Süleyman Şahin / TİMETURK
Ürdün Senatosu üyelerinden eski Dışişleri Bakanı Dr. Salahaddin el Beşir’e göre,” Arap coğrafyasında meydana gelen olaylar, Arap toplumu nezdinde modern iletişim araçlarının kullanımıyla gelişen bir Arap rönesansının, bir olgunlaşmanın tezahürüdür.” El Beşir’e göre, Arap sokaklarının değişim talebi, politik katılım iradesinden mahrum bırakılmışlığın, sorumluluklara endeksli ve hakları yok sayan bir sisteme duyulan hoşnutsuzluğun birikimidir.
Ürdün dahilinde meydana gelen yürüyüşler, oturma eylemleri, yolsuzluklara karşı mücadele ve reform çağrıları üzerine Londra mahreçli el İlaf’a verdiği röportajda el Beşir, “bu bir furyadır geçer, zira Ürdün’ün konumu özeldir” derken şöyle devam ediyor. “ Bu olaylar, Ürdün tahtına, iktidara ve sokağa duyulan güveni gösterir. Ürdün toplumunda halihazırdaki politik güçlerin çoğu köklüdür ve devletin temel unsuru olan sosyo-politik bileşimin bir parçasıdır. Politik reformun ana kapısı, Ürdünlü vatandaşın seçim sandığı yoluyla politik ve ekonomik isteklerini dile getirebileceği modern bir seçim kanunudur.”
Amerikan rötüşlü yeni bir Ortadoğu oluşuyor yorumlarına katılmayan. El Beşir’e göre, Bizzat Arap coğrafyasındaki iç dinamiklerin harekete geçirdiği reform ve değişim taleplerini dillendiren bir Arap Rönesansı’yla karşı karşıyayız. İsrail ve Batı devletleriyle barışık olma kararı artık devletlerin değil halkın iradesinde.
Röportaja geçelim…
Araplar açısından bakarsak olaylar gittikçe tırmanıyor. Görünen o ki, 2011 yılı Arap rejimlerinin peşpeşe yıkıldığı bir yıl olacak. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Arap aleminde bugün meydana gelenler, topraklarımızda doğru dürüst bir iç politik hayatın olmayışından, politik gelişim programlarının yavaş işleyişinden, bu programlar üzerinde bir konsensüs eksikliğinden ve belli bir standarda sahip olmayıp ülkeden ülkeye değişen formatından kaynaklanan doğal bir sonuçtur. Bir diğer önemli etken ise normal bir Arap vatandaşın, ülkesindeki iç politik mekanizmalara duyduğu güvensizlik ve beklentilerin sürekli boşa çıkmasından yaşadığı hayal kırıklığıdır. Arap vatandaşı, karar sürecine ortak olmadığının bilincinde, sonuçlardan kendisine bir sorumluluk payı düşmediğini düşünüyor. Aktif politik katılımın yokluğu veya mevcut katılım çerçevesine duyulan güven eksikliği nedeniyle kendisiyle mevcut düzen arasında bir uçurum olduğu kanısında. Bu uçurumu kapamaya dönük her türlü değişim çabası, gerekli politik altyapının olmayışına ve bu değişime öncülük yapacak kurumsal mekanizma boşluğuna takılıp kalıyor. Ortada güven telkin eden ne bir basın, ne de taleplerini yansıtacak, inanç duyulası bir politik mekanizma var. Bu konuda iki önemli katalizör etkenden bahsetmek gerekir.
Birincisi, büyük küresel ekonomik krizin, Arap vatandaşı derinden etkilemesi.
İkincisi, büyük teknolojik gelişimin, sanal Arap sokağı olarak tanımladığım, sessiz yığınlara iktidarların sunamadığı sesini duyurma ve örgütlenme imkanı bahşeden karşılıklı diyalog ortamı sağlaması.
Arap sokaklarının isteklerini rejimlerin üzerinde etkin kılan devrim virüsünün salgın halinde ülkeden ülkeye yayılmasına ne diyorsunuz?
Salgın hali, devrime muhatap Arap devletlerindeki politik mekanizmanın büyük ve köklü değişimle birlikte hareketlenmesiyle doğru orantılı. Devrimlerle birlikte politik kurumların yeniden kımıldanmaya başlaması ve halkın sorumluluk alarak karar mekanizmalarına katılımı bize doğrudan sirayet noktasında yeterli oldu. Muhalif güçler, sokağa inme seçeneğinde tıkanmadan seçmenleri ikna ederek de başarabilir algısı oluşmaya başladı. Öncesine bakarsak, genel Arap hissiyatı, politikası ve ekonomisindeki başarısızlıklar, gerek objektif bir gerçeklik gerekse subjektif kanaatler olsun, tek bir hastalığın belirtisiydi. Bu da, vatandaşın kendini mevcut düzenin bir parçası olarak görmekten geri durmasıydı. Aslında şu yaşananlar, değerlendirilmesi gereken bir fırsat sunuyor bize. Zira talepler açısından kitlesel bir görüntü ortaya çıksa da, her bireyin aynı zamanda yaşam kalitesini yükseltme ve hanesini garantiye alma eğilimi inkar edilemez. Aslında ortak olan, bulaşıcı olan, bireylerin geleceğe dair ümitlerinin boşa çıkması ve hayal kırıklığıdır. Bu ortak negatif algıyı pozitife çevirmenin yolu, Araplararası ilişkileri ortak bir kalkınma hamlesi ve ekonomik gelişim için üretim esasına göre yeniden formüle etmek olacaktır. Her şeyden önce Arap gençliğinin hayata dair beklentilerini karşılayacak istihdam alanları oluşturmaya yoğunlaşmalıyız. Diğer yandan her anlamda işgücünün lehine çalışma koşullarında iyileştirmeler yapmak durumundayız.
Ürdün örneğine baktığımızda hemen her hafta yürüyüşler, oturma eylemleri ve kamuoyu açıklamaları şeklinde çeşitli protesto gösterilerinin yapıldığını görüyoruz. Bu konudaki görüşünüz nedir?
Bu olaylar hakkında söylenecek şey, daha öncekilerle benzerlik taşıdığı… Ürdün’de olan biteni dikkatle izleyenleri, öncelikle ülkenin jeopolitiği, toplumsal değerleri ve ekonomisine ilişkin iç dinamiklerin belirlediği kendine özgü koşulları hesaba katarak derinliğine analiz etmeye davet ediyorum. Sonrasında bu durumun geçici bir furya olduğunu, kalıcılığının ancak kargaşa ve iç karışıklığa bağlı olduğunu, bu nedenle yanı başımızda gelişen hadiselerin sorumluluk duygusunun gelişimiyle üstesinden gelinebileceğini düşünüyorum. Toz duman çekilip ortalık tekrar seçilir olunca Ürdün olaylarını mercek altında tutanlar, bir ulusal reform haritasının işaret taşlarını daha net görmeye başlayacaklardır. Bu bağlamda Ürdün’de meydana gelen gelişmeler, Kraliyet ailesine, iktidara ve sokağın gücüne duyulan güvenin ve olgun bir tavrın göstergesi olacaktır. Bunun böyle olması doğaldır. Zira Ürdün toplumunun bünyesindeki mevcut politik temayüllerin çoğu köklüdür ve devletin temel payandası olan sosyo-poliitik güçlerin bileşkesi bunlardan oluşur. Bir de tabii, belli bir zaman dilimine özgü politik mesajın netliği ölçü sayılmaz. Önemli olan bu mesajın anlık bir tezahür değil, bir yaşam pratiği olarak uygulamada karşılığını bulmasıdır.
Geçmiş Ürdün hükümetlerinin özelleştirme gibi bazı ekonomik icraatlarına bakıldığında – tabii bu arada başlatılan yolsuzluk soruşturmalarını da hesaba katarsak - görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Özelleştirmeyle birlikte anılan yolsuzluk iddiaları, konuyu basite indirgediği gibi mantıksal bir paradoksa da yol açıyor. Yolsuzluk, her nerede rast gelinirse gelinsin, kesintisiz bir şekilde mücadele edilmesi gereken bir olgudur. Fakat şunu bilmek gerek: Yolsuzluk, özel sektöre ya da kamu sektörüne özgü bir durum değildir. Toplum yararına çalışan sivil toplum kuruluşlarında bile görülmesi muhtemeldir. Yolsuzluğu, doğrudan özelleştirmeye bağlamak bu açıdan doğru olmasa gerek. Bu algı, aynı zamanda yolsuzlukla mücadelede hedef saptırmaya da neden olur. İstatistik verileriyle desteklenmiş bilimsel bir çalışma gerektiren bir konuda, devletin ekonomi politikalarını üstünkörü bir üslupla görmezden gelmek de başka bir yolsuzluk türüdür. Şahsen ben, ekonomik kalkınma ve istihdam oluşturma modeli olarak özelleştirmeyi savunan birisiyimdir ve bu görüşe bilimsel verilerden yola çıkarak varmışımdır. Toplumsal mutabakata dayalı yasal seçim sistemine ve değişik programlar arasından tercih yapmaya imkan sağlayan politika pratiğine güvenim tamdır. Halk da zaten en doğrusunu seçecek ve özelleşmeyi destekleyecektir. Zira devletin zenginliği, vatandaşın zenginliğiyle bir anlamda paraleldir. Seçmenlerin istediği ekonomik programı belirleyecek olan, nihayetinde seçim sandığıdır. Her halükarda özelleştirme kararı, 1989 yılındaki ekonomik krizde çözüm yollarından birisi olarak düşünülmüş ve kanaatimce ekonomi, istihdam ve özel sektörün gelişim parametreleri dikkate alındığında başarılı da olmuştur. Bu söylediklerimden yerli ya da yabancı yatırımların mercek altına alınmasından rahatsızlık duyduğum gibi bir anlam çıkmasın. Ancak bu mercek altına alma sürecinde izlenecek yöntemlerin bilimsel olmasını, bir planlama dahilinde yürümesini, faydayı çoğaltmasını ve negatif etkilere yol açmamasını beklemek de hakkımdır sanırım. Toptan kabul ne derece sağlıksız bir yöntemse, toptan red de aynı oranda sağlıksızdır.
Seçim sandığı yoluyla politik ve ekonomik reformun temel dayanağı vatandaştır diyorsunuz. Bu bağlamda genel bir mutabakatı içeren özelleştirme yasasına ilişkin görüşleriniz…
Vatandaşların kendi kararlarını verip gereken sorumluluğu doğrudan yükleneceği, politik, sosyal ve ekonomik dengesizlikleri giderecek diğer yasaların yanında seçim yasasının çıkmasına Ürdün’ün ihtiyacı var. Zira diyalog zemininden geçerek genel kabule mazhar olan bir seçim kanunu ortaya çıktığında, kendi ekonomik durumunu netleştirecek bir ekonomi politikasının oluşumuna vatandaş kendisi karar verebilecek. Bu, reform ekseninde geçmesi düşünülen gelecek seçimlerde oy sandıkları yoluyla gerçekleşecek. Böylelikle sadece iktidar eleştirisi yapmakla yönetime katılmak arasındaki fark da görülmüş olacak.
Ürdün açısından baktığımızda Hüsnü Mübarek yönetimindeki müttefik Mısır rejiminin çöküşü, barış görüşmelerini ve mevcut anlaşmaları sizce nasıl etkiler?
Herhangi bir Arap devletiyle yapılan anlaşmayı sadece iktidarların yaptığı anlaşma olarak görmekten ziyade, halkların anlaşması olarak görmek gerekir düşüncesindeyim.
Arap devletlerinde meydana gelen hadiseler ve rejimlerin çöküşü, Amerika’nın alışılmadık şekilde Arap liderlerini by-pass edip doğrudan değişim talebini dillendiren halkların yanında görüntü vermesi göz önüne alındığında, yeni bir Ortadoğu senaryosu olarak değerlendirilebilir mi?
Batı cihetinden bakıldığında ortada yeni bir Ortadoğu senaryosu gözükmüyor. Mevcut durum, yirmi birinci yüzyılda gerçekleşen ve Arap toplumunun iç dinamiklerinden doğan bir Arap reformu, bir Arap rönesansıdır.