PKK ile Hizbullah’ın geçmişte olduğu gibi yeniden karşı karşıya gelebileceği ihtimali konusunda ne düşündüğü sorulan Yılmaz, “90’lı yıllarda PKK aynı dili kullanıyordu. O zamanda bölgedeki farklı dindar yapıları sindirdikten sonra, (Hizbullah’a) yöneldi ve 3 şart koştu. ‘Ya bizim Kürdistan Dindarlar Birliğine üye olursunuz, aylık verirsiniz. Ya her şeyinizi alıp bölgeyi terk edersiniz. Bu ikisine uymayıp bölgede kalırsanız öldürülürsünüz.’ İnsanlar (Hizbullah) o dönemde PKK’nin o tehditlerine aldırmadı. Bölgeyi terk etmediler. Kürdistan Dindarlar Birliğine de üye olmadılar. Bundan dolayı da öldürmeler (şehid edilmeler) başladı. (Bunun üzerine) Hizbullah’ta bir misilleme olayı gelişti. Bu süreci böyle gelişti. Cemal Tutar’ın mahkeme tutanaklarındaki ifadesinde bu konuya şöyle yer veriliyor, ‘PKK (Müslümanlara yönelik) eylem yapmayı kesince, bizde misilleme yapmayı kestik.’ Böylece olaylar durdu.
(Şimdi) duran bir olayı, kabuk tutmuş bir yarayı, yeniden kanatmanın, yeniden aynı o 90’lı yılların dilini kullanıp, 90’lı yılların mantığıyla hareket etmenin (bir anlamı yok). (Bunun) bölgeye neler kaybettirdiğini herkes gördü. Bölge halkı kan istemiyor. Çatışma istemiyor. Savaş istemiyor. Bu coğrafyaya yapılabilecek en büyük zulüm budur. En büyük haksızlık budur. Kürd halkını birbirine düşürmektir. Bunu kim yaparsa yapsın. Ben inanıyorum ki, BDP çevresinden de, PKK içinde yer alan bazı idareci ve yöneticilerinde, bu açıklamayı tasvip etmediklerini” bildiğini söyledi.
Hatırlayacağınız üzere, Öcalan’ın Fırat Haber Ajans’ında avukatlarıyla yaptığı görüşme notları yayınlanmış, notlarda Öcalan, "Kongre ve Amed Konseyi toplanmalı, meşru savunmayı tartışmalıdır. İşte Hizbullahçılar bırakılıyor, özel ordu kuruluyor, geçmişte cumhuriyetin başından bu yana yapılan katliamlar var, kültürel soykırım devam ediyor, ayrıca bölgedeki dini örgütlenmeler hızla sürüyor. On bin imam kadrosundan bahsediliyor, cemaatler var. Bütün bunları birarada düşünmek gerekiyor. Kongre ve Amed halk konseyi toplanıp bütün bunları tartışmalı. Meşru savunma işte budur. Bu şekilde toplanıp tartışmak, tehlikenin farkında olmak gerekir. Gerektiğinde işte halkımız sokağa dökülüyor ama bu katiller böyle bırakılırken niye sessiz kalınıyor, mitingler, yürüyüşler yapılmıyor? Herşey benden beklenmemeli, herşeyi benim mi söylemem lazım, kendileri bunları düşünmelidir. Bir yandan devlet bir yandan örgüt herşeyi benden bekliyor, ben ise burada nefes bile almakta zorlanıyorum. İşte benim sağlığımı asıl zorlayan budur. Daha önce de ifade ettim, Kent Konseyinde Diyarbakır'ın bütün kesimleri gelip yerini alabilirler, orada her şeyi özgürce tartışabilmelidirler. Bu Hizbullahçılarla da konuşulur, diyaloga geçilir, eğer eski tarzlarında devam etmeyeceklerse, özeleştirilerini yapmışlarsa, hatalarından ders çıkarmışlarsa, bundan sonra kendilerini legal olarak ifade edeceklerse onlar da çağrılır, hem Konsey'de hem Kongre'de kendilerini temsil edebilirler. Eğer eski tarzda devam edeceklerse o zaman meşru savunma, öz savunma devreye girer, onlara Diyarbakır'da yer verilmez." şeklinde açık tehditler savurmuştu.
HÜRSEDA