Hayata dair her şeyin hızlı bir akışla yittiği, "katı olan her şeyin daha miadını doldurmadan buharlaştığı" günümüzde bile, bize bu duyguyu yaşatan nadir insanlar oluyor. Rahmetli Erbakan böyle bir isimdi. Son kırk yılın siyasetini onsuz düşünmek mümkün değil. Elbette onunla birlikte ismi öne çıkan başkaları da var. Türkeş, Demirel, Ecevit aynı kuşağın aynı şekilde etkisi olan insanları. Dörtlüden hayatta kalan sadece Demirel. "Bir devrin kapanışı" duygusunu doğuran sadece bildik isimlerin sahneden çekilişi değildir. Siyasetin her parlak ismi aynı zamanda belli bir tavrın, dilin, tutumun etkin temsilcisi, karakteristik kişisidir. Kayıtlı oldukları belli tarihi ve toplumsal şartlar vardır. Kapanan, aynı zamanda ilişkili oldukları dönemdir. Bu dört isim mütekabil bağlarla hem kendilerini siyaseten takdim etmişler hem de ötekilerin üzerinde önemli tesirler sağlamışlardı. Rakiptiler, ancak farkları, yaşadıkları toplumsal şartların sınırları nispetindeydi. Siyasetin sandıktan çok elitlerin uhdesinde olduğu bir zamanda bu sınırların çok uç noktalara uzanmayacağı ortadadır.
Erbakan altmışlı yılların sonunda Milli Nizam Partisi'ni (MNP) kurarak siyasete atıldığında en azından belli bir çevrede büyük bir heyecan doğurmuştu. Bu insanlar, küçük-orta ölçekli esnaf, tüccar kesimi, okumaları üzerinden gelenekle modernliğin arasına sıkışmış olan entelektüeller, her nasılsa bürokraside orta düzey konumlara yükselmiş ancak egemen anlayışın kenarına düşmüş teknik-bürokrat kadro, nihayet slogan düzeyinde bile olsa İslamî terminolojiye karşı derin bir hassasiyetle davranan halk katındaki insanlardı. Modernliğin şartlarında kendine yöntem bulmaya yol çizmeye çalışan İslam vurgulu yeni bir siyasal dil doğmaktaydı. Bu dilin birinci vurgusu "ahlak ve maneviyat", ikincisi ise ağır sanayi idi. Ahlak ve maneviyat, hızlı değişim dönemlerinde değerlerde yaşanan istikrarsızlığa karşı bir duruşu temsil ediyordu. Ağır sanayi ise, İslam'la Batı arasındaki ilişkilerin yakın tarihe dair okumasında, niçin geriledik, niçin kaybettik, türünden sorulara bir mukabele, telafi edilmesi gerekene yönelik bir açıklamaydı. Ağır sanayiyi geliştirmeli, fabrika yapan fabrikalar kurulmalıydı. İslam coğrafyası Batı karşısında düşmüş olduğu zilletten ancak fenne, tekniğe, sanayileşmeye yatırım yapmakla kurtulabilirdi.
MNP, bırakın İslami bir siyaset okumasını ve pratiğini, İslami terminolojiye ait her tür kelimeye karşı alerjiyle davranan, onun kamusal alanda görünür hale gelmesini laikliğe meydan okuma olarak değerlendiren elitist hegemonyayı harekete geçirdi. Parti kapatıldı. Eğer bir siyasetin toplumsal temeli varsa parti kapatmanın ancak tabela indirmek olabileceği burada da görüldü. Peşinden Milli Selamet Partisi (MSP) kuruldu ve 1973 seçimlerinde büyük başarı elde etti. Aynı şekilde, sırtındaki alışılageldik elbiseyi çıkartarak yeni bir perspektifle sahne alan Ecevit ve onun partisi CHP ile koalisyon kurdu. Genel manada sağ ve sol olarak adlandırılan kesimler arasındaki uçurum derinleşirken MSP-CHP koalisyonu hayli şaşırtıcı bir işbirliği olarak görüldü. "Memleketi hükümetsiz bırakmamak için elini taşın altına koyma" gibi sözlerle koalisyon meşrulaştırılmaya çalışılsa da gerçekte aradaki çelişkiler kadar bağlar da sanıldığından daha derindi. MSP de o dönemde tıpkı CHP gibi orta, orta alt sınıflara ilgi duyuyor, onların temsilini yerine getiriyor, aynı zamanda dış politikada belirgin bir millici çizginin sahipliğini yapıyordu. Kısa ömürlü koalisyon alt sınıflara yönelik büyük hamleler gerçekleştiremese de millici dış politikanın ürünü olarak, her türlü riski hesap edip Kıbrıs harekâtına karar verebildi.
12 Eylül'e kadar olan dönemde AB karşıtı, İslam ülkeleri dayanışmasını öne çıkartan, adil bölüşüme vurgu yapan, daha yoğun bir İslami terminoloji ile siyaseti bütünleştiren bir MSP vardır. Erbakan, kullandığı siyasal dili bakımından engellerle dolu olan müzakere alanında üslubuyla yer tutmaya çalıştı, yumuşak ifade biçimiyle rakiplerini şaşırttı. 12 Eylül'le birlikte ise siyasi rakipleriyle aynı kaderi paylaştı. İki merkez partisinin lideri kısa bir tutukluluğun ardından serbest bırakılırken merkezkaç siyasetlerin temsilcileri Erbakan ve Türkeş hayli uzun bir süre tutuklu kaldılar.
Bir davaları olan siyasiler, şartlara bakarak hareket etmezler. Aksine tutkuyla bağlı oldukları davalarını her şartta var etmeye, eğer engeller iterek, omuz vurarak yıkılmıyorsa kafalarını vura vura o engelleri ortadan kaldırmaya çalışırlar. 91 seçimlerinde ittifak ve onun üzerinden Meclis'te temsil imkânını bulma, böyle bir anlayışın ürünüdür. Sonrasında ise artık ismi Refah Partisi (RP) olan Erbakan'ın partisi, milli görüş ve adil düzen gibi parolaları muhafaza etmekle birlikte siyasal yaklaşımını radikal bir şekilde revize etti. İslami vurgudan muhafazakârlığa geçilirken her açıdan modern bir dil benimsendi. Neticesi, 95 seçimlerinin ardından iktidar oldu. Milli görüşteki değişimi yeterince kavrayamayan, siyasal zaferini yerleşik iktidar ilişkilerini dönüştürecek bir meydan okuma olarak gören elitler 28 Şubat'ı gerçekleştirdiler. Erbakan, bir kez daha siyasetin arka sıralarına itildi. İki binli yıllarla birlikte ise Saadet Partisi ile yoluna devam etti. Türkiye'deki toplumsal dönüşüm ile siyaset arasındaki bağları başarıyla kuran ve Erdoğan'ın karizmatik liderliğinde bu alanı bütünüyle kapsayan, temsil eden AKP'nin varlığı Erbakan'a hareket alanı bırakmamıştı. O da siyasal dil olarak geleneksel repertuar ile yetindi, iktidar eleştirisi üzerinden yol ve yön aradı. Erbakan'ın siyasetimiz ve toplumsal hayatımız üzerindeki iki büyük tesiri; çileli bir yolculuk sürecinde İslam'la devleti barıştırması, Batı karşısında beliren zayıflık güçsüzlük duygusu yerine meydan okuyucu bir duruşa kuvvet vermesidir. Başta sanayileşme olmak üzere çeşitli konularda "Biz yapamayız, bizim harcımız değil" türünden gerçekçilik zannedilen tavrın yerine "Biz çalışır ve azmedersek her şeyi başarabiliriz"in yerleşmesine mihmandarlık etti. Doksanlı yılların ortalarına doğru Balgat'taki RP binasının da bulunduğu yerdeki camiye cuma namazı için gitmiştim. Cemaat kalabalıktı, bahçede de saflar tutulmuştu. Tam namaz başlarken Erbakan geldi. Öne geçmek ya da camiye girmek gibi hiçbir harekette bulunmaksızın safların en arkasına geçti ve bir köşede namaza durdu. Üstünde jilet gibi ütülü bir takım elbise ve parlak sarı renkte kravat vardı. Namazdan sonra herkesle tek tek tokalaştı. Bunların arasında sarıklı ve şalvarlı birkaç genç de vardı. Onlarla Erbakan'ın tokalaşması ilginç bir kontrast oluşturmuştu. Erbakan o gençler için her bakımdan lider ve örnek kişiydi ancak sanki kıyafet bu örnek olma halinde paranteze alınmış gibiydi. Onlar Erbakan'ın tiril tiril takım elbisesine bakarken ne düşündüler, rahmetli onlar hakkında aklından neler geçirdi, bilemiyoruz. Ancak bir büyük davaya yaslanan her siyasi harekette öyle anlaşılıyor ki bazen kimi fanteziler, hayaller, kurmacalar lideri aşkın bir çizgide ilerleyebiliyor ve bunu yapanlar aradaki uçurumu kim bilir ne tür meşrulaştırıcı söz dağarıyla dolduruyorlar.
Bugün Türkiye'de devletle millet, siyasetle toplum arasındaki mesafe önemli ölçüde kapatılmış ve bağlar sıkılaştırılmışsa bunda hiç şüphesiz Erbakan'ın haklı bir yeri var.
Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.