Siz hiç üşürken ağladınız mı? Elmacık kemiklerinizin üstünde, gözyaşınız dondu mu hiç? Kahırlı bir fantezi gibi mesela; salya sümük eşliğinde elemle iç çektiğiniz sıra, bir yandan da umudunuz uçuştu mu serseri kar taneleri gibi? 1416 kilometre ötedeyim. Yazıyla da yazarsam, bin dört yüz onaltı kilometre ötesindeyim kentimin. İstanbul'dan işte tam bu kadar uzakta, bir ayazlı dağ başında, Ağrı'nın Eleşkirt ilçesi yakınındayım. Ve üşürken ağlamaktayım yalan yok... Hıçkırışların düet yapmasına ramak kalmış bu hallerimin bir can ortağı, yol yoldaşı da var. Sabah'ın Erzurum sorumlusu Sinan Aydın kardeş, az ötemde. Dağ gibi bir adam olan Sinan Dadaş da, yüreğini kezzaplayan bu görüntü karşısında, buzullaşıp, küçümen sarkıtlara dönüşen gözyaşlarıyla durakalmış.
BİR AVUÇ ÇOCUK
Gazeteciyi bile ağlatan görüntü ne mi ola? İleride, tee ileride, metrelerce karın buzun yorgan gibi örttüğü bir ovanın ortasında serili bu görüntü. Beyaz tepsiye yayılıp devinen nohut tanelerine benzeyen bu 'şeyleri' önce kurt sürüsü sanıp makineleri fora ediyoruz. Aracı durdurup, ürkütmeden nasıl çekerim onları hesabı yapıyorum. Sonra tekmil beyazın kamaşıklığına alışıyor gözüm, anlıyorum ki kurt sürüsü değil bir avuç çocuktur onlar. Birer parmak boylarıyla korkup ürkmeden koşmaktalar... Oyun desen oyun oynamak olmaz buralarda. Arabaları bozuldu da anayola mı ilerliyorlar desek ne araç, ne yol olur zaten o arazide. 10 dakika sonra bize iyiden iyi yaklaştıklarında okul önlüklerini, pençe pençe kızarmış, morarmış yüzlerini görüyor ve anlıyoruz.
ÖĞLEN YEMEĞİNE
Çocuklar okula mı, okuldan mı?
- Okuldan eve gidirik. Öğlen yimeeni yimeğe... Bu iklim iblisinden korkmuyorlar ama bizden yana şüpheli, tedirgin, huzursuzlar. Daha da konuşmadan kaçışıp, ileride görünen mezraya hareketlenmeleri bu yüzden.
ZAMANE ÇALIKUŞLARI
İşte ... İşte bu manzaradır içimizi titreten. Koşup uzaklaşan bu yavruların ardından, hallerine, okula-okumaya olan inatlarına hayran olup, duygu tenceremizi taşırıp yüzümüzü ıslatmamız bundandır işte ey ahali... Sonra 4-5 kilometre ötedeki Aydıntepe Köyü'nü buluyor, bunca sevilip benimsenmiş okula uğruyoruz... 3 genç hanım, 3 zamane Çalıkuşu Feride'si var bizi karşılayan. Hemen peşlerinden de yırtığı pırtığı bol, ayakabısı delik, kumaşı tırtık üst başlarıyla okul çocukları akın ediyor kapıya. Ardından bizi sınıflara buyur ediyorlar...
YARIM KİLO KIYMA
"Dersi bozmayın devam edin, ne olur"dediğimde, genç öğretmen Gizem Yaşa bir öğrencisini tahtaya kaldırıyor. "Haydi Ahmet, kaldığın yerden devam et" diyor ona. Ahmet tahtada işte. Yazdığı ne? "Yarım kilo kıyma al!.." Hayali yazı cümleleri kurarken bile, kıymanın yarım kilosuna teyellenmiş hali vakti bu evlatların. Ama düşleri, itikatları, okuma sevdalarının darası hassas tartıya gelmez, kantara vursan da yüz ton çeker belli. Teneffüs oluyor. Herkes bahçeye akıyor. Tek bir minik öğrenci terk etmiyor binayı. 6 yaşındaki Safiye'ymiş o. "İşte Safiye'nin bilgisayar laboratuvarı" diye şakalaşıyor bizimle öğretmenler. Safiye hap kadar bir köylü kızı. Sandalyesinde otururken çırpı bacakları yere bile değmiyor ama o okulun tek bilgisayarının başından kalkmıyor. Laboratuvarı da Safiye gibi şaşırtıcı. Bir köşede kömür çuvalları, yedek soba boruları, karton kutularda ıvız zıvırlar, taş zemin... Rutubetten su kusmuş duvarları; Atatürk posterleri, okul içi duyurular kaplıyor. Ve slogan yazılı bir pano: "Sessiz Olun Eleşkirt Okuyor!.."
BİR DE SERVİSLERİ OLABİLSE
Okulla köyün arası 4 kilometre. Çocuklar bu yolu hem sabah akşam, hem de öğle arasında yani tam 4 kez kat ediyor. Dondurucu soğuğa, kurt sürülerine aldırmadan günde 16 kilometre yürüyorlar. Öğretmenlerinin isteği, çocuklara servis tahsis edilmesi.
ONLAR KUYRUKTA YA SAFİYE
Bahçede beli bükük, taşı sökük bir baraka var. Helalarıymış burası. 3 kapıdan biri kızların, diğeri erkeklerin helasına açılıyor. 3. kapı ise 'öğretmenler tuvaleti'nin. Safiye ise okulun tek bilgisayarının başında...
Savaş Ay - Sabah