Necib el-Gadban* / TİMETURK
Kansız biten Tunus ve Mısır devrimleri Arap halklarını ne kadar sevinlerse boğduysa, çökmekte olan Libya rejiminin, diğer devrimler gibi kansız başlayan - ancak rejim tarafından bir şiddet ve katliama dönüştürülen - gençlik devrimini bastırmak için izlediği vahşi ve katliamcı yöntem Arapları bir o kadar üzmüş ve hüzünlendirmiştir.
Kaddafi’nin, koltuğunu korumak için şiddete başvuracağı herkes tarafından beklenen bir ihtimal olmasına rağmen Kaddafi ve oğlunun bu katliamcı zihniyeti dünyaya karşı savunmak için ileri sürdüğü gerekçeler bir çok kişiyi oldukça şaşırtmıştır, bu durum aslında Kaddafi rejiminin yaşadığı yalnızlık ve halüsinasyon hali üzerindeki perdenin kalkmasına neden olmuştur.
İşte bu makalemizde Libya rejiminin izlediği bu yöntemi açıklayacak bazı boyutları ve bu baskıcı rejimin başarısız olmuş deneyiminden çıkarılacak dersleri ele alacağız.
Kaddafi - iddia ve abartıları bir yana- baskıcı ve diktatöryel bir rejim icat etmiştir. Bu rejim tek bir hedef etrafında dönmektedir: Kendisini iktidarda tutmak, kendisinden sonra da koltuğu oğullarına devretmek.
Birinci önemli boyut şudur: Kaddafi - iddia ve abartıları bir yana- baskıcı ve diktatöryel bir rejim icat etmiştir. Bu rejim tek bir hedef etrafında dönmektedir: Kendisini iktidarda tutmak, kendisinden sonra da koltuğu oğullarına devretmek. Siyasal sistemde resmi bir makamı işgal etmiyorum, yalnızca bir devrim önderiyim demesine rağmen, mutlak hâkim, amir ve nahi odur, tüm yetkiler onun elinde toplanır. Öyleki kurumları oluştururken “kardeş albay” Kaddafi’nin korkusu ve takıntısı o dereceye ulaşmış ki orduyu adeta milislerden oluşan birliklere dönüştürmüş, her birliğin başına ya bir oğlunu, ya bir akrabasını ya da itaatkar bir taraftarını getirmiştir.
İkinci önemli boyut ise Libya rejiminin iddia ile pratik arasındaki çelişkinin en bariz örneği olmasıdır. Kaddafi getirdiği rejimin batı demokrasilerinden daha iyi olduğunu iddia etmektedir. Zira karar oluşturulurken “doğrudan demokrasi” yöntemini izlediğini söylüyor. Doğru eğer pratiğe aktarılırsa bu temsili demokrasiden daha iyidir. Ancak “Halk Komiteleri” sistemi denilen ve halkın tüm kesimlerini içine alan ve ülkenin gerçek yasama meclisi olması gereken bu sistemin problemi şudur: Bu modelin sahteliğini ortaya çıkaracak kadar abartılı kör bir itaatle “Öndere” bağlı oportünist kişilerin kontrolünde olan bu halk komiteleri, Kaddafi iradesinin formalitelerinden başka bir şey değildir.
Öte yandan Kaddafi’nin başta aydınlar ve liyakat sahibi kişiler olmak üzere muhaliflerine karşı en sert, en vahşi baskı ve işkence yöntemlerini izlemiştir. Bu muhaliflerin çoğu düzmece “halk” mahkemlerinde idam edilmiştir, diğer bir kısmını da uzun yıllar cezaevlerine konulmuştur. Savunmasız tutukluların kimisi öldürülmüş, kimisi kaçırılıp bilinmeyen yerlere götürülüp ortadan kaldırılmıştır. Çoğu tutuklu da zorunlu sürgüne zorlanmıştır.
Üçüncü boyuta gelince, Allah Libya’ya önemli bir petrol serveti, nisbeten az bir nüfus ve büyük bir toprak parçası vermiştir. Bu da Kaddafi’ye, ülkenin gelirleriyle toplumunun bazı kesimlerini satın alma, kendi maceralarına ve maliyetli dış ahmaklıklarına para harcama imkânı sağlamıştır.
Buna şu örneği verebiliriz: Libya rejimi, eskimiş silahları satın almak için büyük paralar ödedi. Sonra da bu silahların bir kısmını “devrimci” hareketlere aktardı. Bu silahlar Libya’yla zerre kadar ilgisi olmayan çatışmalarda kullanıldı, ancak bu silahların tüm ülkeye negatif yansımaları oldu.
Bunun en güzel örneği Libya rejiminin, 270 yolcunun öldüğü meşhur lockerbie faciası kurbanları için ailelere 2.7 milyar dolar vermeyi kabul etmesidir. Libya emniyetinin karıştığının anlaşıldığı bu olaydan sonra ülkeye on yıldan fazla ekonomik ambargoya maruz kalmıştır.
Bu konuya başka bir örnek te Libya rejiminin kitlesel silah programı yapımı için çok büyük paralar harcamasıydı. Ancak Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra bu silah programını dağıtmak için ABD’den alelacele yardım istedi, bu duruma batılı devletler bile şaştı kaldı.
Dördüncü boyut ise Kaddafi’nin büyüklük delisi olduğu aşikârdır. Bu durumun belirtilerini ve etkilerini görmek için klinikte psikolojik testler yapmaya da gerek yoktur. Kaddafi iktidarı teslim aldığında henüz 28 yaşında genç bir delikanlıydı. Günler ve yılların geçmesiyle, rejimin denetim ve hesaba tutulması zarureti ortaya çıktığında Kaddafi’nin bu hastalığı ortaya çıktı. Adamdaki bu hastalığın nasıl ilerlediğini izlemek için yıllardır giydiği kıyafetlere ve verdiği pozlara bakmak yeterlidir. Kaddafi’deki bu kibir hastalığı Firavun’daki kibri hatırlatmaktadır. “Senin firavunun kimdir Ey Firavun?” diye sorduklarında beni engelleyen kimse var mı? diye cevap vermişti.
Ülkenin doğusunda başlayan ancak ülkenin her tarafına yayılan barışçıl gösterilere karşı rejimin bu kadar vahşi bir yöntem izlemesinin arkaplanında bu var.
Protesto hareketi Kaddafi’nin sarayının sınırlarına ulaştığında oğlu çıkıp ilk konuşmayı yaptı. Daha sonra babası çıktı konuştu. İkisinin konuşmasına baktığımızda ikisinin de etrafta olup bitenleri anlamaktan çok uzak olduklarını görürüz. Bunun kanıtı da baba ve oğlun, protestocu gençleri sürekli hain ve işbirlikçi (bazen CIA bazen de el-Kaide örgütü işbirlikçisi) olmakla veya uyuşturucu ve kafa bulan (halusinasyon) hapları kullanmakla suçlamalarıdır. Daha önce rejimin “reformcu” yüzü olarak lanse edilen oğul Kaddafi’nin gençlerin halüsinasyon haplarını kullandığı iddiasını tekrarlayıp durması çok dikkat çekmişti. Bu durumda oğul Kaddafi ya halk hareketine iftira atıp onu cüce gösteriyor ki bu bir felakettir, ya da bu iddiaya inanıyor ki bu çok daha büyük bir felakettir.
Baba ve oğulun konuşmasındaki ikinci önemli nokta içerdiği tehdit ve korkutma ruhu ve “ya ben ya tufan” mantığının kullanılmasıdır. Yani Libya halkının önünde üç değil iki seçenek vardır. Birincisi: Yapılacak bir takım tadilatlar eşliğinde mevcut rejimin sürmesini kabul etmek. Bu tadilatlar arasında yeni bir bayrak, yeni bir milli marş hatta yeni bir anayasa da var. Tabii konuşmalarda bu tür konular ikinci planda yer aldı ve bunlardan yalnızca bir defa söz edildi. Oysa halüsinasyon hapları suçlaması en az beş defa tekrarlandı.
İkinci seçenek ise yıkım, kan, ülkenin parçalanması, kitlesel bir savaşın ilan edilmesi, taş üstüne taş bırakmama tehdidi ve “ben yoksam düşmanım da olmayacak” akıbetidir. Bu tehditlerde şöyle bir tehlike vardır. Kaddafi, klanı ve silahladındırdığı paralı askerler, silahsız sivil halka karşı çok vahşi bir şekilde savaş uçakları ve ağır silahlarla saldırıyorlar. Bu, el-Cezire ve Facebook dönemi öncesi kimi büyük devletlerin insanlığa karşı işledikleri toplu katliamları akla getiriyor.
Libya devrimindeki mevcut gelişmeler, Kaddafi’nin diktatör rejiminin performansıyla alakalı üç önemli ibret almamız gerektiğini göstermiştir: Birinci ibret, kırk yıldan fazladır iktidarda bulunan Libya rejiminin insani kalkınma, ülkenin altyapısı ile eşit vatandaşlığa dayalı bir vatan ve kurumların inşaası konusunda çok net bir şekilde başarısız olduğu ortaya çıkmıştır.
İkinci ibret ise Libya rejiminin ve diğer devrimci rejimlerin emperyalizmle mücadele, Arap Birliği, Afrika Birliği ve Milletler birliği gibi birleşmeler için ciddi çaba, “dev nehir” projesi gibi ilan edilmiş hayali projeler gibi söylemlerdeki tutarsızlıktır. Kaddafi rejimin gerçekleştirdiği tek icraat kırk yıldan fazla iktidarda kalmasıdır, ancak bunun da Libya’ya ve Libyalılara bedeli çok ağır olmuştur.
Üçüncü ibret ise iki devrik lider, Bin Ali ve Mübarek “aşırı islam” kartını kullanma yoluna gitmiş ancak bunda pek başarılı olamamışlardı. Baba ve oğulun da Libya’nın ikinci bir Somali veya Afganistan olacağını, zaten bazı yerlerde iki islami emirliğin ilan edildiğini ve petrolun aşırı dincilerin eline geçeceğini duyurdular.
Libya gençliği, korku ve psikolojik duvarları kırıp Kaddafi ile oğullarının ve sihirbazlarının “halüsinasyonundan” kurtulmak ve büyüklüğün “önderin” kimi isim veya projelerin başına koyduğu bir sıfat değil aksine zalim “krallar kralına” karşı gelmek olduğunu ispatlama kararını almıştır.
Ancak iki Kaddafi’de göze çarpan şey baskı, şiddet ve terörle, halkın arasına özellikle de Trabluslular arasında korku ve panik havasını yaymak için paralı asker kullanarak ülkeyi bu hale getirmeleridir. Ayrıca batıya da sizin çıkarlarınızın teminatı biziz, hayati çıkarlarınızı ancak biz koruruz mesajını vermek istiyor.
Ama bir musibetin bazen faydalı bir tarafı da vardır. O da bu musibet sayesinde Libyalılar birleşti, rejimin devrilmesine olan inanç ve iradeleri güçlendi. Zülumden kurtulmak, ülkenin birliğini korumak, ülkeyi doğru temeller üzerinde yeniden kurmak ve Libya halkının despotizm, yolsuzluk ve hanedanlık rejiminden daha iyi alternatifler bulmaya gücü olduğunu ispatlamak için fedakârlık yapmaları gerektiğini anladılar.
Ayrıca bu rejimin son günlerinde başvurduğu yöntem batılı devletlere aslında terörü ve fundamentalizmi yaratanın yalnızca diktatöryel rejimler olduğunu, bu rejimlerin istikrarın teminatı oldukları iddiasının aslında hayal ve geçici bir istikrar olduğunu ispatlamıştır.
Libya gençliği- Tunus ve Mısır devrimlerinden sonra- korku ve psikolojik duvarları kırıp Kaddafi ile oğullarının ve sihirbazlarının “halüsinasyonundan” kurtulmak ve büyüklüğün “önderin” kimi isim veya projelerin başına koyduğu bir sıfat değil aksine zalim “krallar kralına” karşı gelmek olduğunu ispatlama kararını almıştır.
*Suriyeli akademisyen ve yazar.
Bu makale Mehmet S. Direk tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.
Halüsinasyon cemahiriyesi ve Kaddafi
Suriyeli Akademisyen ve yazar Necib el-Gadban, 'Halüsinasyon Cemahiriyesi ve Büyük Devrilişten İbretler' adlı makalesinde Kaddafi'yi ve düşünce yapısını analiz etti...
15 Yıl Önce Güncellendi
2011-03-07 20:51:16
Haber Ara