Dolar

34,9509

Euro

36,7127

Altın

2.996,06

Bist

10.039,61

Mısır Ayaklanmasında İslamcıların yeri

Mısır’daki “Arap Öfkesi”, birkaç hafta önce Tunus’ta olduğundan daha fazla İslamcı değildi. İslamcılar sadece bir unsurdu, daha ötesi değil. Çeşitli dini gruplar fazlasıyla muhafazakâr siyasi bir rol oynadı. Çok azı protestoları destekledi.

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-03-06 17:41:24

Mısır Ayaklanmasında İslamcıların yeri


Hüsam Tammam ve Patrick Haenni*

Mısır’daki “Arap Öfkesi”, birkaç hafta önce Tunus’ta olduğundan daha fazla İslamcı değildi. İslamcılar sadece bir unsurdu, daha ötesi değil. Çeşitli dini gruplar fazlasıyla muhafazakâr siyasi bir rol oynadı. Çok azı protestoları destekledi. Kimi destekler görünmek zorunda kaldı. Ekserisi açıkça karşı çıktı. Bu Müslümanlar kadar Kıptiler için de geçerliydi. 

İlk sokaklara çıkma çağrısının yapıldığı 25 Ocak’ta devrimi başlatanların gerçek mahiyeti hala tam olarak bilinmiyor. Ancak iki şey açık. Mısır siyasetini son iki senedir biçimlendiren farklı protesto hareketlerinden gelen gençler, Tahrir Meydanı’ndaki ilk gösterilere öncülük etti. Protesto hareketlerinin, net bir ideolojik yönü yoktu. Demokratik taleplerin, milliyetçi referanslar ve sola eğilimin karışımıydı. Diğer siyasi kuvvetler gibi Müslüman Kardeşler’in de ayaklanmanın başlangıcında yer almadığı kesin. Tüm siyasi aktörler gibi diyanet (dini yapılanma) de, ayaklanma gelişirken tepki vermeye zorlandı. Duruşlar çeşitlilik arz ediyordu fakat hiçbir dini aktör “devrim”in garantörü olarak öne çıkmadı. Birçokları güvenmiyordu. Bu nedenle İran-benzeri senaryo pek olası değil. Dini liderler ve sokak henüz aynı paydada buluşamadı.   

Sokak ve diyanet arasında büyüyen uçurum

Selefi hareket gösterileri kınadı. Müslüman Kardeşler önce geri çekildi, sonra kavganın dinamizmine kapıldı. Ardından taleplerinde ısrarlı göstericilerin arzu etmediği bir müzakere sürecini başlatmaya çalıştı. Gerçi bu tüm Mısırlıların duruşunu zorunlu olarak yansıtmıyordu. Birçokları Mübarek’in idaresinde bir geçiş dönemi ve demokrasi talebinin sonraki seçimlere kalması gibi tek bir tavize razıydı. Sokağın sesi zorunlu olarak halkın isteği olmak zorunda değil. Hiç şüphesiz İslamcı gruplar en bağlantısız olanlarıydı. Bunlar arasında Selefi hareketin farklı kısımları göstericileri daha en başından açıkça kınadı. 

Gerek Müslüman (el-Ezher ve Dar-ül Fetva) gerekse Hıristiyan (Kıpti Kilise) resmi dini kurumların, rejimle biatleri vardı. Ayrıca yeni devrimsel ruhu kavramaktan da oldukça uzaktılar.

El-Ezher Başimamı Ahmet el-Tayyip, önce rejimi destekledi, sonra güç bela rotasını değiştirip ayaklanmanın taleplerini rejime daha az biat eden kelimelerle seslendirmeye başladı. Ancak çok geç kaldı. Şubat başındaki mücadelenin tepe noktasında El-Ezher şeyhi, sükûnet çağrısı yaptı ve Mısırlıların ölümlerini kınadı. Fakat ölümlerin şehrin fakir mahallelerinden gelen gençlerle her zamanki araçlarıyla (sivil polis, tek parti yönetimi) şiddete başvuran rejim arasındaki yüzleşmeden kaynaklandığını açıkça dillendiremedi. Papa Şenuda da, tüm ayaklanma boyunca Hıristiyan ahaliden gösterilere katılmamalarını istedi.

Diyanet kurumlarının (Hıristiyan(Kıptı Kilise) ve Müslüman(el-Ezher) liderliğinin siyasi bağımlığı, halk tarafından çok kötü algılandı ve tabanlarıyla uzun vadede ilişkilerini tehlikeye atma riskini doğurdu. Bu Tahrir Meydanı’ndaki genç Kıptilerin Papa Şenuda’nın duruşuna karşı öfkede görülebiliyordu. El-Ezher’in sözcüsü Muhammed Rufai el-Tahtavi’nin (sokaktaki göstericilere katılan) istifa etmişti. El-Ezher’in vaiz ve imamların üzerlerinde cübbeleriyle gösterilere dâhil oluyordu. Cuma günü resmi camileri bırakıp gösterilere koşan binlerce insan diyanet ve halk arasındaki iletişim krizini ortaya koydu. Sükûnet çağrısı yapan fetvalara kulak asan olmadı. Kıpti kesimde de birçokları gösterilere katıldı. Müslümanlarla aynı safta dua etmeleri çifte yadsıyışlarını gösterdi. Rejimin reddiyesi yanında aynı zamanda birçok Kıpti’nin kendileri için hiçbir şey yapmadığını hissettiği rejime siyasi destek veren Kilise’lerini de reddediyorlardı. Büyüyen İslamlaşmadan ve günah çıkarma sıralarındaki kimlik ayrışmasından sorumlu tuttukları Kiliselerinden yakınıyorlardı.

Herkesin siyasete en son bulaşacağını düşündüğü Müslüman orta sınıfların dini vicdanını temsil eden genç bir imamın, Amr Halit’in, protesto hareketini en açık şekilde desteklemesi gariptir. En başından itibaren ayaklanmanın yanında yer aldı. Açık siyasi talepleri yayınladı. (Özellikle anayasanın değiştirilmesi) Gelişim girişimleri ağından eylemcileri protestoya destek vermeye çağırdı ve “kamu kurumlarını korumak için caddelere 50 bin genç gönderme” sözü verdi. Açık bir duruş sergiledi. Amr Halid, birçok kez de Tahrir Meydanı’na giderek rejime “gençlerin taleplerini dinleme” çağrısı yaptı.

Selefilik ve Güç: Devrim yoluyla uzlaşı

Selefi gruplar, kendilerini sokağın dinamikleri aşırı ters düşer halde buldu. En başından bugüne dek, duruşları ihtilafsız oldu. Protesto hareketleri boykot edildi zira bu kargaşa anlamına geliyordu. Karşı çıkmanın doğurabileceği boşluk yerine rejimin haksızlığını seçmek daha yeğdi. (Selefiler, ortaçağ İslam düşünürü İbni Teymiye’nin 70 yıllık adaletsiz yönetimi, bir günlük başıboşluğa tercih eden fetvasını temel alır).

Özellikle dini uydu kanalları sayesinde güçlü etkiye haiz Mısır Selefi şeyhleri, yine de hepten karşıtlıklarını biraz da olsa hafifletti. Hareket büyüdükçe, karşı çıkmayı bıraktılar. Kamu mallarının korunmasının ehemmiyetini hatırlatarak ve çetelere karşı koymanın önemini vurgulayarak dâhil olmaya çalıştılar.

Otoritenin aleni lütfüne mazhar siyasi biatlerinin teolojileri, (Suudi şeyhleri Rabia el-Mahali ve Muhammed Aman el-Cami’nin etkisiyle var olan), Kıpti nüfusun reddiyesi gibi radikal doğalarına rağmen, günah çıkarma cephesinde duruşlarının oldukça sertleşmesine neden oldu. (Kişisel Haklar Mısır İnisiyatifi’nin harika raporuna bakın). Mübarek rejimi sosyal barışın faydası için Selefi şeyhlerin dolu dini kanalları baskı altına almaya karar verdi. Eski yasaklı kanalları tekrardan açarak değil, resmi Mısır kanallarında endam göstererek bu eski imamlar kendilerini yeniden şekillendirdi. Muhammed Hasan, Mahmut el-Masri ve Mustafa el-Adavi sonu gelmez şekilde protestoları kınamayı seriye bağladı ve izleyicilere sosyal barışın faydalarını hatırlattı. Bazıları devrimi “Siyonist Oyun” olarak nitelendirmeye kadar vardırdı.

Sonuncusunun konumu Suudi Arabistan’ın resmi Vehhabi imamlarıyla örtüşüyordu. Benzer yoldan onların Müftüleri de, Arap dünyasındaki tüm protesto hareketlerinin Müslüman topluma karşı batılı entrikalar olduklarını ilan etti.

Selefi gelenekten şeyhler değişmez çizgilerini korudu. Bir tanesi Şeyh Mahmut Amer, 2005 başkanlık seçimlerinde Mübarek’in karşısına çıkan adayları gayrimeşru ilan etti. Dini terimlerle ifade edersek toplumsal işlerin meşru otoritesi Mübarek’i dinin garantörü olarak varsayıyorlardı. Muhammed el-Baradey, başkanlık seçimlerine katılacağını açıkladığında Şeyh Amer, “Mübarek rejimine karşı sivil ayaklanma başlatma” gerekçesiyle onun kanının “caiz” (öldürülmesi için dolaylı çağrı) olduğunu söyledi. (el-Ahram Hebdp, 850. Sayı sf. 2-28, Aralık 2010)

Suudi Vehhabiliğin sadık kanadının duruşu önceden tahmin edilebilseydi, İskenderiye’nin Selefi şeyhlerininki biraz merak uyandırabilirdi. Çünkü bu ekol, resmi Suudi imamlarla aynı ideolojik saftaki vaizlere göre rejim karşısında daha özerkti. Gerçekten de İskenderiye’nin Selefi ekolü kendisini artık rejimin karşısında buluyor. Yüzlerce takipçisinin tutuklandığı ve üyelerinden Seyit Bilal’ın gözaltında işkence ile öldürüldüğü 31 Aralık 2010’daki saldırıyla şaşırtıcı şekilde doruğa ulaşan güvenlik güçlerinin ve tutuklama dalgalarının baskısına uğradı. 

Yine de buna rağmen, İskenderiye Selefi ekolü liderleri ve 10’un üzerinde Mısır vilayetindeki takipçileri, bırakın katılmayı, ayaklanmayı desteklemeyi reddetti. Daha da ötesi, yıldırma kampanyasına destek verdiler. Kargaşa riskini vurguladılar. Camilerinde protesto hareketinin “İslami kimliği” tehdit ettiğini vazettiler. SalafVoice (Arapça) sitesinde, en önde gelen şeyhi, Yasir Burhami, gösterilerin gayrimeşru doğasını ilan eden bir fetva yayınladı. Selefi hareketin siyasetten uzak durması zirve yaptı. Bazı Selefi camiler gösterilerin ikinci Cuma’sında, ünlü “Terk Etme Günü” (Yevm-ül Rahil) kapatma yoluna gitti.

Eski cihatçıların duruşu, İskenderiye ekolünde ya da sadık Suudi çizgisini izleyen farklı şeyhlerden daha az sarihti. Son senelerde, şiddete başvurmayı reddeden teolojik bir konuma varan ideolojik yenileme serileri gerçekleştirdiler. Akıl hocaları Tarik ve Abbud ez-Zummer ikilisinde hareketi destekleyen resmi açıklama geldi. Fakat ekseri önceki cihatçılar sükûnete meyilliydi. Her şeyin ötesinde, Mübarek’in güzün planlanan seçimlere katılmama sözü ile teskin olabileceklerine inanmaya yatkındılar. Yani kendilerine ulusal diyalog çatısı içerisinde bir konum arıyorlardı. Bazı uzmanlar bu duruşu, potansiyel çelişkili gündemler ve talepler yoluyla değişim isteğini bulandırmak için bir strateji olarak yorumladı.

Sadık Selefi konseri içerisinde tek bir akortsuz ses bulunuyordu. Vehhabi muhafazakârlığını Müslüman Kardeşler eylemciliğiyle birleştirme çabalarının parçası olarak Suudi Arabistan’dan çıkan “Reformist Selefi” akım vardı. Cemal Sultan gibi kişilikler ve “reform partisi” adında siyasi bir oluşum projesi ile var olan bu eğilim Mısır’da azınlıktı. Başlangıcından itibaren demokratik reform için hareketi tartışmasız şekilde destekledi.

Müslüman Kardeşleri rolü

Müslüman Kardeşler’in konumu sokağın baskısıyla evrim geçirdi. (ve geriye doğru değil). Başlangıçta, 25 Ocak’taki ilk gösteride, gençlik kollarından aklı başında bazı grupları göndererek İhvan sembolik şekilde katıldı. Arkasından “Öfke Günü”nde 28 Ocak’taki, İhvan tüm çabalarını Kahire’ye yoğunlaştırdı ve bir kurmayına göre 100 bin kişiyi seferber etti.

Olaylar geliştikçe (süregelen karşılaşmalar, devasa baskı, ölümler, polisin çekilmesi, rejimin kaos stratejisi) duruşları radikalleşti. Mübarek, karışıklıklar için İhvan’ı suçladı. En yüksek mercii Muhammed Badi’a kanalıyla İhvan Mübarek’i “terör devleti” olmakla suçlayarak cevap verdi. (Bir yetkiliye göre İhvan 40’a yakın kayıp verdi). İhvan içerisinde artık-geri-dönüş-yok havası hâkimdi. Eğer protesto hareketi başarısız olursa düzenin sağlanması esnasında esas kurbanların kendileri olacaklarının farkındaydılar. Meydanda bulunan bir İhvan kurmayı, “Tek kozumuz Tahrir’de seferber olmak. Eğer rejim tekrar ayakları üzerinde doğrulursa, bizleri bekleyene karşı hayat sigortamız bu” diyecekti.

Tahrir Meydanı’ndaki İhvan, gerçekten seferber oldu ve hareketi başlatan diğer gruplardan güçlü şekilde etkilendi. Herhangi bir müzakereden önce Mübarek’in bırakması çağrısını sürdürdü. Fakat 5 Şubat’ta liderliği, eski istihbarat servisi başı Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman’la görüşmelere başladı. Yakın bir gözlemciye göre, İhvan’ın liderliği, bir tür tanınmayı, meşruiyet şansını kaçıramazdı. Bu caddelerdeki genç İhvan’ı çileden çıkardı.

Devrimin Ruhu: Yeni Bir Siyasi Kültür Oluşurken

Diğer İslamcı hareketlerin aksine, İslamcılığın yapısal ikilemini açığa kavuşturan, (vazeden bir hareket mi yoksa siyasi katılım mı), İhvan şumuliye, küresellik kavramı üzerine kuruludur. Bu onları sadece siyasi bir organizasyon yapmakla kalmaz aynı zamanda, dini, sosyal ve ekonomik bir grup haline de getirir. Her şeyin üzerinde de ruhu siyasi olan bir ayaklanma içerisinde siyaset ve din arasındaki bu kafa karışıklığının yeri yoktur.

Caddelerin taştığı, gözlemcilerin 1,5 milyon insanın olduğunu söylediği devasa gösterilerin birinde İhvan imamlarından biri devrim çağrısı yapan bir vaaz verdi. Günün ruh haline uygun şekilde başarısı için yalvararak bitirdi. Daha sonra ansızın kendisine bu kadar cemaat sağlayan devrimsel jestini unutarak, herkesin sessizce evlerine gitmesi çağrısında bulundu, sanki öyle yapması zorunluymuş gibi…

Gösteriler esnasında herhangi bir yerde, ezan okunduğunda hiç kimse abdest alamadı. Zaten uygun ortam da yoktu. Kalabalık karmaydı. Ayakkabıları çıkaracak yer yoktu. Sofular namaza kalktı. Kadınlar olduğu ve temizlik şartı sağlanmadığı için bu bazı genç İslamcıları kızdırdı. Kalabalık onları aşağıladı. Gençlerden biri “Bu devrim sizin değil” diye bağırdı.

Bu iki anekdot, devrimin siyasi bir mantığı olduğunu ve kültürünün de eşit derecede siyasi olduğunu anlatıyor. Dini değil. (Dikta-sonrası siyasi eşitlik içerisinde, eğer olursa, dindarlar görev almayacak anlamına tabi ki gelmiyor). Fakat bu siyasi kültür, dini normatif (kaideler) ile siyasi talepleri karıştırmaya ve halkın isteklerini - ve onları temsil eden siyasi güçleri- daha dar çıkarlara kurban etmeye meyilli olan İhvan’a ait değil. 

Müslüman Kardeşler devrime önderlik etmedi. Kesinlikle onun “ruhunun” bekçileri gibi de görünmüyorlar. Yine de bağlamı dalgalanıyor. Tunus ve Kahire arasında açıkça devrim ruhunun İhvan’ın siyasi kültüründen güç bela daha ötesinde bir şekil aldığını görüyoruz. Programsal niteliği yok. Bir ideolojiyi diğerine üstün tutmuyor ancak siyasi rekabet için şeffaf bir çatı talep ediyor. Otorite karşıtı. Demokratik fakat dini değil. Serbest ağların mantığında işlev görüyor. Facebook ruhu. Şeffaflık (piramit yapısının, gizliliğim ve biatin zıttı). Müslüman Kardeşler dâhil var olan siyasi oyuncuları külliyen yok sayıyor. Fakat bu kesimlerin gençleri arasından taraftar topluyor ve onları eğitimlerinin ötesine zorluyor (Facebook deneyimi tevazulu fakat gerçek bir öz-eleştiri hareketi doğurdu). Kiliseleriyle anlaşmazlığa düşen laik Hıristiyanların düzenlediği ilk gösterilere sevinen İslamcı bir site çalışanı genç bir milisin heyecanı oldukça anlamlı.

Bu dinamik derinden Kardeşlik’i etkiliyor. Caddelere seferber olan genç Kardeşler ile İhvan eliti arasında diyalog açıldığında, anlaşmazlık derindi. İhvan’dan bir kurmay, (Türk) AK Parti modeline yakın ve rejimle uzlaşıya en az razı kardeşliğin reformcu kanadının lideri Ebu el-Fuuh’a yakın bir İhvan kurmayı şunları söyledi: “Caddeki Kardeşler ve siyasi liderlik arasındaki çatlak var. Diyalogun başlamasıyla ve seferberliğin dinamiğiyle, genç Kardeşler, milisleri eğiterek aşağıdan yukarı dönüşüme dayanan Müslüman Kardeşlerin temellerini sorgulamaya çağrısı yapıyor. İstedikleri ise tepeden-aşağı bir değişim. Ebu'l-Futuh bu tarz ruhu kapmayı başardı. “Eziklik Sendromu” diye adlandırdığı ve onun getirdiği siyasi pasifliğin kırılması gerektiğini düşünüyor.”

Özelikle Tahrir Meydanı’ndaki genç Kardeşler, ayaklanmanın kalbinde yer alana yeni ağ girişimlerinden gelen ve İhvan’ın yakalamakta zorlandığı militan ruhu destekliyor. Amr Halid etrafında seferber olmuş gençlerin olduğu Halit Said grubu ve (2010 seçimleri için genç Kardeşlerin kurduğu ve ayaklanmaya müdahale eden polisi izleyerek var olmayı sürdüren) “Kontrol Grubu” gibi gruplar diğerlerinin seferberliğine çok az borcu var. Ruhlarına çok daha az borçlular.

Muhalefetin dinamiği, yerlerinde kalmayı sürdüren otoriter rejimlerin tükenişini gösteriyor. Aynı zamanda da onlara karşı geleneksel muhalefetin de bitişine de işaret ediyor. Mısır’da olanlar bir rejimle ilgili salt bir mücadele değil aynı zamanda bir siyasi kültürün sorgulanma çağrısıdır da.

*Hüsam Temmam Mısırlı gazeteci ve yazar.

Bu makale Oğuz Eser tarafından Timeturk.Com için tercüme edilmiştir.

 

Haber Ara