Tünelden çıkış
Tunus ve Mısır devrimleri, hürriyet, sosyal haklar, bağımsızlık ve vatandaşlığın birleşebildiği yeni bir Arap çağını müjdeliyor. Arap rejimleri, halklarını artık aptal yerine koyamayacak. Kapsamlı reformlar ile rejimlerinin büsbütün devrilmesi arasında seçime zorlanacak. Siyasi güçler ve ideolojik ayrımlar düzleminde dahi her şey değişecek. Geçmişin ideolojik kavgaları artık yok. Bu nedenle eski farklılıklar anlamını yitiriyor. Bunların hiçbirinin despotizmi devirme sorunu ile baş edecek kapasiteleri yok. Adaletsizliği reddeden ve yükselen kimlikten ödün vermeden ahlaki değerleri kucaklayacak yeni sosyal güçler olgusuna da yetkin değiller. Yeni bir poligarşi zuhur edecek ve İslam medeniyeti mirasını reddetmeden Arap kimliği, sosyal adalet, demokrasiyi birleştirebilecek bir düşünce saflara liderlik edecek.
Mısır’da
Onlarca yıllık büyüyen geniş öfkenin ardından, Mısır halkı nihayet iktidardaki rejime karşı ayaklandı. Halkın çoğunluğu kişisel acılarını rejime (in doğasına) bağladı. Karakollardaki tacizler, bürokrasideki yozlaşma, haram varsıllığın gölgesindeki yoksulluk ve mahrumiyet ve iktidardaki elitlere yakınlıktan/akrabalıktan yayılan zenginlik ve servet, rejimi burukluğun/acının birleştirici sembolü haline getirdi.
Tüm bunların nedeni olarak hâkim rejim görüldü. Bu; öfkede, fıkralarda ve Mısırlıların şiirlerinde, şarkı ve ironilerinde de açıktı. Bu, Mısır’a yakınlarda gelen ziyaretçilerin de fark edebileceği gibi yaygın endişede ve depresyonda da hissedilebiliyordu. Rejimin Mısır halkının onurunu aşağılaması ve onların benliklerini ve rollerini idraki ile kriz, kimlik/ayniyet seviyesine ulaştı. Telafi için rejim, ne ulusal çıkarlara ne de ekonomik, bilimsel ya da siyasi başarıların ortak gururuna dayanan içi boş, kof takım ruhu şeklinde bir tür Mısır milliyetçiliğini teşvik etti. Bu öfkeli, sığ bir öz-olumlama duygusuydu. Kolayca kontrol edilebilen ve basitçe azami rejim sadakatine ya da muhaliflere karşı fanatik nefrete dönüştürülebilen bir şeydi. Muhalifler ulusu eleştiriyormuş gibi kabul ediliyordu. Futbol bile bunun için kullanıldı.
Diğer Arap rejimleri gibi, Mısır rejimi de güç erkine karşı sadakatin ve ikiyüzlülüğün rekabetin yerini aldığı bir inanç aşıladı, kültür alanında bile. Kişisel ve akrabalık ilişkileri profesyonelliğin; tüketim üretimin yerini aldı. Rejim, devletle uğraşırken yalancılık ve namussuzluk, astlar ve altlar arasındaki ilişkilerde riya, eleştiri karşısında inatçılık ahlakını teşvik etti. Öyle bir duruma geldi ki her resmi yetkili astlarına bir Firavun, üstlerine ise bir köle gibi davranıyordu. Daha da ötesi rejim, insani ilişkiler seviyesinde, kolayca mezhep çatışmalarına dönüşebilen, saldırgan zorbalığı sıradanlaştırdı. Ortak ruhu gerip içine şiddet zerk eden geçimsiz sosyo-politik sistemin insanlarının acısı ve hüsranı için başka iletim yollarına dönüşmesi gibi.
Tunus’un muzaffer devrimi, tetiği çekmiş olabilir ya da hüsran bir şekilde kaynama noktasına ulaşmıştır. Ve belki, rejim kültürüne taban tabana zıt sosyal ağlarda ve sanal ahlaki topluluklarda organize olmuş eğitimli Mısırlı gençleri hem parmak hem tetik olmuş olabilir. Bu gençlik alçakgönüllü, kibar, kozmopolit, vatansever, yozlaşmaya ve liyakatsizliğe karşı, adaletsizliğe, siyasi hortumlamaya ve medyanın palyaçoluğuna öfkeli. Bu gençlik, Tunus devriminden de önce birçok “prova”nın ardından 25 Ocak’ta ayaklanma çağrısı yaptı. Bunlar arasında el-Mahalla’daki işçilere destek için internet bloggerların başlattığı 6 Nisan grevi ve vatandaşların acılarını internet ve kameralı telefonlar ile defalarca duyurulması girişimleri. Korku duvarını yıkan ve babadan oğla hanedanlığın geçmesi ile başkanlık sultasının yenilenmesine karşı gösterileri (fenomenini) başlatan“Kifaye” hareketi. Hareket, Gazeteciler Cemiyeti önündeki oturma engelleriyle ve bazı Mısırlı gazetecilerin, bir zamanlar tabu sayılan Başkan ve ailesini eleştirerek korku duvarını yıkması ile durgunluk zamanlarında da varlığını sürdürdü.
Ortam çağrıya kulak kesilmeye hazırdı, zihinler kurulmuştu ve hareketi bekliyordu. Gençlerin 25 Ocak’taki çağrısı, uzun yazın ardından kurak ovalardaki şimşek gibi çaktı. Kalabalıklar ortaya çıktığında, “Öfke Günü”nün sadece bir protesto mu yoksa tam-kapsamlı bir siyasi devrim mi olacağı belli değildi. (Benzer durumdaki, plansız protestodan, meydana gelen geniş çaplı devrimin ardından) Tunus’tan sadece haftalarca sonra, o gün geldi çattı. Mısır halkında hızla bunun rejimin belli politikalarına karşı ya da belli kurbanlarına destek için değil de en geniş ölçüde rejime karşı olduğu algısı yerleşti. Mısır devrimi, her nasılsa, özel ve genel arasındaki sahneleri yaktı.
Bir gencin kendini yakmasının ardından Tunus’un Sidi Bu Zeyd halkı, acıları, işsizliği ve aşağılanmayı protesto etmek için caddelere çıktı. Gitgide protestolar yayıldı ve rejim değişikliği isteyen genel bir ayaklanmaya dönüşerek –insanların şartları ve bilinçleri ile etkileşerek- şekil değiştirdi. Bu Sidi Bu Zeyd halkının en baştaki niyeti değildi fakat insanları durumu, bilinçleri, böylesi bir olasılığa hazırdı. Öte yandan Mısır’da “Öfke Günü”, -başladığı ilk andan itibaren- işsizliği, ücret artışını ya da fiyatların yükselişini hedef alan taleplerle ilgili bir hareket değildi. Öfke, Mısır halkının son yıllarda çektiği ve nedeni rejim olarak görülen acılara karşı genelleşmişti.
Sloganlar, Başkan ve ailesine yöneltilmişti, tıpkı sembolü yönetici olan bir otoriter rejimdeki gibi. Saltanatın babadan oğla geçmesi, rejimin zihni yapısının, (kendisini) ulusu yöneten değil sahibi olarak gördüğünün güçlü bir göstergesiydi. Son yıllarda bu sokak sohbetlerindeki istihza ve öfke konusu olmuştu. Yani protestoların başkanı kovmak ve varisinin başa geçmesini engelleme etrafında oluşması olağandışı değildi.
Açıkça, bu Mısır halkının amacı başa yeni bir diktatör getirmek değildi. Amaç, Başkan’ı istihbarattan biri ile değiştirerek aynı rejim altında otuz yılı daha kesinleştirmek de. “Başkan Defol” sloganının sadece Başkan’ın kişiliğine karşı olduğunu ve onun koltuğunu bırakması dışında başka bir talebi olmadığına inanmak için hastalıklı bir hayal gücüne ihtiyaç vardır. Tüm bu göstericilerin taleplerini Başkan’ın değiştirilmesine indirgemeyi denemiş olanlar ve deneyenler, hâkim rejimi olduğu gibi muhafaza ederek aslında devrimi frenlemeyi, durdurmayı ve kuşatmayı istemektedir. Gerçekten, eğer amaç yaşlı ve hasta Başkanı def etmek olsaydı, onun ölümünü ya da sultasının altı ay içerisinde sona ermesini beklemek daha kolay olacaktı. Zaten bir sonraki seçimlerde olmayacağının sözünü vermişti. Yeni atanan Başbakan, Arapça BBC’ye 3 Şubat’ta “seçime girmemesi gitmesi ile eşittir ve bu da olaya son vermelidir” diyordu.
Reformlar, Devrim, Başkan ve Başkan Yardımcısı
Başkanın ayrılmasını, yetkisini Başkan Yardımcılığına atanan istihbarat şefine devretmesi ile aynı kefeye koyanlar ve bunlarla, devrimin isteklerini karşıladığını söyleyenler, halkın zekâsı ve fedakârlıklarıyla dalga geçmektedir. Arap tarihinde ve bölgede bu büyüklükte, bu kadar yaygın momentumla ve bu kadar bedelle, izin verin, bu güzellikte, böylesi nadir bir devrimi Başkan, Yardımcısı’na el versin diye yapmadı. Başkan erkini vekiline, zihinsel ya da fiziksel kapasitesini yitirirse, ya da ölürse, ya da saray içindeki güç savaşı ya da darbeleri süresince devretti. Devrimsel bir mücadelenin kapsamını Başkan’dan Yardımcısı’na güç devri isteğine indirgemek, bir bakıma, aynı rejim içerisinde bir kanadı diğerine karşı desteklemektir.
Rejim, herhangi bir rejim, artık aynı yöntemlerle yönetemeyeceğini anladığında reforma gider. Ve rejim geniş sosyal devrimleri reform sayesinde etkisizleştirebileceğini anlar. Çoğunlukla, böylesi reformlar sosyal sınıfların rejim tarafından asimilasyonuna kapı açar ki devrilme riskinden kaçınabilsin. Mısır durumunda, nedense, rejim reform ihtiyacını kavrayamadı; daha da ötesi, bilerek değişim için birçok fırsatı da heba etti. Ayrıca, rejim, yıllardır düşüş sürecine girerek daha kibirli ve palavracı hale geldi. Şarm el-Şeyh’de idareci kendini izole etti; konuşması eleştiriyi daha da hafife alır hale geldi ve muhaliflerine karşı güvenlik uygulamalarında ileri gitti. Eş zamanlı olarak, sığ resmi propaganda kötü yönetilen aptallık seviyesine ulaştı (el-Ahram gazetesindeki ünlü fotomontaj fotoğraf gibi; burada Mübarek, kendinden 30 yaş genç, dünya liderlerinin önünde yürürken görünüyordu ki gazete ona “genç” diyebilsin). Bu yaklaşım Gazze savaşı, Kızıl Deniz’de feribotun batması, tren yangını ve başka olaylarda, ihmalleri binlerce hayata mal olan inşaat ve nakliyat sektörlerindeki mütecavizlerin kovuşturulmamasını aklarken onun ve bazı entelektüellerin konuşmalarında açıkça sergileniyordu
Devrimin belli taleplere haiz bir protesto hareketi olduğuna ve isteklerin Başkan ya da Yardımcısı’nın medya önünde anayasanın 76’ncı ve 77’nci maddelerini değiştireceğini ve de yeniden Başkanlığa aday olmayacağına söz verince karşılanacağına dair bir görüş vardır. Bu görüş devrimi eksiksiz olarak tasvir etmeyi başaramadığı gibi, kasten dürüst olmadığı için de mesuldür. Çünkü gerçek istekleri reddetme çabasını maskelemektedir ve devrimden önce reformu gerçekleştirmelidir. Devrim rejimden talep edilecek bir istek değildir, ona karşı bir harekettir. Rejimin, devrimin “isteklerini” karşılaması değil koltuğunda kalamayacağı için ayrılmak zorunda olduğunu anlaması beklenir.
Ataması devrimin sonuçlarından biri olan Başkan Yardımcısı’nın, gençlere “sizsiz, bu reform gerçekleşemezdi” diyerek teşekkür etmesi hayret verici. Yani onlarsız, Başkan Yardımcısı olamazdı. Aslında gerçekten gençlere yeni görevi için teşekkür ediyordu fakat devrimi aldatmak ve arkasından vurmak istiyordu. Teşekkür eden biri, minnettarlığını teşekkür ettiği kişileri muhasara ederek, serserileri ve canileri üzerlerine salarak, haber yapmasın diye gazetecileri tutuklayarak, seslerini duyuran medyaya karşı kışkırtarak, onları yabancı ajanlar olarak suçlayarak göstermez.
Hiç şüphesiz rejim, “gençlerin talepleri” olarak adlandırdığı uzlaşıda dürüst değildir, çünkü onların ekserisini karşılamaya muktedir; örneğin, Olağanüstü Hali hemen sonlandırabilir, ya da gecikmeden son parlamento seçimlerini geçersiz sayabilir, ya da gazetecilerin kovuşturulmasını ve tutuklanmasını durdurabilir. Mısır halkı çağrılara kulak verip, devrimi durdurup caddelerden çekildiğinde onları gerçekleştirmek şöyle dursun, rejim, gerçekten bu taleplere boyun eğmediğine dair ardı ardına kanıtlar sunuyor. O zaman rejimi önceden kabul etmeye yanaşmadıklarını uygulamaya ne zorlayacak? Hatta sözlü olarak bile. Devrim için olmasaydı, rejim bu talepleri fikri olarak karşılamaya hazır olmadığı Başkan Yardımcısı’nın ağzından bilinirken? Devrim caddelerden çekildiğinde mi sözlerini yerine mi getirecek? Yoksa özellikle rejim bir kez daha kendini tahkim ettikten sonra ve müttefiklerini oldukları gibi kabul eden Batılı pragmatizme güvenerek uluslararası bağlantılarını sağladıktan sonra mı“casus ağlarına”, “ajanlara”, “sabotajcılara” ve “asilere” karşı kışkırtma kampanyaları başlayacak? Batı, insani ve demokratik renklerini halk ayaklanması patladığında göstermedi mi? Eğer rejim ayaklanmayı bastırmada başarılı olursa dönüp tekrar ittifak yapacağı göz önünde tutulmalıdır. Talepler karşılanana kadar normal hayata izin verilmemelidir. Devrim şartları altında verilen sözlerin, yokluğunda hiçbir anlamı yoktur. Bir taahhüt için devrim bitirilirse ve kalmasına izin verilire rejim devrimcilere saldırıp toplama kampları bile oluşturabilir.
Bilgelik ve Zekâ
Tüm bunlar anlaşılabilir. Ancak anlaşılmaz olan kendilerini, sistem parametreleri içinde, muhalif sayan entelektüellerin devrimi şüpheyle değerlendiren, Mısır’ı sıkıntılı olarak varsayan ve devrimde çözüm gerektiren bir kriz gören siyasi ruh halidir. Arkasından, onların ağzıyla, “yumuşak” şekilde Başkan’ın yetkilerini Yardımcısı’na devrini içeren“çözümler” önermeye başladılar. Sokakların “sakinleşmesini” ve sonrasında, Başkan Yardımcısı’yla devrimin talepleriyle ilgili görüşmeler içeren çözümler. Böylesi davranış muhalif entelektüellere değil sıkıntılarını çözmek isteyen rejime farklı senaryolar öneren Tink Tank’teki bir danışman takımına uygundur.
Başkan Yardımcılığına getirilen rejimin İstihbarat Şefi’ni “temiz” ve “saygın” olarak desteklemek aptallık sayılabilecek kadar gariptir. Özellikle yıllarca rejimin idamesi için onun yerel ve bölgesel rolünü ve aynı zamanda “diktatör”ün hizmetinde sadece bir eleman olmadığını da gayet iyi bilmektedirler. Tıpkı Zeynel Abidin bin Ali olayındaki Muhammed el-Gannuşi gibi. Irak, Filistin, Lübnan ve diğer bölgeyi vuran krizlerde İsrail ve Birleşik Devletlerle özel ilişkisinde açıkça görülen rejimin inançlı payandalarından biri olduğunu bildikleri halde destekledikleri için gariptir.
Burada nasıl ya da neden bir grup entelektüelin kendilerine “akil adamlar konseyi” adını verdiklerini ve “akil” ile ne demek istediklerini ve kime göre olduğu ile ilgili yorum yapmayacağız. Bu, devrim zamanlarında kabul edilemez bir varsayımı ima etmektedir. Bu, isyan eden kitleler vahşidir, rejim uzlaşmaz, onlar akil demektir. Aynı zamanda bu safhada bir taraf tutmaktan “akil olmayan” kaçınma anlamına da gelmektedir. (Ya da açığa çıkmış ve akılsız fırsatçılık içerisinde “akil” anlamın gelebilir”).
Devrim, onu şekillendirecek, amaçlarını ifade edecek ve stratejisini açıklayacak entelektüellere ihtiyaç duyar. Kalıcı varsaydıkları rejimle ilişkilerini yeniden ayarlamak için fırsatı kullanan ya da rejim içersinde bir tarafın (kaybetmek) pahasına diğer bir tarafı destekleyenlere değil.
Hiç şüphesiz rejimdeki “Güvenlik Kanadı”, “Ulusal Parti Kanadı”nın yerini aldı ve Ulusal Parti içinden bazı isimleri yozlaşmayla savaşta ciddi olduğunu göstermek için feda edecek gibi. Bu isimlerin mal varlıklarına ek koyabilir ve onlara seyahat yasağı getirebilir, böylece “sokağın talebi” ya da “gençlerin istekleri” diye adlandırdığı şeyleri karşılayabilir. Gerçekte kendileri yozlaşmanın bir bölümü ve parçası oldukları halde, bunların yozlaşma ile savaşıyor gibi görünmek için arkadaşlarına ihanet etmeleri beklenmeyecek bir şey değildir.
Aynı zamanda rejimin ülke yönetmesine karşı eleştirel fakat asla rejim için bir dayanak noktası olmayan ve gerçekten dürüst muhalif bir grup Mısırlı politikacı ve entelektüel de vardır. Bunlar eleştirilerinde belirli bir tavana alışmışlardır, bu nokta var olan rejim tarafından izin verilendir. Rejim değiştirmek için sokağa taşıma riskini kavrayamayanlardır. Böyle bir durumda, ekserisi evlerinde sessizce oturup sonucu beklemekte ya da var olan taraflardan birini seçmektedir. Yoksa Ömer Süleyman ile görüşmeyi önceki Devlet Güvenlik Memurları ile olanlarla kıyaslandığında başarı sayarak devrimi tezgâha mı getirmeye çalışacaklardır. Bu kabul edilemez bir zihinsel durumdur ve muhalif entelektüeller böylesi bir duruşu eleştirmelidir.
Devrim ve Efkârının Stratejileri Üzerine
Mısır devrimi irticalendir ve yaygın desteğe sahip güçleri doğal olarak kendine cezp etmektedir. Devrim amacına uygun şekilde şu an yolundadır. Biliyorum ki devrim tarihinde, hiçbiri aynı anda bu kadar çok şehre yayılmış rejim karşıtı gösteriler meydana getirememiştir. Mısır rejimi, kaçınılmaz kaderine her yolla direnmektedir; yalanlar ve söylentiler yayarak, kaos beklentisi ile insanları korkutarak ve hatta gerektiğinde göstericilerin istekleri ile uzlaşmış görünerek, işlerine geldiğinde onları ajanlar diye adlandırarak ve olabildiğine bastırarak.
Bunu bir kişinin inatçılığı ya da kişisel bir olayıymış gibi düşünürsek hata ederiz. Bu Mübarek’in kalın kafalı kişiliği ilgili değildir. Hatta daha ileri gidip onun Mısır’ı yönetmediğini ve Mısır’ın etkin olarak Ömer Süleyman ve yeni atanan Başbakan Ahmet Şefik tarafından idare edildiğini söyleyebilirim Onların yönetici elit ve devlet arasında rejim sembolleri olarak kendilerini pekiştirmeye çalıştıklarını da öne sürebilirim. Soru bir kişinin inatçılığı ve karakteri ile ilgili değildir, kendini ve çıkarlarını korumaya çalışan ve devam eden kavgada siyasi olarak var olmaya devam etmek isteyen bir yönetici hiziple alakalıdır. Konu siyasidir, kişisel değil.
Bu kavga, rejim iki seçenek arasında seçim yapmak zorunda olduğu fark edince sona erecektir: şiddet içeren mücadeleye gitgide dönüşünceye kadar devam etmesi ya da erkin geçiş süreci ile devri ile bu şartların nasıl sağlanacağının görüşmelerinin başlaması. Daha sonra rejimin ayrılması ile ilgili görüşmeler herhangi bir kişi ile gerçekleştirilebilir.
Bu kişisel bir olay değildir, yönetenlerin gücün barışçıl olarak devrini itiraf etmesi olayıdır. Bu süreç bir geçiş evresini gerektirmektedir ve görüşmelerde sadece geçiş sürecinin mekanizmalarını ele alınmalıdır. Bu görüşmedir, tartışma değil. Erkin güvenilir bir mekanizmaya devredilmesi ile ilgili bir şeydir ve var olan rejim bu süreci yönetemez. Bu mücadele kararlılık, strateji ve mücadelenin doğasının kavramayı icap ettirir.
Mısır rejimi uluslararası izolasyon safhasına girdi ve bu daha da derinleştirilmelidir. Çünkü rejimi ve onu çevreleyen çıkar gruplarını zayıflatmaktadır. Yalıtımın derinleşmesini zaruri ve kaçınılmaz kılmak için devrimin muzaffer olduğu, uluslararası sahnede, açıkça ortaya konmalıdır. Zira rejimin nefes almasına izin verilirse bunu reddedebilir. İran ve Tunus örneklerinden farklı olarak Birleşik Devletler ve Avrupa, tüm rejimi kaybetmenin ve tüm Arap halklarının düşmanlığını kazanmak yerine rejimin içindeki sembolleri ve kişileri kaybetmenin daha iyi olacağının farkına vardı.
Protestolar ve onları takip eden var olan rejimin bağlamı içinde belli isteklere dair görüşmelerle rejimi değiştirmek isteyen bir devrim arasında ayrım yapmalıyız. Devrim, aynı rejim altında son bulan sadece protestolar değil rejim kaldığı sürece süregelen edimler serisidir. Bunun anlamı devrimin belirli bir harekete, örneğin oturma eylemine dönüşmemesidir. Yeni, tahmin edilemez yollar uygulanmalıdır böylece rejim tüm dallanmaları ile şaşırsın. Rejim, dışındaki devrimi yöneten bir komuta merkezi haline gelmedikçe Tahrir Meydanı’ndaki oturma eylemi ile birlikte yaşamayı öğrenebilir. Devam eden oturma eylemine ek olarak, gösteriler her yerde olmalıdır ve devrim bir fabrikada, bir gazetede ya da medya kanallarında patlayabilir. Devrim tüm toplumsal grupları içine aldığında geniş kapsamlı olur. Üniversitede ayaklanan gençler, gazetelerde dayatılmış dikteleri protesto eden gazeteciler ve fabrikalarında isyan eden işçiler gibi. Tüm bunların hepsinin birden olmasına gerek yok ancak toplumun farklı bölümlerine yaymak gerek ki böylece çıkar grupları ve devlet kurumları, en önemlisi ordunun, kazanan tarafa geçişine imkân tanınsın. Hiç şüphesiz çoğunluk devrime bireyler olarak katılıyor fakat belirli bir seviyede, bu kantatif/niceliksel etkileşim –insanların sayısı ile ölçülen- yargı kurumları ve Orduyu içeren kalitatif/niteliksel sıçramaya dönüşsün. Ordu, yerel ve uluslararası etkileşimleri nedeniyle bu kesinliğe ulaşmadan ya da isyancılar, edimleriyle, onu onlarla çatışmaya ya da saflarına katılmaya mecbur edinceye kadar bu seçimi yapmayacaktır. Böylesi bir senaryo devasa milyonluk gösterilerin temel devlet kurumlarını ele geçirme girişimleri karşısında, Ordu’nun onları tutmak için şiddet uygulamasını zor hale getirerek, onlarla anlaşmaya zorlaması karşısında mümkün olacaktır. Sürekli övgülerle yıkayarak Ordu’nun taraf değiştireceğine inanarak bu iş olmaz.
Mısır devrimi, halkın içindeki en iyiyi ortaya çıkardı. Medeni, farklı, tevazulu ve Mısır siyasi rejiminde hiç olmadığı kadar diyaloga eğilimli görüntüler çizdi. Cuma hutbesinde “Milyonlarca Mısırlı erkek ve kadın” hakkında konuşulduğu ya da İslam ve Hıristiyanlığın ahlakını tartışıldığı zamanlar çok eskide kaldı, çoğunluk hatırlamaz bile. Bu kadar erkek ve örtülü-örtüsüz kadının cinsel tacize uğramadan toplandığı, milyonların hep beraber bağırdığı ve gösterilerde kargaşa olmadan düzenli olarak yürüdüğü zamanları.
Bu otoriter rejimler, gölgeleri altında Arap toplumlarında en kötüyü ortaya çıkardı: fanatiklik, mezhepçilik ve suç. Tepkisel ve ilkel rejim ile medeni insanlar arasındaki farkı göstericiler üzerine rejimin saldığı çetelerle anında gördük. Batı’da rejimin, halkı “geri” olduğu için otoriter rejim ihtiyacı olduğunu söyleyen mitin de madara oluşunu hep beraber izledik.
Öte yandan, halk böylesi rejimlere karşı yürürken, sanki bir arınma sürecinden geçiyor, bu müstebit rejimlerin çarpık kültürünü de döküyor gibi. Salı (1 Şubat) ya da Cuma (4 Şubat) gününde yapılan gösterilerdeki mutluluk sahnelerinden etkilenmeyecek ne Mısırlı ne de bir Arap vardır.
Halk kendine geldi. Mısır bir kere daha kendi ile huzurlu. Araplar, iktidardaki müstebit rejimlere karşı caddelere indiklerinde kendileriyle barışıyor.
*Filistinli ünlü düşünür ve İsrail parlamentosundaki eski Hıristiyan arap milletvekili.
Bu makale Oğuz Eser tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.