The Washington Post'ta Ferid Zekeriya imzası ile yayınlanan makalede, Mısır ile İran devrimi süreci arasında paralellik olduğu iddia edildi. İşte o makale:
Mısır'la İran devrimi arasında gerçek bir paralellik mevcut
Batı’nın peşini bırakmayan bir hayalet var. 1979’da ABD, Ortadoğu’da bir sokak devrimini izledi ve sağlam müttefiki Şah Rıza Pehlevi’nin devrilip yerine teokratik bir İslam Cumhuriyeti’nin geçmesine tanık oldu. Bugün bir başka Ortadoğu ülkesinde bir başka sokak devrimini izlerken, birçok insan 1979’u hatırlıyor gibi. İktidarın İslamcıların eline geçmesinden korkanlar, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin, küresel hâkimiyete gözünü dikmiş bir İslam halifeliğinin yükselişine yol açacağı tahmininde bulunan (hatta Amerikalılara ‘yiyecek depolayın’ tavsiyesinde bulunacak kadar ileri giden) Amerikalı televizyoncu Glenn Beck’ten ibaret değil. Mitt Romney ve John McCain gibi muhafazakâr politikacılar da Mısır’daki İslami muhalefeti Beck’ten farklı görmüyor. Sol cenahta Washington Post yazarı Richard Cohen, “Demokratik bir Mısır hayalinin kâbusa döneceği muhakkak” diye yazıyor. Leon Wieseltier ise İslamcıların Bolşevik tarzı bir iktidarı alma teşebbüsünde bulunacağına inanıyor.
Bütün bunlar olabilir, fakat bugüne dek bu korku senaryolarını destekleyecek pek az kanıt var. Mısır’daki protestolar laik nitelik taşıyor; Müslüman Kardeşler protestolara katılan birçok gruptan biri, ki hepsi demokrasi ve insan hakları taleplerini öne sürüyor. Mısır, birçok açıdan İran değil. Sünni din adamları, İran’dakiler gibi hiyerarşik veya siyasi bir rol oynamıyor. Belki de en önemlisi şu: Mevcut İran rejimi, Arap dünyasında popüler bir model değil. Mısırlılar, Mübarek’i de mollaları da istemiyor –2010’da Pew’un yaptığı anket, büyük çoğunluğun demokrasiden yana olduğunu gösteriyor.
Orduya mahsus diktatörlük
Bu hayali geleceğe dair korkular, Amerikalıların dikkatinin Mısır’daki esas sorundan, yani askeri diktatörlükten uzaklaşmasına yol açıyor. Mısır, servetine ve oğlunu yerine geçirmek yönündeki çabalarına dair haberlere rağmen, Mübarek’in merkezinde olduğu tek kişiye dayalı bir rejim değil. 1952’deki subaylar darbesinden bu yana Mısır, ordunun yürüttüğü ve orduya mahsus bir diktatörlük. Bütün devlet başkanları subaylar arasından çıktı; silahlı kuvvetlerin devasa bir bütçesi ve mutlak bağımsızlığı söz konusu; toplumun her veçhesinde derin kökleri var, buna geniş arazilere ve yüzlerce şirkete sahip olmak da dahil.
Türk ordusunun teslimiyeti
Şu anda ordu, gücünü sağlamlaştırıyor. Mübarek’in 2004’ten bu yana sivilleri ve iş dünyası liderlerini kabineye sokma gayretleri tersine dönmüş, işadamları da generallerin hükmünü sürdürebilmesi için kurban edilen günah keçileri haline getirilmiş durumda. Mısır’ı yöneten üç kişi (başkan yardımcısı, başbakan ve savunma bakanı) ordudan geliyor. Kabinenin yarısı asker ve güçlü valilerin yaklaşık yüzde 80’i de yine ordu kökenli. Görünen o ki ordu, Mübarek’i feda etmeye karar verdi, fakat değişim sürecini, mutlak gücünü koruyacağı biçimde yönetmeye çalışıyor. Unutmayalım ki Mısır, hâlâ olağanüstü hal ve askeri mahkemeler tarafından yönetiliyor.
Birçok yorumcu, ordunun ülkeyi modernleştirmek konusunda hayati rol oynadığı Türkiye’yle paralellik kuruyor. Fakat Türkiye’de ordu, gücünü gönülsüzce teslim ediyor ve bunun tek sebebi, AB’nin askerin siyasetteki rolünü zayıflatmak yönündeki baskısı. Tehlike, Mısır’ın Türkiye’ye değil, Pakistan’a, yani gerçek gücün generallerin elinde olduğu sahte demokrasiye dönüşmesi.
ABD Başkanı Barack Obama, yumuşak bir geçiş yönünde çaba göstererek doğrusunu yapıyor. Kaos tehlikesi yabana atılır gibi değil: Müslüman Kardeşler’in fikirleri gerici ve zararlı. Yeni bir anayasa ve yasal güvenceler olmaksızın bir ‘yarı demokrasi’ ya da mevcut Mısır yasalarına göre yapılacak özgür ve adil bir seçimin azınlıklar, insan hakları ve diğer özgürlükler açısından kötü sonuçlara yol açma riski söz konusu. Dönüşüm sadece Mübarek’i değil, sistemin tamamını kapsamalı.
ABD karşıtı öfkenin sebebi Ortadoğu’da İslami aşırılıkçılığın ve Amerikan karşıtı öfkenin yükselişine neyin yol açtığını hatırlamak önemli. Araplar, ABD’yi halklarını ezen acımasız diktatörlerin destekçisi olarak görüyor. Bu rejimler, Amerika’nın, dış politikasına uygun davrandıkça, zulmü görmezden geldiğine inanıyor. Washington şu anda Mısır’da askeri diktatörlüğün iktidarda kalmasına yol açan bir anlaşmanın aracısı izlenimi verirse, sonuç Kahire sokaklarında derin bir düş kırıklığı olacak. Zaman içinde rejime ve ABD’ye muhalefeti daha sert, daha dini ve şiddetli hale getirecek. İran devrimine öncülük yapan güçlerle asıl paralellik işte bu noktada hasıl olabilir.