Tunus’taki ayaklanmadan esinlenen Mısır Devrimi, sosyal adalet ve özgürlük için mücadeleyi temel alan yeni türden bir pan-Arabizmi doğurdu. Tüm Arap dünyasında Mısır’daki devrimcilere verilen ezici destek, tiranlıkları -veya az azından otoriter liderleri- yolsuzluğu ve dar bir ekonomik ve siyasi elitin egemenliğini reddetme açısından Araplar arasında oluşan bir tür birlik duygusunu yansıtıyor.
Farklı ülkelerdeki Arapların, Mısır halkıyla dayanışma için düzenlediği gösteriler aynı zamanda, pan-Arabizm doğrultusunda Mısır’ı birleştirici ve lider bir ülke olarak yeniden canlandırma yolunda güçlü bir arzu olduğu izlenimini uyandırıyor. Eski Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın posterleri Kahire ve çeşitli Arap başkentlerinde, onu tanımayan, öldüğü 1970 yılında hayatta bile olmayan kişilerce dalgalandırılmaya başladı. Bu görüntüler, 1950 ve 60’larda Arap sokaklarının kasılıp kavrulduğu günleri anımsatıyor.
Ama bugün tanık olduğumuz pan-Arap ulusalcılığı, o günlerdekinin birebir bir kopyası değil. Pan-Arabizm, 50’li ve 60’lı yıllarda, Batı’nın hâkimiyetine ve 1948’de İsrail devletinin kurulmasına doğrudan bir tepki olarak boy göstermişti; bugün ise yapılmayan demokratik reformlara ve Arap dünyasındaki zenginliğin eşitsiz paylaşımına bir tepki olarak ortaya çıktı.
Şimdi tanık olduğumuz ve kuzeyden güneye, doğudan batıya tüm coğrafyada yankılarını gördüğümüz demokratik hareket, dar bir ulusalcılığı ve hatta pan-Arap ulusalcığını bile aşıyor ve evrensel insani değerleri kucaklıyor.
Bu elbette bugünkü hareketin antiemperyalist öğeler içermediği anlamına gelmiyor. Ama Mısır ve diğer ülkelerdeki protestolar, gerek baskıdan gerekse de yabancı güçlerin egemenliğinden kurtuluşun asıl temelinin insanın özgürleşmesinde olduğu anlayışına önayak oluyor.
Geçmişin pan-Arabizm’inden farklı olarak, bugünkü hareket, korku çemberini yırtarak ve insanlık onurunu temel alarak, daha iyi toplumlar inşa etmenin ve umut ile refah dolu bir gelecek yaratmanın mümkün olabileceğine dair içkin bir inanç taşıyor. Geçmiş devrimcilerin, yabancı güçlerden kurtuluşun demokrasi mücadelesini öncelediği yolundaki eski “bilgelik”leri savaşı kaybetti.
Mısır’ın devrimcileri, ve onlardan önce Tunus, dış güçlere karşı küçük düşürücü bir biçimde itaat eden ama kendi halklarına karşı birer tiran olan liderlerini sadece sözle değil eylemle ifşa etti. Onlar, sahte bir Arap birliğini haklı çıkarmak için İsrail karşıtlığını manipüle eden boş sloganların kudretsizliğini gösterdi. Bu sahte birlik, aralıksız devam eden baskıyı, Arap liderlerin ihanetlerini ve Filistin halkının emellerini maskelemeye hizmet etti sadece.
FİLİSTİN MAZERETİ
Filistin davasını bahane ederek sıkıyönetim uygulamalarını hayata geçirmenin ve muhalifleri susturmanın devri artık kapandı. Filistinliler, kendi halklarına baskı uygulayan liderler tarafından ihanete uğradı, yalnız bırakıldı. Suriye ve İran’daki rejimler için, Filistinlilerin direnişine destek olma iddiasıyla ifade özgürlüğünü kısıtlamak ve insan haklarını çiğnemek artık yeterli bir gerekçe değil.
Aynı şekilde, Filistinliler açısından, El Fetih ve Hamas’ın, İsrail’e karşı mücadele tarihlerine sığınarak birbirlerine ve Filistin halkının geri kalan kısmına uyguladığı baskıyı haklı çıkarmaları artık mümkün değil. Genç Filistinliler bu hareketin mesajına cevap veriyor ve -ister El Fetih ister Hamas tarafından uygulansın- kendi topraklarındaki adaletsizliklere karşı mücadele etmenin, İsrail işgalini sona erdirmek adına bir kenara bırakılacak bir şey olmadığının, tersine bu mücadelenin işgali sonlandırmanın bir ön koşulu olduğunun farkına varıyorlar.
Mısır ve Tunus’ta yaşananlar, içte yaşanan baskılara karşı sağlanan Arap birliğinin dış tehditlere karşı bir birliğe kıyasla daha güçlü olduğunu gösterdi. Zira ne Irak’taki Amerikan işgali ne de İsrail işgali, Arap halkını, aşağılanma ve sefalet içinde yaşamaktansa bedenini ateşe vermeyi tercih eden genç Tunuslunun eylemi kadar harekete geçirememişti.
Bu, Arapların işgal altındaki Irak ve Filistin halklarına karşı duyarsız olduğu anlamına gelmiyor. Farklı Arap ülkelerinde on binlerce, bazen yüz binlerce insan, çeşitli zamanlarda mazlum halklarla dayanışma içinde olduğunu göstermek için sokaklara çıkmıştı. Fakat bu, bu ülkelerde yapılmayan demokratik reformların Irak ve Filistin’deki işgallerin sürmesine kan taşıdığına dair bir farkındalığı yansıtmıyordu.
Arapların Irak’ı savunma ve Filistin’i özgürleştirmede yaşadığı başarısızlık, sosyal adaletsizliklerle marjinalleşen, baskı aygıtları ile ezilen sıradan bir Arap vatandaşının içinde bulunduğu korku ve hareketsiz kalma durumuyla karmaşıklaşan bir tür Arap güçsüzlüğünün simgesi haline geldi.
Irak veya Filistinlilere destek için yürümelerine izin verildiğinde, bunun altında halkın öfkesini kendi hükümetlerinden dış bir güce yönlendirme planıydı. Araplar, bu vakite kadar, seslerini içinde bulundukları sosyoekonomik sorunları bir yana bırakarak işgal altında olan mazlum halklar için yükselttiler. Ama aslında onlar da aynı baskı zinciriyle prangaya vurulmuşlardı.
Bu arada, hem Batı yanlısı hem de Batı karşıtı hükümetler, hayatlarını olağan bir şekilde devam ettiler. İlk kampta yer alanlar, otoriter rejimlerini uygulamak için ABD desteğine güvenirken, ikinciler halkları üzerinde uyguladığı baskıyı meşrulaştırmak için İsrail karşıtı sloganlara yaslandılar.
Ama şimdi, sadece Mısır ve Tunus’ta değil, bölgedeki tüm halklar, kendi hükümetlerine dair inancını kaybetti. Şurası kesin ki, ister Amman ister Şam’da olsun, Mısır’ın Tahrir Meydanı’ndaki devrimcilerle dayanışma içinde bulunduğunu göstermek için toplananlar aslında kendi yöneticilerine karşı geliyor.
Ramallah’da göstericiler, sürekli, Filistin’deki iç bölünmelerin sona ermesini talep eden bir slogan (bu slogan, Arapça’da Mısırlıların rejimin sona ermesi talebini haykırdıkları sloganla kafiye oluşturuyor) attı. Filistinliler’in haykırdığı bir diğer slogan da İsrail ile görüşmelerin sona ermesi talebiydi. Halk, bu sloganla, Filistin Özerk Yönetimi’ne, müzakerelere devam etmesi durumunda gözden düşeceği mesajını verdi.
1950 ve 60’larda, milyonlarca Arap sokaklara dökülerek Arap dünyasını koloniciliğin kalıntılarından temizlemeye ve gittikçe yayılan Amerikan hegemonyasına karşı kararlılığını göstermişti. 2011 yılında, yine milyonlar sokaklara çıktı. Bu sefer, sadece kendi özgürlüklerini sağlamak için değil, geçmişte yapılan hatalarını tekrarlamamayı da garanti altına almaya kararlı gözüküyor. Yabancı bir düşmana karşı atılan sloganlar, ne kadar meşru olursa olsun, demokratik özgürlükler için mücadele bir yana bırakılırsa bir anlam ifade etmiyor.
Kahire ve ötesindeki göstericiler Nasır’ın posterlerini taşıyor olabilir fakat bu onu Arap onurunun bir simgesi olarak gördükleri için. Eylemciler, Nasır’dan farklı olarak, ulusal kurtuluşun siyasi muhalifleri bastırarak gelmeyeceğinin farkında olan bir tür pan-Arap ulusalcılığına sahip çıkıyorlar. Çünkü bu, ortak bir demokratik özgürlük arzusunun harekete geçirdiği gerçek bir Arap birliği.
*Ortadoğu ve Filistin uzmanı Lamis Andoni’nin 11 Şubat’ta El Cezire’de yayınlanan “The resurrection of pan-Arabism” başlıklı yazısını İngilizce orijinalinden çevirdik.