Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Hiroshima'dan Fukushima'ya Japonya

Birkaç yıl sonra, depreme veya daha da kötüsüne eş bir çeşit insan yapımı potansiyel kaynak olarak atom enerjisi, temelde tasavvur edilemeyecek kadar zararlı bir güç olarak anlaşıldı.

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-03-27 14:05:04

Hiroshima'dan Fukushima'ya Japonya



Jonathan Schell* / TİMETURK

Japonya'daki korkunç ve üzücü olaylar olağandışı bir felaketler silsilesini gözler önüne serdi. Gezegen ilk olarak Japonya’da daha evvel kaydedilenlerden daha büyük ölçekli bir ilkel şoku, depremi salıverdi. Deprem, ülkenin kuzeydoğu kıyılarını vurduğu sırada sırasıyla, devasa bir tsunami oluşturdu ve çamurdan yapılmış pis bir dalga önüne çıkan herşeyi; arabaları, binaları, evleri, uçak ve diğer enkazları yuttu geçti.

Çünkü deprem kısmen arazinin seviyesini iki fit düşürmüş, dalga ülkenin altı mil uzağına kadar binlerce insanı için almıştı. Depremin gücünün şaşkına çeviren gösterisini, New York Times; depremin Japonya’nın bir kısmını on üç metre doğuya doğru, dünyanın eksenini hafifçe kaydırdığını ve aslında son derece az da olsa yeryüzünde geçen her günü (1.8 milisaniye) kısalttığını bildirdi.

Fakat hepsi bununla sınırlı değil. Bunları başka bir şok daha izledi. Ülke, depremin ve tsunaminin bir iki yumruğuna teslim oldu ve Japonya'nın elli dört nükleer gücünden on bir reaktörü kapatıldı. Böylece, bunlardan üçünün çekirdeğinde soğutma sistemi yavaşladı ve bunlarda kısmi çöküş yaşandı. Bu üçü aynı zamanda büyük bir patlamaya da maruz kaldı. Dördüncünün içindeki harcanan yakıt alev aldı. Şimdi atmosferdeki radyoaktif elementlerden oluşan ikinci bir pis dalga gürüldemeye başladı.

Bunlar bilinmeyen miktarda, eriyebilen çekirdek kökenli veya yakın mesafede harcanan yakıt çubuğu havuzu olan sezyum-137 ve iyodine-131 içerir. Bunların hepsi insan sağlığı için tehlikelidir. Japon hükümeti 200.000 kişiyi bitkilerin çevresinden tahliye etmiş ve radyoaktif iyot alımını engelleyen potasyum iyodür hapları dağıtmıştır. ABD gemisi USS Ronald Reagan bir radyoaktif bulut içinde doğru sefere çıktığında, yönünü değiştirmek zorunda kaldı.

Ikinci şok, tabii ki en az bir temel görüşün ilkinden farklıydı. İlki; ekseni şimdi çok hafif yeni bir yöne doğru hiç devrilmeden duran, bizim hassas gezegenimizi besleyen ve cezalandıran egemen gücünü bize hatırlatan Doğa Ana tarafından gerçekleştirildi.
Herhangi bir faili işaret edebilecek bir parmak yok. Diğer tarafandan, gerçekleşen ikinci şok insanlık ürünüdür ve insan sorumluluğu gerektirir. İnsanoğlu devreye girene(müdahale edene) kadar, nükleer fisyonun ya da yeryüzündeki füzyon enerjisinin kayda değer bir açıklaması yoktu. İnsan elini yeni bir bilgi ortaya çıkarmak için dünyevi işlerin ortasına koydu. Bu yine Japonya’da, 66 sene önce Amerika Birleşik Devletleri Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası attığında gerçekleşti. O zaman Harry Truman, bugün kafa yorduran değerdeki lisanı kullandı, "Bu bir atom bombası" dedi. "Bu evrenin temel gücünün koşumudur. Uzakdoğuya savaş getiren kişilere karşı salınan, güneşin içine çektiği güctür." diyen Japonya başbakanı Naoto Kan ima yoluyla atom bombasına değinerek, mevcut krizin İkinci Dünya Savaşından beri Japonya için hasıl olan en kötüsü olduğunu belirtti.

Birkaç yıl sonra, depreme veya daha da kötüsüne eş bir çeşit insan yapımı potansiyel kaynak olarak atom enerjisi, temelde tasavvur edilemeyecek kadar zararlı bir güç olarak anlaşıldı. 1950'lerde ise, nükleer santraller ilk inşa edildiğinde bir girişim atoma parlak bir taraf bulmaya başladı. (1956 yılında Walt Disney bile Dostumuz Atom adında bir çizgi film yapmıştı.) Temel dönüm noktası; 1953 yılında Başkan Dwight Eisenhower’ın nükleer silahlı ülkelerin diğer ülkelere devamında gelen belli nükleer silahları sınırlayan kurallar karşılığında nükleer enerji teknolojisini satmasını gerektiren Barış için Atom önerisiydi. Şimdi bu pazarlık, nükleer silahların önüne geçse bile nükleer gücü teşvik eden Nükleer silahları Sınırlayan Anlaşmada kutsal bir yere konuluyor.

Ira Chernus’un Barış için Atom kitabında tarihsel kayıtlara geçirdiği gibi, Eisenhower’in silah kontrollüden hoşlanmamasının paradoksal önerisi büyümüştür. Kendi iki döneminin başında sonuna kadar Birleşik Devletler cephanesinde bulunan 1436 savaş başlığını 20.464’e çıkaran bir nükleer tesis yapımı başlatmıştı. Onun stratejik nükleer politikası, Truman'ın politikasının olduğundan çok daha ağır nükleer tehdide dayanan "kitlesel misillemeden" biriydi. Silahların kontrolü bu politikaları engellemiş olurdu. Henüz Eisenhower’ın, pervasız bir nükleer şahin gibi artan ününü hafifletmek için bazı önerilere ihtiyacı vardı. Barış için Atom bu ihtiyacı karşıladı. Nükleer tehlikeye çözüm için söylediği askerlerin elinden bu silahları almak ve başta, bunları nükleer santral inşa etmekte kullananların - “ askeri örtüyü nasıl çıkaracağını ve sulh sanatına nasıl adapte edeceğini bilenlerin eline” koymaktı. Tabii ki silah askerlerin ellerinden alınmamış ama aslında evrenin temel gücü Japon mühendisleri de dâhil olmak üzere nükleer enerji mühendislerine teslim edilmişti.

Nükleer gücün uzun, damalı mesleği başlamıştı. İlk başta verilen söz büyük görünüyordu ama sorunlar aniden ortaya çıktı. Fark; Disney’in güler yüzlü, samimi atomu ve arızaya geçen çatık kaşlı, düşman olanı ile arasındaydı. İlk olarak, nükleer güç teknolojisi aynı zamanda nükleer silahların yayılmasına hizmet eden teknolojinin yayılması için açık bir tıkaç olduğunu kanıtladı. İkinci olarak, Nükleer atığın gömülme ihtiyacı, (onun) Radyoaktif maddelerinin tüm kayıtlı geçmişi yalnız 6000 yıl civarında olan bir türün güya güvenli yetersiz etkinlik (marifet) ve istikrar kabul edilen seviyelere düşmesi on binlerce yıl alır. Son olarak şu anda Japonya'da gerçekleşen, nükleer güç teknolojisi kendisini felaket getirerek veya felaketle tehdit ederek çökertti.

Reaktörlerdeki olaylar zinciri şimdi boşalarak; kontrol edebildiğimiz, hayal edebildiğimiz güç ve insan tabiatı arasındaki temel uyumsuzluğun bir sicilini sağlar. Nükleer güç, karmaşık, yüksek bir teknolojidir. Ancak endemik arıza mütevazı tiptedir. Nükleer güç sanatı suyun inanılmaz bir ısıda kaynaması için nükleer zincir reaksiyonu tarafından üretilmiştir. Ama böyle sıcaklıklar sürekli soğutma gerektirmektedir. Soğutma, pompaları gerektirir. Pompalar konvansiyonel güç gerektirir. Bunlar Japonya’da yanlış süre gelmiş ve yanlış süre gelmekte olan alışkanlıklardır. Yedek jeneratör kapanır. Bir pil biterse pompa durur. Büyük bir konteynırın içine su pompalamanın kolay olduğunu sanabilirsiniz ve bu genelde doğrudur ama bazen en iyi planlar bile ters gider. Bazen problem bir tusunamidir, bazen ise elektrik devresinde uyuyan bir operatördür. Bu öngörülebilen ve öngörülemeyen başarısızlıklar operasyonu her aşamasında etkiler. Örneğin, Japonya’da nükleer enerji endüstrisi; bahçe çeşitliliğini örten bir kayda, güvenlik kurallarındaki belirsizliği gidermeye, güvenlik ihlalini saklamaya ve diğer yöntemlere sahiptir. Fakat hangi büyük bürokratik organizasyon değildir? Eğer bunlar dünyadaki en düzenli ve verimli ülke olan Japonya’da oluyorsa, hangi ülkede olmaz ki? Bürokrasi, büro veya sağlık müdürlüğü park etme yasağının ihlali olduğunda, sıradan hatalar sıradan aksiliklere yol açar. Ama bu evrenin temel enerjisi ile ilgili olduğunda, onlar belalarını ararlar.

Sorun, başka bir yedek jeneratöre ihtiyaç duyulması veya güvenlik kurallarının yeterli kadar sıkı olmaması veya nükleer atık çukurunun jeolojik olarak yanlış bir yerde olması ya da nükleer çoğalma kontrollerindeki gevşeklik değildir. Bu, erimiş veya dağılmış atom tarafından çıkan yıldızlarla ilgili ateşin gücünü veya etkisini elimizde tutmaya muktedir olamamamız gibi tökezleyen, noksan, muhtemelen kusurlu bir yaratıktır. Doğa yumruk attığında, neden insanoğlu tehlikeyi şiddetlendirmeli? Biz daha fazlasını ortaya çıkarmaya yardımcı olmasak da tahribatın ezeli gücü dünyaya ziyadesiyle kâfi gelir. Bunları Doğa Ana’ya bırakmalıyız.

Bazıları yeni gelişmelerin ışığında nükleer enerjiden vazgeçmemizi tavsiye ettiler. Benim belki tehlikenin doğasına daha uygun, farklı bir teklifim var.  Meseleyi şöyle durup bir araştıralım. Ne kadar zaman için? Nükleer atığın bir bileşeni olan plutonyum 24 bin yıllık bir yarılanma ömrüne sahiptir. Bu demektir ki, radyoaktif çürüme yoluyla yarısı diğer elementlere dönüşür.  Bu akla bir zaman cetvelini getirir. Biz eğer meseleyi yalnız yarılanma ömrünün yarısı 12 bin yıl için araştırırsak aceleci (hızlı) olmayız.  Bu arada, diğer yararlı çabalar arasında emniyetli yeni enerji kaynaklarını araştırabiliriz. O zaman belki atomu parçalanmasını iyi(ye) kullanacak kadar akıllı oluruz.

*The Nation gazetesi yazarı.

Bu makale Zehra Ulacak tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
 
 

SON VİDEO HABER

Münbiçli Arap esnaf, PKK/YPG'yi anlattı

Haber Ara