The Observer'dan bir analiz:
Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin iktidarının devrilmesi, pek kimsenin beklemediği, fakat biraz yakından bakıldığında kaçınılmaz olduğu hemen anlaşılan ani değişim örneklerinden biri.
Çürümüş otoriter rejimler genellikle kolay kırılır niteliktedir ve Bin Ali de istisna değildi. Fakat birkaç öfkeli gösterinin hızla rejim değiştiren bir isyana dönüşeceğini kimse tahmin etmiyordu. Bölgenin dört bir yanındaki diğer hükümetler (ki halklarına reva gördükleri baskı Tunus’tan hiç aşağı kalmıyor) olan biteni korkuyla izleyecektir.
Bin Ali, batılı diplomatlar tarafından ‘nispeten güvenilir bir demirbaş’ olarak görülüyordu. 23 yıllık iktidarında ülke, Kuzey Afrika’da küçük bir aktör statüsüne sahipti; daha büyük ölçekli Ortadoğu ihtilaflarına karışmaktan geri durdu ve Akdeniz’de bir tatil beldesi olarak kendine göre bir ekonomi yarattı.
Bu arada devlet başkanı, eşi ve geniş ailesi, kârlı bir ticari imparatorluk inşa etti. Siyasi muhalefet ezildi ve medya ağır baskı altında tutuldu. Temmuz 2009’da ABD’nin Tunus Büyükelçisi’nin gönderdiği bir bilgi notunda (WikiLeaks’in yayımladığı yazışmalardan biriydi) “Bin Ali ailesinin yolsuzlukları, yüksek oranda işsizlik ve bölgelerarası adaletsizliğin” sonucunda, sıradan Tunuslular arasında huzursuzluğun arttığından dem vuruyordu. Bunun yanı sıra büyük bir değişimin “Bin Ali’nin sahneden çekilmesini beklemesi gerektiğini” vurguluyordu. Belli ki Tunuslular da aynı görüşü paylaşıyordu.
Değişimin kaynağı gençler
Süreç, işsiz bir öğrenci olan Muhammed Buazizi’nin intiharıyla başladı. Genç öğrenci, geçinmek için kurduğu meyve tezgâhına polis tarafından el konulunca, protesto mahiyetinde kendisini ateşe verdi ve isyanın fitilini kendi vücuduyla yaktı. Bunu bir protesto dalgası takip etti ve polisin bastırma çabaları karşısında protestolar daha kararlı bir hale geldi.
Kitlesel seferberlik ani gerçekleşse de ifade ettiği huzursuzluk, olgunlaşma sürecindeki bir kuşağa işaret ediyor. Bu ekonomik ve siyasi olduğu kadar demografik bir devrim. Beş Tunusludan biri 15-24 yaş arasında ve gençlerin işsizlik oranı en az yüzde 30. İşsizlik bilhassa üniversite mezunları arasında yüksek. Bu, birçok Arap ülkesinde ortak bir fenomen, zira eğitimli nüfus artarken devletin kamu sektöründe istihdam yaratma gücü azalıyor; özel sektördeki zayıflık da varlığını sürdürüyor.
Sonuç, çok fazla zamanı ve yeterince parası olmayan geniş bir genç kitle. Cezayir’de bu kesime ‘dayananlar’ deniyor; duvarlara dayanmış insanlardan mülhem terim, hoşnutsuz gençliği ifade ediyor. Bu neslin mensupları internetten bilgi paylaşımı imkânlarına sahip; bazen devlet tarafından engellense de, tamamen susturulamıyor. Velhasıl potansiyel olarak muazzam bir ani siyasi değişim kaynağını teşkil ediyorlar.
Protestolarda domino etkisi
Akdeniz kıyısındaki Fas ve Cezayir’den Mısır, Ürdün ve Suriye’ye, oradan Körfez’e kadar hükümetlerin Tunus’u tedirginlikle takip edecek olmasının sebeplerinden biri bu. Farklı ülkeler, fakat ortak özellikleri var: Liberallerin ve İslamcıların değişim talebine direnmekten başka yönetim ilkesi olmayan kemikleşmiş siyaset ve yozlaşmış seçkinler. Ayrıca kültürel ve akademik sterillikten de mustaripler; ifade özgürlüğünün boğulması siyasi ve sosyal dirilişin tohumu olabilir.
Bu tür rejimlerin istikrarı, devlet gücüyle kamuoyunun uyuşturulmasının bileşimine dayanıyor. İşte Tunus’ta çarpıcı biçimde değişen, tam da bu uyuşukluk hali. Diğer Arap liderler için endişe verici olansa, kalabalıkların korkusuzluğu ve polise karşı koymaktan çekinmemesi olacaktır. Alt edilemezlik yanılsaması bir kez ortadan kalktığında, otoriter rejimler nadiren ayakta kalabilir.
Son haftalarda Ürdün ve Cezayir’de de artan gıda fiyatlarına ve işsizliğe karşı öfkeli protestolar yaşanıyor. Tartışmalı parlamento seçimlerinin ardından geçen kasımda Mısır’da da ayaklanmalar oldu.
Doğu Avrupa’yla kıyaslama
Meşruiyetlerinin olmaması, Arap rejimlerinin devrilmek üzere olduğu anlamına gelmiyor. 1980’lerde Doğu Avrupa’daki komünist devletler tecrübesi, müflis sistemlerin can havliyle son bir hamle yapabildiğini gösteriyor. Fakat eninde sonunda devriliyorlar.
Manidar bir kıyaslama bu. Soğuk Savaş sırasında Batılı güçler, esaret halinde yaşayan yurttaşların muktedirlerine karşı gayretlerini destekledi. Batı, muhalif entelektüelleri destekleyip kazanmaya çalıştı; kapalı sistemlere karşı özgür zihinleri savunmaktan gelen ahlaki gücü idrak etti. Ancak at gözlüklü ve çuvallayan Arap rejimleri söz konusu olduğunda tam tersini yapıyor, çünkü onları radikal İslama karşı birer kale olarak görüyor. Bu vahim derecede yanlış bir strateji, zira en başta Batı’nın sıradan Müslümanların çıkarlarına karşı olduğu yönündeki cihatçı tezi haklı çıkarıyor.
Batılıların ikili tavrı
Tunus’ta muhalefet, İslamcılardan ibaret değil. İsyanın ilk günlerinde Bin Ali’nin göstericileri ‘teröristler’ diye damgalama çabaları bir çaresizlik işaretiydi. ABD’nin sempatisini kazanmayı umduğunu tahmin etmek zor değil. Amerika’nın bölgede yıllardır yürüttüğü politikalar, ona böyle bir taktiğin işe yarayacağını düşünmek için gerekçe veriyordu.
Fakat bu kez Washington, daha gelişkin bir yaklaşım sergiliyor. Geçen hafta ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Arap devletlerinin modernleşmeyi başaramamasını eleştirdi. Fırsatları sıradan insanlara yaymanın aşırılıkçılığa karşı en kesin garanti olduğundan dem vurdu. Avrupa’ysa, haklardan mahrum bırakılan Araplar adına konuşmakta daha ağırkanlı. Tunus’un eski sömürgeci gücü Fransa, son ana kadar Bin Ali’yi destekledi.
AB’ninse Akdeniz kıyısındaki siyasi ve ekonomik yenilenmeyi teşvik etmekten bariz çıkarları var. Bu hedef, bölgesel zirvelerde sık sık tartışılsa da ilerleme kaydedilmiyor; zira modernleşme, yozlaşmış seçkinlerin iktidar tekellerinin kırılması demek. Bu rejimleri değişime teşvik için, diplomatik ve ekonomik gücün planlı bir çabaya dönüştürülmesi gerek. Tunus’un da kanıtladığı gibi bunun alternatifi aşağıdan gelen şiddet yüklü bir değişim.
Tunus’un bu hengâmeden daha iyi liderlerle çıkıp çıkmayacağı belirsiz. Bin Ali’nin yokluğunda en azından ilerleme potansiyeli söz konusu. Bu, bölgedeki liderler için bir uyarı. Fakat Avrupa ve ABD için de ders barındırıyor. Batı’nın açıkça kazanmaya çalışması gereken dostluk da onlarınkidir.