Dolar

34,9522

Euro

36,6033

Altın

3.019,59

Bist

10.058,63

Falk: Batı müdahale huyundan vazgeçmeli

Dünyaca tanınan Uluslararası İlişkiler uzmanı Richard Falk, 'Müdahale huyundan vazgeçmek' adlı makalesinde 'Libya’ya müdahale görüşmeleri eyleme geçerse, gayrimeşru, gayri ahlaki ve ikiyüzlü olacaktır' dedi.

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-03-15 10:49:09

Falk: Batı müdahale huyundan vazgeçmeli

Richard Falk* / TİMETURK

Uçuşa-yasak bölge ve Libya’daki isyancı güçlere yardım etmek için tasarlanan hava saldırılarına dair Washington’daki iki-partili çağrılarla ilgili anında göze çarpan şey, uluslararası hukuka ya da Birleşmiş Milletler yetkisine uygunluğa dair herhangi bir endişe yokluğudur.

Yetki sahibi hiç kimse, bir tür yasal gerekçe oluşturma zahmetine girmiyor. Komutadaki “gerçekçiler” ve büyük medyadaki akisleri, vahşi savaşa girişmeden önce en azından yasal bir incir yaprağı temin etmeye dahi ihtiyaç duymuyor.

Tıpkı Kaddafi güçlerinin tahkimatları üzerine tasarlanan hava saldırıları gibi, Libya hava sahasında uçuşa-yasak bölgenin bir savaş nedeni olacağı açıktır.

BM Şartı’nın yasal vecibesinin temeli, sınır-ötesi silahlı bir saldırının ardından meşru müdafaa ya da BM Güvenlik Konseyi kararı ile gerekçelendirilmeden üye ülkelerin güç kullanımından kaçınmasını zorunlu kılar.

Yasal güç kullanımına izin verecek bu koşullardan hiçbiri şu anda mevcut değildir ve sanki ele almaya değer tek sorunlar fizibilite, maliyet, riskler ve Arap dünyasındaki olası ters tepkilermişçesine tartışma henüz medya ve Washington dairesinde devam etmektedir.

Emperyal zihniyeti meşruiyet sorusunu tartışmaya yatkın değildir, çok daha az davranışsal saygıyı uluslararası hukuka içkin kısıtlamalara göstermektedir.

Zor meseleler

İnsani aciliyet durumlarında gönüllü bir koalisyon tarafından yürütülecek ve durumu daha kötüleştirmeyeceğinden emin olunan bir müdahaleye izin veren “istisnai hallerin” olabileceği öne sürülemez mi? Bu, NATO’nun 1999’daki Kosova Savaşı’nın asli ahlaki/siyasi mantıksal temeli değil miydi ve Kosova’daki Arnavut çoğunluğu, sıkışan Sırp işgalcilerin ellerinden etnik temizliğin kanlı bir perdesi olmaktan kurtarmadı mı?

Çok iyi bilindiği üzere, zor meseleler kötü örneklerdir. Fakat zor meseleler dahi, öne sürülen istisnanın yeni bir öne sürülen durumunun koşulları içerisinde bir gerekçeye ihtiyaç duyar yahut yasal normal kısıtlama rejimi dışında öne sürülen ilkeli bir delil oluşturmaya yönelik kamu izlenimi için güçlü bir destek bulunur.

Libya’ya ilişkin olarak, her ne kadar insani temellerde nahoş olsa da Kaddafi hükümetinin bağımsız bir devletin yasal diplomatik temsilcisi olarak kaldığı ve Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barış ve güvenlik için zaruri olduğu açıkça onaylanmadığı takdirde BM Anayasası’nın 2. maddesiyle yasaklanan, BM dâhil, herhangi bir uluslararası güç kullanımının bağımsız bir devletin içişlerine yasadışı bir müdahale olacağı gerçeğini hesaba katmalıyız.

Bunun ötesinde, bir müdahalenin, girişildiği takdirde, Libya halkının acılarını azaltacağına ya da insan haklarına daha saygılı ve demokratik katılıma bağlı bir rejimi işbaşına getireceğine dair hiçbir güvence yoktur.

İnsan kayıpları ve politik sonuçları hakkıyla hesaba katıldığında, son birkaç on yıldaki askeri müdahale sicili, neredeyse aralıksız bir fiyaskodur.

Son 50 yıl boyunca İslam dünyasında böylesi müdahale deneyimi, Libya’daki rejim-karşıtı müdahaleyi bir takım ahlaki ve yasal inandırıcı yolla meşru kılmak için ihtiyaç duyulacak ikna mesuliyetini sürdürmeyi imkânsız kılmaktadır.
 
Güvenilirlikle ilgili bir konu

Aynı zamanda ciddi güvenilirlik endişeleri bulunmaktadır. Yakın haftalarda yaygın şekilde belirtildiği üzere, ABD, bölge boyunca baskıcı rejimleri onlarca yıl desteklerken iki defa hiç düşünmedi ve bu rolü nedeniyle rejim-karşıtı hareketlerin yaygın tepkisine maruz kaldı.

Kaddafi’nin insanlığa karşı suçları hiçbir zaman bir sır olmadı ve Avrupalı ve Amerikalı istihbarat servisleri tarafından gayet iyi biliniyordu. Hatta İngiltere ve ABD’deki meşhur liberal entelektüeller Trablus’tan gelen davetleri son birkaç yıldır kabul ederek, görünen o ki bir an bile düşünmeden, danışma ücretlerini almışlar ve utanmadan Libya’daki diktatörlüğün yumuşamasını öven olumlu değerlendirmeler yazmışlardır.

Belki de bu, Trablus’un yakın zamandaki iyi niyetli misafirlerinin en seçkinlerinden biri Joseph Nye’nin, Batı-karşıtı duruşu terk ettiği, silah ile petrol anlaşmaları yaptığı ve hepsinden önemlisi bazılarının şimdilerde en fazla hayali olduğunu söylediği nükleer silah programından vazgeçtiği için Kaddafi’yi öven “akıllı güç”ün özel bir kullanımı diyeceği şeydir.

Bazı çevreyolu eşkıyaları tartışma programlarında bölgede bocaladıktan sonra müdahalecilerin çok geç olmadan tarihin doğru tarafına geçmek istediklerinde ısrar ediyor. Fakat Libya’daki tarihin doğru tarafı Bahreyn ya da Ürdün’den ve hatta tüm bölgenin tamamından oldukça farklı görünmektedir. Tarih, petrolle aynı nehir akıntılarına göre akmaktadır sanki!

Başka bir yerde olsa çaba, dünün isyancılarını yarının bürokratlarına dönüştürmeyi tasarlayan siyasi bir rötuşla paçayı kurtarmayı uman asgari ödünleri reformcu taleplere vererek istikrarı yeniden sağlamak olurdu.

Mahmud Memdani bizlere “iyi Müslümanları” “kötü Müslümanlardan” ayırt etmeyi öğretti, artık biz “iyi otokratları” “kötü otokratlardan” ayırt etmeyi biliyoruz.

Bu tanımlamaya göre, sadece İran ve Libya’daki rejim-yanlısı unsurlar kötü otokratlar olarak nitelendirilebilir ve onların strüktürleri kırılamıyorsa en azından sarsılmalıdır.

Bu rejimleri farklı kılan nedir? Baskılarının seviyesi diğerlerininkinden daha yaygın ve şiddetli olması gibi görünmemektedir. Diğer nedenler daha fazla açıklayıcıdır: petrole erişim ve fiyatını belirleme, silah satışı, İsrail’in güvenliği, neo-liberal dünya ekonomisiyle ilişki. 

Bana göre en rahatsız edici olan, isyana-karşı-koyma düşüncesi ve uygulamasının başarısızlığına rağmen Amerikalı dış politika gurularının vicdanları sızlamadan ya da tarihi deneyime en ufak duyarlılık göstermeden, hatta sömürge-sonrası dünyada ulusal direnişin sürekli olarak müdahil güç tarafından istihdam edilen süper katı erkin avantajlarını etkisizleştirdiğini bile algılamadan sömürge-sonrası toplumlara müdahaleye kafa yormayı sürdürmesidir.

Bu sefer ABD’nin başka bir İslam ülkesine müdahalesini ihtiyatla karşılamayabilecek nispeten hesaplı Savunma Bakanı Robert Gates’in endişe ifadesi fısıltısı en çok duyulandır.

Göz ardı edilen geçmiş

Ordunun rejim-destekli müdahale için Pentagon jargonu isyana-karşı-koyma yaklaşımını yenilemesiyle itibar kazanmasının ardından askeri yıldızlar arasına yükselen General David Petraeus’un göklere çıkarılmasıyla altı çizilen Vietnam, Afganistan ve Irak’tan hiçbir ders çıkarılmaması ürkütücüdür.

Hâlihazırdaki başlıca örnekler Afganistan, Irak ve Ortadoğu’daki çeşitli yerlerdir. Teknik olarak konuşacak olursak, Libya’da önerilen müdahale bir isyana-karşı-koyma durum değil, İran’da süregelen gizli istikrarsızlaştırma çabalarında olduğu gibi daha çok isyan-destekli bir müdahaledir.

Geçmişten ders çıkarmaya karşı askeri komutanların meslek icabı profesyonel direnişini anlamak daha kolay ancak sivil politikacılar bir nebze dahi sempatiyi hak etmiyor.

Libya’ya müdahalenin coşkulu savunucuları arasında, son cumhuriyetçi başkan adayı John McCain, sözde bağımsız Joe Liberman ve Obama’nın demokratı John Kerry bulunuyor.

Her ne kadar yaygın işsizlik ve haciz zamanlarında kamu harcamalarını kısmak fakirleri cezalandırsa dahi bütçe açığına odaklanmış birçok cumhuriyetçi, Libya’daki savaşı finanse etmek için sayısız milyarları sökülmeye aldırmayacak gibi görünüyor.

Amerikan çöküşünün artan kanıtına rağmen, görünüşte emperyal jeopolitiğin ölmediğini göstermek için denizaşırı bir çatışmaya silah ve para akıtmaya ilişkin endişe verici isteklilik var. 

Neticede, müdahaleye muhalefetlerini uygulanabilirlik çekincelerine dayandıran daha dikkatli emperyal seslerin üstün geleceğini ummak zorundayız sanırım!

Burada Libya tartışmalarıyla ilgili esas olarak kötülediğim üç çeşit politika kusurudur:

• Ulusal çatışmalarda uluslararası güç kullanımına ilişkin uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletlerin devre dışı bırakılması;
• Güneydeki toplumların kendi-kaderini-tayin dinamiklerine ilişkin saygı yoksunluğu;
• Tersine-Batılaşan ve artan şekilde çok-kutuplu hale gelen sömürge-sonrası dünya düzenine uygun etiğe ve siyasete kulak vermenin reddedilmesi.

*Richard Falk, Princeton Üniversitesi Uluslararası Hukuk Bölümünde Albert G. Milbank Profesörü ve Kaliforniya Üniversitesi Küresel ve Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nde Seçkin Misafir Profesörü’dür. Elli yıl boyunca sayısız yayının editörlüğünü ve yazarlığını yapmıştır. Son olarak, Uluslararası Hukuk ve Üçüncü Dünya: Adaleti Yeniden Şekillendirme (Routledge) cildinin editörlüğünü yapmaktadır. Şu anda Filistin İnsan Hakları üzerine Birleşmiş Milletler Özel Raportörü’dür.

Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.  

SON VİDEO HABER

Polis memuru, ölümüne neden olduğu gencin ailesinden af diledi

Haber Ara