Dolar

34,9484

Euro

36,7215

Altın

2.991,43

Bist

10.125,46

Türk demokrasisi ve Araplara örneklik

Türkiye'deki çelişki, ülkenin dış politikasının Arap dünyasına yakınlaşmasına rağmen, aynı zamanda Avrupa kapılarını zorlama çabasında

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-03-07 07:59:38

Türk demokrasisi ve Araplara örneklik
Başyazı / İspanya gazetesi La Vanguardia


Türkiye, Batı değil, fakat NATO üyesi. Ortadoğu’nun bir parçası, fakat Arap değil. Nüfusun büyük çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, aynı zamanda laik bir cumhuriyet olma özelliğini koruyor. Peki Türkiye, çırpınmakta olan Arap ülkeleri için bir model teşkil eder mi? Emin olduğumuz bir şey var ki, o da Türkiye’nin ne Ortadoğu’nun laik otokrasilerine ne de Sünni Suudi Arabistan veya Şii İran gibi diğer Müslüman teokrasilere benzediği. Ve Arap devrimleri, demokratik bir geçiş sürecine girdikleri takdirde, Türk deneyiminden ilham alabilir. 

Arap dünyasından farkı 
Birinci Dünya Savaşı’ndaki Osmanlı yenilgisi, Arap vilayetlerinin imparatorluk topraklarından koparılmasına yol açarken, aynı zamanda cumhuriyeti ilan ederek, sultanlığı ve halifeliği ortadan kaldıran Mustafa Kemal Atatürk’e de liderlik kapılarını açtı. 

Atatürk, halifelikte yer alan milli ve dini Osmanlı kimliğinin yerine ulusal Türk kavramını oluşturdu. Yani, laik bir Türkiye yarattı, ancak toplumun inanç bağlamındaki İslami kimliğinde bir eksilme olmadı. Doksan yıl sonra bugün Türkiye, demokratik açıdan bazı sınırları olmasına rağmen, otokratik rejimlerin tam aksine İslam dünyasını modernize etme eğiliminde olanlar için örnek teşkil edebilecek bir siyasi sisteme sahip. 

Kemalizmin temel felsefesi, bir ülkeyi ayakta tutabilmek ve geliştirmek için, muasır medeniyetlerin bir parçası olmak ve kadın-erkek eşitliği, modern bilimlere dayalı eğitim, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi daha çok Batı’ya ait görülen vasıflar edinmek gerektiğini belirtir. Batı yanlısı Suudi Arabistan ve Batı karşıtı İran’sa zıt kutupları temsil ediyor: Bunlar birbirinden uzak nitelikte rejimler, fakat yine de ortak bir teokratik karaktere sahipler. 

Arap dünyasından farklı olarak Türkler, petrole sahip değil, dolayısıyla kendilerini tarım ürünleri dışında tabii kaynaklar ihraç etmeksizin ekonomiyi kalkındırmak zorunda görüyorlar. Türkiye bu yönden de bir model olabilir, zira Arap dünyası (özellikle de Suudi Arabistan), doğalgaz ve petrol ihracatına dayanıyor, ki bu kaynaklar er ya da geç tükenecek. Dünya Bankası raporlarına göre, petrol dışındaki Arap ihracatları, Finlandiya’nın ihracatlarından daha az. 

Türkiye’de ordu, kendi kurallarına göre tasarlanan anayasaya göre, cumhuriyetin laik yapısının garantisi konumunda. Fakat ülke, Tayyip Erdoğan’ın ılımlı İslamcılarının seçimleri kazanarak hükümet kurduğu 2002’den bu yana oldukça değişti. İslamcıların iktidara gelmesi neredeyse bir asır sürdü, fakat son on yıllarda siyasi sürece dahil olma imkânı buldular. Ve şimdi İslamcılar, ılımlılık yoluyla ülkeyi yönetirken, ordunun da gücünü önemli ölçüde yitirdiği görülmekte. Fakat buradaki asıl çelişki, bugün Türkiye’nin oldukça değişmesine ve dış politikasının Arap dünyasına yakınlaşmasına rağmen, aynı zamanda Avrupa’nın kapalı kapılarını da zorlamaya devam etmesinde. 

AB için yeni bir fırsat mı? 
Başbakan Erdoğan’ın Avrupa kurumlarını ziyaret ettiği bugünlerde, Avrupa Birliği’nin kapısını çalmak için yeni bir fırsat doğuyor. Birkaç yıl önce Türk ordusu, Avrupa’yı kapılarını açmadığı takdirde, bundan en kârlı çıkanların İslamcılar olacağı konusunda uyarıda bulunuyordu. Şimdiyse İslamcılar iktidarda ve eğer bu deneyim de Avrupalıları ikna etmezse, belki Türk rotasının haritası, belkemiği teşkil edecek bir orduyla birlikte demokrasiye geçiş niyetinde olan Arap rejimlerinin işine yarayabilir. 

Haber Ara