Dolar

34,9489

Euro

36,7140

Altın

2.992,18

Bist

10.125,46

Ortadoğu'daki protestolar ve sismik değişim

Ortadoğu’da bir devrimin ortasındayız

15 Yıl Önce Güncellendi

2011-02-28 07:52:38

Ortadoğu'daki protestolar ve sismik değişim
Ferid Zekeriya / The Washngton Post

Ortadoğu’da bir devrimin ortasındayız; uzun yıllardır bastırılan güçleri dizginlerinden boşaltan bu devrim, Fas’tan İran’a uzanan kuşak boyunca şok dalgaları göndermeye devam edecek. Patlak veren her krizi tek tek ele alıyoruz. Fakat bir adım geriye çekildiğimiz takdirde, bunun gerçekten sismik bir değişim olduğunu ve etkilerinin zaman içinde bölgenin dört bir yanına yayılacağını görebiliriz. 

Bin yılda bir değişim 

Belki bin yıldır ilk kez Arap halkları, kendi kaderlerinin iplerini ellerine alıyor. Moğol, Pers ve Türk fetihlerinin yaşandığı 11. asırdan bu yana Arap toprakları, yabancı güçlerin kontrolünde. Bu toprakların büyük bölümü, asırlarca Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetildi. Osmanlı gücünün azalmaya başladığı 18. asır sonlarına doğruysa, Avrupa yayılmacılığı dönemi başladı ve sonraki 150 yıl boyunca Ortadoğu, onun hükmü altında yaşadı. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Britanya ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarını paylaşarak modern Ortadoğu devletlerinin büyük kısmını yarattı. 

Avrupa’daki imparatorlukların çöktüğü İkinci Dünya Savaşı sonrasındaysa Ortadoğu, süper güçler arasında sıkı rekabete konu olan bir bölge haline geldi. Moskova ve Washington, ittifaklar kurmak için yarıştı; bu minvalde askeri koruma ve yardım sözleri verdiler. Derken Sovyet imparatorluğu parçalandı ve ABD yegâne dış güç konumuna geldi. Arap ülkelerinin büyük çoğunluğu, Washington’la barışmak zorunda kaldı –Libya’nın nükleer programından vazgeçmesi, bunun en canlı örneği. İran, Amerikan hegemonyasını dengeleyen alternatif güç olmaya çalıştı, fakat Lübnan dışında sınırlı başarı elde etti. 
Neredeyse 1000 yıla varan bu yabancı hâkimiyeti boyunca, Arapların başında hep yerel liderler vardı. Fakat bu şeyhler, krallar ve generaller, emperyal dış güçler tarafından atanıyor veya destekleniyordu. Ortadoğu monarşilerinin büyük çoğunluğu, Britanyalılar tarafından uydurma biçimde yaratıldı –bunun önemli bir istisnası da Suudi Arabistan’dır. Bu yerel hükümdarlar, üstlerindeki emperyal yetkililerle müzakere etmekte, kendi halklarıyla müzakere etmekten daha becerikliydi. Halklarına müzakereyle değil, güç ve (petrol parası akmaya başladıktan sonra) rüşvet yoluyla hükmettiler. 

Son birkaç yılda iki büyük Amerikan değişimi, Ortadoğu’da açılım yarattı. Birincisi, Washington’ın bölgedeki diktatörlere sağlanan Amerikan desteğinin, (şiddet yanlısı ve son derece Amerikan karşıtı olan) nahoş bir İslami muhalefeti beslediğini kabul etmesiydi. O zamandan beri Washington, Ortadoğulu muktedirlere destek konusunda açık veya gizli olarak daha tereddütlü davranıyor ve reform yönünde baskı yapıyor. (WikiLeaks’in yayımladığı Ortadoğu’yla ilgili diplomatik yazışmalarda bu gayet açık görülüyor.) İkincisiyse, bizzat Amerikan gücünün azalması. Irak savaşı ve kanlı işgal sonrası hâlâ kaotik olan Afganistan ve hiç olmadığı kadar uzak görünen İsrail-Filistin anlaşması, bir araya getirildiğinde Amerikan gücünün sınırlarını açığa vuruyor. 

Libya’ya karşı sert adımlar 

Fakat eski ABD Başkanı George W. Bush ve şimdiki halefi Barack Obama, olan bitenlerden dolayı biraz olsun övgüyü hak ediyor. Bush, Ortadoğu politikası meselesini Amerikan dış siyasetinin merkezine koydu. Ortadoğu için bir ‘özgürlük gündemi’ telaffuz etmesi, Amerikan politikası açısından güçlü ve gerekli bir değişimdi. Fakat Bush’un birçok politikası bölgede tepki aldığı ve birçok Arap tarafından ‘Arap karşıtı’ addedildiği için, demokrasiyi emperyal bir komplo olarak itibardan düşürmek kolaylaştı.

2005’te Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek, zinde bir demokrasi yanlısı hareketi Bush’la ilişkilendirerek fiilen susturdu. Obama’ysa daha sessiz sedasız bir yaklaşım benimseyerek özgürlüğü destekledi, fakat ABD’nin onu kimseye dayatma niyetinde olmadığını ısrarla vurguladı. Tatmin edici olmamasının yanında, belki kamuoyunu hedef alan bir söylemdi bu, fakat 2011’deki Arap isyanlarının tamamen Araplar tarafından sahiplenilmesine imkân vermek gibi bir etkisi oldu. Bu hiç azımsanacak bir mesele değil, zira bu protestoların başarısı, organik, yerli ve ulusal hareketler olarak görülüp görülmeyeceklerine bağlı. 

Bugüne kadar Obama yönetimi, her krizi patlak verdiğinde ele aldı, her ülkede ortaya çıkan çıkarları ve fırsatları dengeledi. Hızla ilerleyen, değişken durumlarda bu anlaşılır bir tutum. Bahreyn, öyle veya böyle reformcu bir monarkı olan yakın bir müttefik ve bir Amerikan deniz üssüne ev sahipliği yapıyor. Libya, baskıcı ve haydut bir devlet, başında acımasız ve çılgın bir adam var ve Washington, ona karşı çok daha sert adımlar atmalı. Fakat belli bir noktada Obama yönetimi, bir adım geriye çekilmek ve tarihsel bir değişimin ortasında olan Ortadoğu için yeni bir Amerikan stratejisi üzerine kafa yormak zorunda. 


Radikal

Haber Ara