretli işler sağlayabilen yerel petrokimya endüstrisini beslemek ve iç tüketimin artış seviyelerini karşılamak için şüphesiz günlük petrol üretiminin daha büyük bir kısmını buralara aktarmak zorunda kalacak.

Suudi Arabistanlılar, 2005-2009 yılları arasında, takribi 8,3 milyon varili ihracata ayırarak her gün yaklaşık olarak 2,3 milyon varil petrol kullandılar. Eğer sadece Suudi Arabistan dünya pazarlarına en azından bu kadar petrol sunmaya devam ederse, dünya, öngörülen petrolden minimum gereksinmelerini karşılamak zorunda kalacak. Böyle olması pek akla yatkın değil. Suudi kraliyet ailesi üyeleri, arda kalan yataklara zarar verme korkusu ve büyük soylarının gelecekteki gelirlerinin düşmesine neden olacağı gerekçesiyle günlük petrol üretimlerini 10 milyon varilin üzerine çıkarılması konusunda isteksiz görünüyor. Aynı zamanda, Suudi Arabistan’ın net üretimi içinde giderek artan bir payı tüketmesi, iç talebinin arması bekleniyor. Nisan 2010’da, Devlete ait Suudi Arabistan Petrol Şirketi’nin (Saudi Aramco) Başkanı Khalid al-Falih, ihracat için sadece birkaç milyon varil ayrılarak iç tüketimin 2028 yılında günlük 8,3 milyon varille şaşırtıcı bir düzeye ulaşabileceğini öngörüyor ve eğer dünya diğer enerji kaynaklarına geçiş yapmazsa, aşırı bir petrol sıkıntısının yaşanacağını garanti ediyor.

Başka bir deyişle, Ortadoğu’daki mevcut olayların makul bir yol çizmesi halinde, yaklaşmakta olan şey şudur: Başka hiçbir alanı, dünyanın önde gelen petrol ihracatçısı Ortadoğu’nun yerine koymak mümkün olmadığı için tüm küresel ekonomi ile birlikte petrol ekonomisi zayıflayacak.

Petrol fiyatlarındaki son yükselişi, gerçekleşecek petrol depremini haber veren zayıf ve ilk titreşimleri olarak düşünmek gerek. Ancak, petrol dünya pazarlarından yok olmayacak fakat öngörülen küresel talebi karşılayabilecek miktarlara erişemeyecek ve petrol sıkıntısı er ya da geç pazara egemen olacak. Sadece, alternatif enerji kaynaklarının hızlı gelişim ve petrol tüketiminde dramatik bir azalma, dünyayı ciddi ekonomik sorunlardan kurtaracaktır.

*Michael T. Klare: Hampshire College'da barış ve dünya güvenlik çalışmaları profesörü.

[Rebelion’daki İspanyolca orijinalinden Atiye Parılyıldız tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara