'Model' Türkiye
Arap dünyasında başkaldırma ve politik dönüşümün dalgaları yayılırken, Batı bir yandan olayları anlamaya çalışırken bir yandan da kaygıyla izliyor
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-03-09 07:09:35
Arap dünyasında Tunuslu Muhammed Bauzizi'nin kendini yakması ile başlayan başkaldırma ve politik dönüşümün dalgaları yayılırken, Batı bir yandan olayları anlamaya çalışırken bir yandan da kaygıyla izliyor. "Ne oluyor?" sorusu, bilinen birçok politik olguyu tekrar gündeme taşırken, bu olguların değişik bir açıdan yeniden değerlendirilmesini de zorluyor.
Mesela dünya "İslamcı" akımları mercek altına alarak yakından baktığı gibi, bu akımlar arasındaki nüans farklılıklarını da görmeye başlıyor. Batı'da sorgulanan ikinci konuysa Arap dünyasının nereye gideceği ile olası politik dönüşümün doğuracağı yeni politik yapılanma ve sonuçları üzerinde yoğunlaşıyor. Özellikle bu kapsamda Batı'da birçok yorumcu, "model" Türkiye üzerine eğilirken, Arap dünyasındaki dönüşümün olumlu "modeline" de işaret etmek istiyor.
"Model" Türkiye tartışmasına yakından baktığımızda, bunun Batı ve Arap dünyasında tamamen farklı bir yapı sergilediği gibi, iki tarafın da Türkiye'yi yer yer idealleştirdiğini izliyoruz. Bugünkü Arap dünyası tartışmasının, özünde düne kadar Türkiye üzerine de sürdürüldüğünün göz ardı edildiğini görmek mümkün. İsterseniz önce bu tartışmada masum, sorumlu ve çaresiz Batı'nın tavrına değindikten sonra, Arapların Türkiye'ye bakışına ve Türkiye'nin Arap dünyasının demokratikleşme sürecindeki yeri ve önemine değinelim.
Tüm dünyada olduğu gibi, Berlin'den San Francisco'ya, Batı da Arap dünyasındaki gelişmeleri anlamaya çalışıyor. Bu gelişmelerin göbeğinde, insanların beklenmedik başkaldırısı ve diktatörlerin çöküşünün izlenmesi yatıyor. Yeni ayaklanmayı eskilerden ayıran, sadece "Batı'ya özgü" demokratik bir düzen hedeflemesi değil, alışılmış baskı rejimlerinin çökmesiyle sonuçlanıyor olması. Fakat Batı'da da, hiçbir şey değişmeyebilir korkusu yaşanıyor. Arap Devrimi'nin sancılı bir süreç olacağını öngörsek de, artık geriye dönüşü olmayan ve demokratikleşmeye giden bir süreç yaşadığımız kesin. Bu masum anlamaya çalışma sürecinde Türkiye örneğinin gündeme taşınması tesadüf değil. AKP gibi düne kadar "köktenci" suçlamasıyla karşılaşan bir partinin iktidar olduğu, eksikliklerine rağmen demokratik bir düzeni oturtmuş, ekonomik kalkınma sürecinde olan ve en önemlisi, dünya ve Batı'ya açık bir Türkiye bu masum tartışma için sadece bir referans değil, aynı zamanda Batı için arzu edilen bir model oluşturuyor.
Masum, sorumlu, çaresiz Batı
Türkiye modeli'ni öne çıkaran sorumlu hatta suçlu Batı için de durum pek farklı değil. Arap dünyasındaki gelişmeleri beklemedikleri gibi, hazırlıklı olmadıklarını da görmek mümkün. Bugüne kadar İslam'ı referans alan tüm politik akımları aynı kefeye koyan, 'köktenci' ve 'terör kaynağı' olarak algılayan Batı'nın politik elitleri, bir anda 1928 yılından beri mücadele veren Müslüman Kardeşler'le El Kaide arasındaki farkları ve iki hareketin farklı olgular taşıdığını algılamaya başlıyor. Arap halklarının on yıllardır aşağılandığı post-kolonyal dikta rejimini düne kadar destekleyen Batı'nın politik elitleri derin bir oryantasyon sorunu yaşıyor. Gelişmeleri anlamakta zorlandığı gibi, dostları olan diktatörlerin bıraktığı 'boşluğu' kimin dolduracağını tartışıyor. Batı'da da diktatörlere yakınlığıyla bilinen Fransa'nın dışişleri bakanının istifa etmek zorunda kalmasından da anlıyoruz; 'Model Türkiye' bir kesim tarafından öne çıkarılıyor. Arap dünyasının Türkiye'ye benzer bir dönüşümü yakalamasını arzulayan ve bölgedeki olası bir kaosun boyutlarından korkan bu kesim için Türkiye, olumlu bir referans oluşturuyor. Aslında AKP'nin 2002 yılında iktidara gelmesiyle de benzer bir tartışma yaşanmış, Türkiye'nin model olabileceği tartışılmıştı. AKP'nin, kurumsal reform sürecinde İslam'ı referans almaktan uzak durması, Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat partileriyle karşılaştırmasına sebep olmuştu. Gerçi aynı kalemler İsrail'in Gazze çıkarmasından ve Erdoğan'ın sert çıkışlarından sonra Türkiye'yi 'İranlaşma' sürecinde görmeye başlamış ve 'eksen kayması' gözlemlemiş olsa da, Arap başkaldırışından sonra eksenin yerinde olduğunu tespit etmeleri ve Türkiye'nin referans olabileceğini görmeleri sevindiricidir. Batı, artık Mısır'da Müslüman Kardeşler'in iktidarı ile sonuçlanacak olası demokratik bir sürece karşı olmadığı gibi, kukla-dikta alternatiflerine destek veremeyeceğini görmüş bulunuyor.
Fakat Batı, Arap dünyasında yaşadığımız dönüşüm karşısında biraz da çaresiz durumda. Kolonyal geçmiş ve post-kolonyal diktaya desteği yüzünden şüphe altında olduğundan, 'yanlış adım' korkusuyla ne yapacağını bilememe arasında ikilem yaşıyor. En vahimiyse Arap dünyasının demokratikleşme sürecinde etkin olabilmek için elinde hiçbir kurumsal aracının olmaması. Yunanistan, İspanya ve Portekiz'de, 'demokratikleşme' AB entegrasyonuyla sadece kurumsal değil, ekonomik olarak da desteklenmiş ve dikta rejimleri aşılabilmişti. Doğu Avrupa da hızlıca AB ve NATO'ya üye edilmiş, bölgedeki istikrar, ekonomik, politik ve kurumsal olarak desteklenmişti. Fakat Arap dünyasına yönelik, ne benzer bir politika, ne ekonomik bir program, ne de kurumsal, ciddi bir yapı mevcut. NATO üyeliği tartışılamadığı gibi ölü doğan 'Akdeniz Birliği' projesinin babası Sarkozy, Araplar bir yana, NATO ve Avrupa Konseyi üyesi Türkiye'yi bile AB'de görmek istemiyor. Aslında sadece Sarkozy değil genel olarak Batı'nın elitleri demokrasinin kendilerine özgü bir düzen olduğunu düşündüğünden, Arapların, genel olarak 'Müslümanların' demokratik bir toplum kuramayacağını düşünüyordu.
Arap dünyası için Türkiye 'model' değil, esin kaynağı
Arap dünyasındaki, Osmanlı'dan kalma ve Arap milliyetçileri için geri-kalmışlıklarının temelini oluşturan Türkiye imajı, son yıllarda üç nedenle değişim yaşadı. Arap tarihçileri iflas eden milliyetçilik gözlüğünü kaldırınca Osmanlı'nın sadece Türk değil, Selçuklu-Emevi ve Bizans sentezinden oluşan bir imparatorluk, kendi kültürlerinin de imparatorluğun politik yapılanmasında Türklerden etkin olduğunu fark ettiler. Bu yüzden Arapların tarihlerini yeniden yazmaya başladığını ve Türkiye'ye bakışlarının değiştiğini izliyoruz.
İkinci olgu; Türkiye'nin tüm kriz, darbe ve sürmekte olan sorunlara rağmen demokratik istikrarı, hızlı bir ekonomik kalkınmayı yakalamış olması. Petrol gibi tabii zenginlik kaynaklarından yoksun Türkiye'nin İran'la karşılaştırıldığında ekonomik refaha gidişi Arapların da gözünden kaçmamış, AB'yle üyelik müzakerelerini ilgiyle izlemeye başlamışlardı. Kendileri gibi bir tarihi olan Türkiye'nin gelişmesinin, Arap dünyasında tartışılması ve dikta rejimlerinin sorgulanmasında ilham kaynağı olması tesadüf değil.
Arap dünyasının Türkiye algısını değiştiren üçüncü faktör, Türkiye'nin yeni dış politikası oldu. Davutoğlu'nun şekillendirdiği, Erdoğan'ın seslendirdiği yeni politika gözden kaçmadığı gibi, Gazze krizinde Türkiye'nin tavrı da, Arap sokaklarındaki Türkiye imajını değiştirmiştir. Bu olumlu bakışın etkisiyle Mısır, Tunus ve diğer Arap ülkelerinde, Türkiye tartışmasını izliyoruz. Arapların Türkiye'ye bakışını Batı'dan ayıran en önemli özellik, analizlerin genel bir 'model' tartışması değil, derinlemesine politik ve ekonomik tezler üretmesi. Arap köşe yazarlarına biraz yakından bakınca, siyasi partilerin, özellikle AKP'nin politik referans olduğunu, Türkiye'de ordunun kurumsal rolü ve konumu, laiklik ve din-devlet ilişkisi, dünyaya açık bir ekonomiyle kalkınmanın yakalanması, gibi konuların analiz edildiğini görebiliriz:
- "Özgürlük ve demokrasi yönündeki değişim, kimliğin somutlaşmasının yanı sıra benlik ve tarihle uzlaşmanın bir başka yüzüdür. Biri olmadan diğeri de başarılı olamaz. Bu durum da Türkiye'ye rolünü ve yeni varlığını kazandırdı. Tarihî rollerini kazanmaları ve modernleşme projesine başlaması için Arap ülkelerinde olması gereken de bu." (Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç, 7 Şubat 2011)
-"Aslında Türkiye'deki sistemin biraz laiklik, biraz demokrasi, biraz da askerî ve dış vesayet olması sebebiyle, tarihî şartları ve sürecindeki farklılığa rağmen özel bir durum olan Türk modelinin kopyalanması imkânsız; ancak evrensel şartlarda birçok konuda değişimin genel adresi olabilir." (Paul Salim, Mısır gazetesi Şuruk, 8 Şubat 2011)
- "Ne baskı ne de işkence İhvan'ı ortadan kaldırabilir. Tam tersi geçerli. Ancak en sorunlu İslamcı tezlerin gelişimini etkileyecek demokratik bir tartışma ve canlı bir fikir alışverişi bunu yapar. İşkence ve diktatörlükle değil, ancak fikir alışverişinde bulunarak halkın iradesine uygun çözümler bulabiliriz. Türkiye örneği, bizim için ilham kaynağı olmalı." (Tarık Ramazan, The Huffington Post 8 Şubat 2011
- "Tehlike, Mısır'ın Türkiye'ye değil, Pakistan'a, yani gerçek gücün generallerin elinde olduğu sahte demokrasiye dönüşmesi." (Ferid Zekeriya, The Washington Post-7 Şubat 2011).
Batı ve Arap kitleleri için 'model Türkiye' tartışmasını ciddi kılan önemli bir olgu da, Türkiye'nin Ortadoğu'da, bir nevi 'anti İran' olmasıdır. Bir tarafta, baş döndürücü tabii zenginliğe rağmen fakir, benzin ve gıdayı bile ithal eden, içine kapanık, dünyayla kavgalı, idam sehpalarının meydanları süslediği, kadınların 'eksik' sayıldığı İran'ı görüyoruz. Öbür tarafta, dünyaya açık, Avrupa Konseyi üyesi, AB'yle müzakereleri sürdüren, idam cezasını kaldırmış, ekonomik ve politik istikrarı hızla yakalamaya doğru yol alan, Kürt sorunu gibi düne kadar tabu olan konuları derinlemesine tartışan Türkiye. İran'la karşılaştırıldığında Türkiye, sorunlarına rağmen olumlu bir alternatif oluşturuyor. Bu yüzden Arap kitleleri için bölgede referans kaynağı olması tesadüf değildir diyebiliriz.
Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara