Bu açıdan bakılınca ABD’nin, Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan operasyonlar ve açılan davalarla ilişkisini, her şeyden ziyade bir “anlama gayreti” olarak tanımlanabilir.
Taraf gazetesinde yer alan bugünkü Wikileaks belgelerine göre Amerikalıların “Ergenekon” konusunda, her şeyden çok bir bilgi toplama çabası içinde olduğunu görülüyor.
Ergenekon ile ilgili ilk yazışma 13 Haziran 2007’de yapılmış. Hrant Dink cinayetiyle başlayan, 367 kararı, 27 Nisan e-muhtırası ve Cumhuriyet mitingleriyle ilerleyen gergin ve netameli bir süreçte, Türkiye 22 Temmuz genel seçimlerine hazırlanırken, ihbar üzerine Ümraniye’de bir gecekonduya yapılan baskında, el bombaları, TNT kalıpları, plastik patlayıcılar ve fünyeler bulundu.
Ümraniye baskını, Ergenekon soruşturmasının da ilk adımını oluşturdu. Nitekim, “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” arasında, bir bütün olarak Ergenekon’u konu alan telgrafların ilki de, söze “Ümraniye baskını”yla başlıyor.
Bu telgraf, 30 Ocak 2008 tarihli; yani altı ildeki 24 ayrı adrese yapılan eşzamanlı baskınlarda, 33 kişinin gözaltına alındığı ilk büyük Ergenekon dalgasından sekiz gün sonra gönderilmiş.
ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Sharon A. Wiener’ın kaleme aldığı, “Ümraniye baskını, derin devleti hedef alıyor” başlığını taşıyan bu telgrafın “ÖZET” bölümü, Ergenekon soruşturmasının başlangıç aşamasında, bu soruşturma hakkındaki Amerikan resmî görüşüne ilişkin bir fikir veriyor:
“İstanbul’un Ümraniye İlçesi’nde geçen haziranda ortaya çıkarılan cephanelikle bağlantılı olarak, 22 ocakta İstanbul ve diğer kentlerde polisin çok sayıda insanı gözaltına alması olayı, Türkiye’de ‘derin devlet’e karşı verilen savaşın bir muharebesi olabilir. ‘Derin devlet,’ Türkiye’nin ‘alternatif’ bir devlet gücü oluşturduklarını iddia eden ultra-milliyetçileriyle bağlantıları olan benzer zihniyetteki insanların, (buna emekli askerî personel ve hükümet yetkilileri de dahil) muğlak, iyi tanımlanmamış bir şebekesi.
İddialara göre, bu yasadışı grup, kamuoyuna nüfuz ederek, gerçek devlet aktörlerinin, çoğunlukla da ordunun eylemlerine halk desteği sağlamak için çalışıyor. Eski Başbakan ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gibi bazı kişiler, bu güç merkezine destek bildiriyorlar. Başbakan Erdoğan’ın ise buna (derin devlete) karşı çıktığı ve bütünüyle yok edemese bile yıkmak istediği anlaşılıyor. Şu anki derin devletin mensuplarıyla, halk arasında Gladio Operasyonu olarak tabir edilen ve Soğuk Savaş’ta muhtemel bir Sovyet işgaline direnmek için örgütlenmiş olan ‘stay behind’ (kelime anlamıyla, ‘geride kalanlar’) şebekesinin mensuplarının ortak olduğu yönünde spekülasyon yapılıyor.
Bir derin devlet şebekesinin başarılı biçimde soruşturulması, milliyetçi dokunulmazlığa darbe indirecek ve hukuk düzenine güçlü bir bağlılık ortaya koyacaktır. Siyasi liderliğin en üst seviyelerinin bu soruşturmaya destek verir görünmesine rağmen, sorgu sürecinin başarılı olması ancak Türkiye’nin herkesten daha milliyetçi olan yargısının işbirliği yapmasıyla mümkün olabilir.”
'AKP’NİN KAPATILMASI FELAKET OLUR'
Başkonsolos Wiener’ın yukarıdaki değerlendirmesinden birkaç ay sonra, 10 Nisan 2008’de, bu kez ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’ın onayıyla, Washington’a, aralarında Dışişleri Bakanlığı’nın yanı sıra Merkezî İstihbarat Teşkilatı (CIA) ile Beyaz Ev’deki Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (NSC) de bulunduğu bir dizi alıcıya gönderilen “gizli” telgraf, yine Ergenekon soruşturmasını ele alıyor.
Ankara’daki ABD Siyasi Müsteşarı Janice G. Weiner’ın kaleme aldığı anlaşılan telgrafın başlığı: “Ergenekon soruşturması AKP kapatma davasıyla birbirinden ayrılamayacak kadar içiçe geçmiş durumda” diye tercüme edilebilir.
Çeşitli gazetelerde yazılan haberlerin yanı sıra, İstanbul Başkonsolosluğu bünyesinde görev yapan FBI temsilcisinin Türk polis kaynaklarından edindiği bilgilere de geniş yer veren telgrafın metnini bugünden itibaren Taraf ’ın ve WikiLeaks ’in internet sitelerinde bulabilirsiniz. Biz buraya sadece telgrafın sonundaki “YORUM” bölümünü alıyoruz:
“Ergenekon ile AKP aleyhindeki kapatma davası artık birbirinden ayrılamayacak şekilde içiçe geçti. Ergenekon soruşturması asker ve sivil üst düzey yetkilileri de zan altında bırakabilir; soruşturma ne kadar ilerlerse, seçilmiş hükümetle devlet arasında bir çatışma riski de o kadar artacak. Dokuz aydır henüz hiçbir iddianame hazırlanmamış olan Ergenekon soruşturması, hükümetin (ve polisin) hem kararlılığı hem de kapasitesi için bir sınav niteliğini koruyor.
TESEV’in Dış Politika Program Direktörü Mensur Akgün, Türk hükümetinin ‘derin devlet’ sisteminin üzerine gitme iradesini ortaya koyacak savcıları ve diğer görevlileri bulma becerisine ilişkin endişesini daha işin en başında belirtmişti. Kapatma davası, Türk Milli Polisi’nin Ergenekon’un peşini bırakmama konusundaki kararlılığını sarsabilir; AKP’nin kapatılması, bugün büyük çoğunluğu AKP yanlısı olan ve siyasi efendilerine duydukları minnetle, Ergenekon’u yakalamaya baş koyan Türk Milli Polisi’nin yöneticileri için bir felaket olur.”
ERUYGUR, TOLON, BALBAY VE DİĞERLERİ
1Temmuz 2008, Ergenekon soruşturmasının kritik tarihlerinden biriydi. O güne dek, bu soruşturma kapsamında Emekli Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük dışında hiçbir üst rütbeli askerî personele dokunulmamışken, 1 Temmuz sabahı, eski Ege Ordu Komutanı Emekli Orgeneral Hurşit Tolon ve eski Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Şener Eruygur’un gözaltına alınmalarıyla, muhtemel ordu-Ergenekon ilişkisi ilk defa bu düzeyde kamuoyu gündemine girmiş oldu. Aynı dalgada, Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay ile Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün dahil 25 kişi gözaltına alındı.
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, bu dalgayı Washington’a rapor etmekte gecikmedi. Aynı gün, Büyükelçi Ross Wilson’ın onayıyla gönderilen ve Siyasi Müsteşar Carl Siebentritt tarafından kaleme alındığı anlaşılan telgraf, “Hükümet, Derin Devlet’e karşı taarruzda: Eski generaller gözaltına alındı” başlığını taşıyor.
Daha ziyade gözaltına alınanlarla ilgili genel bir döküme ayrılan telgrafın “ÖZET” bölümünde tek cümlelik bir yorum göze çarpıyor:
“Bu gözaltılar, hükümetle ‘derin devlet’ arasında, yargı üzerinden süren çatışmada ciddi bir tırmanmayı temsil ediyor ve (bunlar) AKP’yi kapatma davasında zirve noktasına yaklaşıldığı bir sırada, siyasi gerilimleri de dikkat çekici şekilde arttıracaktır.”
POLİS, AMERİKALILARA ÖNCEDEN SÖYLEMİŞ
Aynı telgrafın en dikkat çekici paragraflarından biri ise, Emniyet teşkilatı içindeki bazı kişilerin, gözaltılar konusunda Amerikan Büyükelçiliği’ne önceden işaret verdiğini düşündürüyor:
“İlişkili olduğumuz üst düzey bir Türk Milli Polisi yetkilisi, gözaltıların önizleği olarak, geçen hafta Büyükelçilik LEGATT’ıyla (Federal Soruşturma Bürosu’nun temsilcisi kastediliyor) Paksüt-Başbuğ görüşmesinin(dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ ile Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt arasında 4 Mart 2008’de gerçekleşen ve Türkiye’nin ilk olarak Taraf’ın haberiyle duyduğu gizli buluşma) yarattığı tartışma bağlamında konuşurken, Türk Milli Polisi’nin, birkaç gün içinde Ergenekon kapsamında gözaltılar gerçekleştirmek suretiyle (bu gizli görüşmeye) karşılık vereceğini söylemişti.”
'ŞÜPHELİLER AKP’YE HUSUMET BESLİYOR'
Telgrafın en son bölümünde ise, Mustafa Balbay’ı ve aynı gün gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan gazeteci Ufuk Büyükçelebi’yi ilgilendiren şu satırlar var:
“Tanınmış gazetecilerin gözaltına alınması, namlunun basının üzerine çevrilmesi gibi görünse de, Tercüman’ın Genel Yayın Yönetmeni ve Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi geniş bir kesim tarafından, askerî ve Kemalist fesatçıların sözcüsü olarak görülüyorlar. Gözaltına alınanların çoğu husumet derecesinde AKP aleyhtarı, ve hükümet karşıtı faaliyetlerde bulunmuş olmaları mümkün; ancak ne kadar suçlu oldukları ya da hükümete karşı sürekli ve ciddi bir komploda ne kadar rol oynadıkları ancak haklarındaki iddianameler kamuoyuna açıklandığında netlik kazanacak.”
TUTUKLAMALAR VE YAŞ’TAKİ TERFİLER
ABD’li diplomatların, Ergenekon şüphelilerinin “suçlu” olup olmadıklarının anlaşılması için bel bağladıkları iddianameye ilişkin yorumlarını da birazdan aktaracağız ama önce Ergenekon’un ışığında –ya da “gölgesinde” demek belki daha doğru– Türk Genelkurmayı’nın ABD tarafından nasıl göründüğünü 3 ve 7 Temmuz 2008 tarihli iki telgraftan okuyalım.
3 Temmuz'da, ABD’nin Ankara’daki Siyasi Müsteşarı Carl Siebentritt tarafından kaleme alınan ve Büyükelçi Wilson’ın onayıyla, aralarında ABD Genelkurmay Başkanı’nın da bulunduğu bir alıcı listesine gönderilen telgraf, “Ergenekon gözaltıları ve askerî devir teslim süreci” başlığını taşıyor.
Telgraf, başlığından anlaşılacağı üzere, yaklaşan Yüksek Askerî Şûra’nın Ergenekon soruşturmasından nasıl etkileneceği üzerinde duruyor:
“İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması yönünde muhtemel bir karar da dahil olmak üzere siyasi bir karışıklık, askerî devir teslim sürecini zorlaştırabilir. Ordunun gözaltılara verdiği alçak sesli tepki, yumuşak bir geçişi tehlikeye sokmamak istediğinin ve AKP’nin kapatılmasına ilişkin kararın YAŞ sonrasına kalmasını tercih ettiğinin bir göstergesi olabilir.
Zaten yüksek olan gerilimleri iyice arttıracak bir harekette bulunup, askeriyenin en üst kademe görevler için yaptığı tercihlere karşı çıkarak kendi belirsiz durumunu daha da zorlaştırmak, Erdoğan hükümetinin çıkarına uygun düşmeyecektir. Erdoğan’ın Başbuğ ile 24 haziranda, ‘güvenlik konularını konuşma amaçlı’ diye duyurulan bir görüşme yapması, hükümetin Başbuğ’un genelkurmay başkanlığına itiraz etmeyeceği yönünde spekülasyonlara yol açtı.”
ABD’li diplomatların tahmini, kısmen tutacaktı: Evet, 4 Ağustos 2008’de Başbuğ’un genelkurmay başkanı olacağı kesinleşti ama Anayasa Mahkemesi’nin AKP ile ilgili kararı, Amerikalıların öngörüsünün aksine, YAŞ sonrasına kalmadı; Yüksek Mahkeme, 30 Temmuz 2008’de partinin kapatılmaması, fakat “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olduğu gerekçesiyle Hazine yardımının belirli bir oranda kesilmesi kararına vardı.
'HELE İDDİANAMEYİ BİR GÖRELİM DE...'
Yine de, Ergenekon gözaltılarının, YAŞ’ta işlerin “her zamanki gibi” yürümesini engellemeyeceği, hatta belki de bunu teşvik edeceği tahmininde yanılmayan ABD Büyükelçiliği, dört gün sonra, “Darbe mi önlendi, intikam mı alındı” başlıklı bir başka telgrafta, Ergenekon soruşturmasının vardığı nokta hakkında o güne kadarki en mesafeli değerlendirmesini yaptı. Büyükelçi Wilson’ın onayıyla gönderilen, Siyasi Müsteşar Daniel O’Grady’nin kaleme aldığı telgraf, ABD’li diplomatların o günkü siyasi ortama bakışını yansıtıyor:
“Türkler, Ankara’nın son derece elektrikli atmosferinde, bazıları aylardır haklarında resmî bir suçlama olmaksızın tutuklu bulunan şüphelilerin, kararlı darbe tertipleyicileri mi yoksa devam eden siyasi kontrol mücadelesinin piyonları mı olduğuna karar vermeden önce, Ergenekon iddianamesini görmeyi bekliyorlar. Pek çok kişi, medyanın önemli bir kısmınca AKP’nin intikamı olarak tanımlanan tutuklamaların, partinin kapatılması olasılığını arttırdığı tahmininde bulunuyor.
Sağlam bir iddianame, yargının Türkiye’nin demokratik seçimle işbaşına gelmiş hükümetini devirmeye yönelik tehlikeli bir komployu önlediği şeklindeki hükümet tezini güçlendirecektir; zayıf bir dava ise, sürmekte olan kapatma davasına misilleme amacıyla, AKP’nin muhaliflerine karşı haklı gösterilemeyecek polis devleti taktiklerinin kullanıldığı yönündeki suçlamaları körükleyecektir. Bazıları, Ergenekon şüphelilerini, darbe yapma imkânından ziyade arzusuna sahip olan bir grup memnuniyetsiz AKP karşıtı olarak görüyor; başkaları ise, bu soruşturmayı, Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde uzun süre engel oluşturmuş yasadışı çetelerden kurtulma amaçlı cesur bir gayret olarak tanımlıyor.
Her iki senaryo da, potansiyel bir darbe kurbanı ya da Türkiye’nin demokrasisinin cesur savunucusu olarak AKP’nin imajını cilalayacaktır. Ama eğer sonuçta, çürük bir iddianame ve hantal bir yargı süreci ortaya çıkarsa, bu, AKP’nin ve Erdoğan’ın itibarını sarsar ve Ergenekon meselesinin Türkiye’nin siyasi güç mücadelesindeki pervasız hilelerin bir yenisi olmadığına inanmak isteyenleri hayalkırıklığına uğratır.”
Taraf