Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi Haliç, günlerdir Arap ülkeleri için önerilen Türkiye Modeli konusunu masaya yatırdı ve sordu:
Türkiye modeli şart mı?
Türk modeli, Arap bölgesindeki son halkçı hareketlerle birlikte medya sahasında yeniden vitrine çıktı. Hiç kimse, Batı’daki halk devrimlerinin 70 yıldan fazladır sona erdiği ve yerini seçim sandıklarının aldığı gerçeğini görmezden gelemez. ABD ve Avrupa’da bazen yaşanan halkçı hareketlerse, öğrenci veya işçi hareketleri olup kurulu politikaları iyileştirmek için olur. Bu hareketler, iktidarın istifasını sunmaya mecbur bırakarak yıkılışına dahi götürebilir; ancak hiçbir zaman rejimin yapısını hedef almaz.
Diktatörlerin destekçisi Batı
Batı, vatandaşlarına demokrasi ve geniş özgürlükler getirdi. Kusursuz değildi, ancak temelleri daima korundu. Batı’nın veya Batı demokrasilerinin sırrı bu. Fakat aynı şey, dışarıdaki Batı politikaları için söylenemez, çünkü sadece çıkarlar politikalara hükmeder. Zira Batı, hâlâ diktatör rejimlerin başdestekçisi. Çünkü petrol ve ekonomik çıkarlarının yanı sıra İsrail’in korunması, despotluk dereceleri ne olursa olsun, bağlı rejimlerle işbirliğini gerektiriyor. Bunun örnekleri sayısız.
Türk yazar Taha Akyol, “Arapların sadece siyasi iktidar bağlamında değil, belediyeler düzeyinde de özgürlükler ve demokrasiye ihtiyaç duyduğunu” ifade ediyor. Bu durum, İslami akım için de geçerli. Keza Türkiye’de yaşanan da bu oldu. İslamcıların belediye seçimlerine katılımı ve fazla sayıda belediye kazanmaları, bir nevi ‘dünyayı ve gerçekleri öğrenme kapısı’ oldu.
ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’la görüşmesi hakkındaki başbakanlık açıklaması, Obama’nın Erdoğan’ın demokratik seçimler kanalıyla iktidarda kalmasına imkân tanıyan Türk modeline ve Türkiye’nin demokratik değerleriyle güçlü bir ülke olduğuna atıfta bulunduğunu belirtti. Burada ABD’nin Türkiye’deki askeri vesayet rejiminin destekçisi olduğuna ve 1960’tan bu yana bütün askeri darbelerin arkasında durduğuna işaret edilebilir. Obama’nın Türk modelini savunması da halkın kendi iradesini dayatmasının sonucudur. Yoksa Obama veya selefleri, askeri vesayet rejiminin sona ermesine çalıştığı için gelmedi bu sonuç.
Değişimin genel adresi
Washington’ın Tunus’taki Zeynel Abidin rejiminin en büyük koruyucusu olduğu herkesin malumu. ABD, Tunus’taki ayaklanmayı benimseme girişiminde akıllı davrandıysa, aynı senaryoyu demokratik rejim istediği mesajı vererek Mısır’da da tekrarlar, fakat rejimin bekasına çalışıyor. Burada Türk modelinin Mısır’a örnek olarak gösterilmesi yönünde bir Amerikan oyunu devreye giriyor.
Aslında Türkiye’deki sistemin biraz laiklik, biraz demokrasi, biraz da askeri ve dış vesayet olması sebebiyle, tarihi şartları ve sürecindeki farklılığa rağmen özel bir durum olan Türk modelinin kopyalanması imkânsız; ancak evrensel şartlarda birçok konuda değişimin genel adresi olabilir. Fakat Türk modeli başkalarına örnek olacaksa, halklara kendilerini özgürce ifade etme imkânı verilmeli ve başta Mısır’ın Arap-İsrail çekişmesindeki rolünü geri alması olmak üzere ülkenin ulusal ve milli kimliği korunmalı.
Özgürlük ve demokrasi yönündeki değişim, kimliğin somutlaşmasının yanı sıra benlik ve tarihle uzlaşmanın bir başka yüzüdür. Biri olmadan diğeri de başarılı olamaz. Bu durum da Türkiye’ye rolünü ve yeni varlığını kazandırdı. Tarihi rollerini kazanmaları ve modernleşme projesine başlaması için Arap ülkelerinde olması gereken de bu.