Bu söyleşi yılın ilk söyleşisi. 2010 yılını geride bırakıp yeni bir yıla başladık. 2011 Türkiye için bir seçim yılı. Seçimlerde oluşacak yeni Meclis bir anlamda kuruculuk işlevi görecek ve yeni bir anayasa yapacak. Bu yeni anayasanın temel özelliği elbette sivil, özgürlükçü ve demokratik olması. Yeni Anayasa ile birlikte Türkiye'de bir dönemin de kapanacağı kesin.
Türkiye'nin sivil, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa yapmasının temel çıpalarından birisi toplumun bu yönde güçlü bir iradesinin olması ise ikincisi ise kuşkusuz AB üyelik sürecidir. 2010 yılının ikinci yarısı Türkiye-AB ilişkileri açısından mesafe alınamayan bir dönem oldu. Bunda AB'nin küresel mali krizden etkilenmesinin önemli rolü olduğu kuşkusuz. Peki Türkiye ne yaptı bu süreçte ve bu yıl ne yapacak? Müzakereler yavaşlıyor mu, süreç donacak mı?
Bu hafta Söyleşi-Yorum'un konuğu Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış. Bağış son dönemde sert çıkışları ile dikkat çekiyor. Bağış'la AB sürecinin yanında demokratik özerklikten, dil meselesine, BDP'den MHP'ye kadar tartışmalı konuları konuştuk.
2010 yılı Türkiye-AB ilişkileri açısından nasıl bir yıl oldu?
Son yıllarda, AB sürecinde önemli bir olgunluğa ulaştık. Artık AB üyeliği için tarihlerden bahsediyor, serbest dolaşıma ilişkin serzenişlerimizi dile getiriyoruz. Her ne kadar siyasi engellemeler nedeniyle müzakereler tıkanma noktasındaysa da biz yarın AB üyesi olacakmış gibi çalışmalarımızı sürdürüyor ve kendimizi üyeliğe hazırlıyoruz. Bu süreçte özellikle her iki taraftaki önyargıları kırmak için ilgili tüm paydaşların katkısıyla AB İletişim Stratejisi hazırladık ve 2010 yılı başında uygulamaya koyduk. AB ile Türkiye'yi birbirine yaklaştırmak ve aradaki diyalog eksikliğini gidermek için, sadece 2010 yılında 23 ülkeye 64 ziyaret gerçekleştirdim. Sadece resmi organlarla değil, sivil toplum, üniversiteler ve basın-yayın organlarıyla da görüştüm. Bugün Türkiye'nin her bir vilayetinde Vali Yardımcılığı nezdinde bir AB Temas Noktası bulunuyor ve AB süreciyle ilgili yerel koordinasyonu sağlıyor. Nitekim AB süreci artık sadece Brüksel'de, sadece İstanbul'da, Ankara'da veya İzmir'de değil, Edirne'de, Hakkâri'de, Siirt'te, Samsun'da, Ordu'da da yürütülen bir süreç haline gelmiştir.
KÜRESEL KRİZ AB'Yİ İÇE KAPATTI
Şu anda durum nedir?
AB şu an kendi derdiyle meşgul. AB üyesi ülkeler son ekonomik kriz nedeniyle daha da bir içine kapanma sürecine girdi. AB'de bugün ekonomisi en umut veren ülke dediğiniz zaman AB dışındaki Türkiye'yi işaret ediyorlar. Bugün dünyada Brezilya, Çin, Hindistan, Rusya ve Türkiye konuşuluyor. Bölgenin de dünyanın da küresel yükselen yıldızı konumuna geldik. Avrupa'nın bu yılın ilk yarısında büyümesi % 1,5 iken, AB üyesi içinde en başarılı Almanya'nın bile büyümesi % 3 iken, bizim ekonomik büyümemiz % 11 oldu. Birçok yerde işsizlikte artış varken bizde azalma var.
AB'de yaşanan ekonomik kriz mi süreci kesintiye uğrattı?
AB'nin içinde bulunduğu durum, müzakere sürecimize önümüze konmuş siyasi engelleri daha da karmaşık hale getiriyor. Yani kendi ekonomik krizi ile uğraşırken siyasi cesaret gerektiren konularda adım atamıyor AB. Şu anda Türk Yunan ilişkileri açısından tarihi fırsat yakalamış bulunmaktayız. Sayın Papendrou ve Erdoğan Kıbrıs konusunda çözümü en çok isteyen iki lider. Ama Papendrou içerde yaşadığı ekonomik sorunlar nedeniyle Kıbrıs konusunda siyasi risk alamıyor adım atmakta tereddüt ediyor. Tarihe mütereddit bir başbakan diye geçmekte bir tercihtir, ama arzu edilen bir şey olmasa gerek. Bugün eğer AB gündemimizde yok gibi görünüyorsa, bu bizden değil, AB'den kaynaklanıyor.
Ümidi keselim mi AB'den?
Asla. Bizim için şu aşamada önemli olan AB üyeliğinden çok, AB standartlarını ülkemize kazandırma. Süreç sonuçtan çok daha önemli. Bugün bu ülkede idam cezasından kurtulmuşsak, DGM kaldırıldıysa, TRT Şeş yayındaysa, Cumhuriyet tarihinde yapılan yolun 2 katını son 8 sene yapmışsak bunun önemli itici güçlerinden biri AB sürecidir. Çünkü AB sürecinde daha demokratik, daha çağdaş, daha öngörülebilir adımlar atıyoruz. Reformlar yapıyoruz. Biz papaza kızıp oruç bozmayacağız. Biz o standartları yakaladığımız zaman, AB ülkeleri zaten bizim peşimizden gelecekler. Ne olur gelin diyecekler.
Fasıllar ne aşamada?
33 Faslın 13'ünü açtık. Kalan 20 faslın 17'sinin üzerinde siyasi engel var, istesek de açamıyoruz. Kalan üç fasıldan rekabet faslını açma çalışmamız sürüyor. Ama son ilerleme raporu, 33 faslın 33'ünde de Türkiye'nin çok önemli ilerlemeler kaydettiğini itiraf ediyor.
2014'TE AB ÜYELİĞİNE HAZIRIZ
Üyelik için bir tarih perspektifimiz var mı?
Bizim uygulamakta olduğumuz bir ulusal program var. Onun da bir takvimi var. O takvim de 2013 sonuna kadar Türkiye mevzuatının, kanunların, yönetmeliklerinin AB ile uyumlu hale gelmesini öngörüyor. Biz zaten 2013 sonuna kadar Türkiye'yi üye olmaya hazır hale getirmeye çalışıyoruz. Ve biz o 2013 takvimini yerine getirdikten sonra 2014'ten itibaren Türkiye tam üyelik talebini göğsümüzü gere gere telep edeceğimiz noktaya geleceğiz. Ondan sonraki süreçte siyasi konsensüsü sağlamamız lazım yani AB üyesi ülkelerin tamamının ortak bir noktada buluşmasını sağlamamız lazım. O noktada uzlaşı daha kolay olur. Türkiye hazır olur. AB'nin yaşamakta olduğu sıkıntılar Türkiye'yi çözüm için çok önemli bir kilit haline getirir. Ondan sonraki süreçte de bizim üyeliğimiz daha kolay sağlanır.
Bugünku AB belki cazibesini yitirmiş olabilir ama bu AB fikrinin, barışın, kalkınmanın, demokratikleşmenin ve şeffaflaşmanın cazip olmadığı anlamına gelmiyor. Bir yandan halkımıza bu fikrin ne kadar degerli olduğunu, öte yandan AB yetkililerine, Türkiye'yi dışarıda bırakmanın olası ağır maliyetlerini anlatmaya çalışıyoruz.
Başkanlık sistemi artık tartışılabilmeli
AK Parti seçimlerden önce yeni anayasa taslağı açıklayacak mı?
Şu an itibariyle birkaç taslak var. Geçmişte baroların, TÜSİAD'ın, TOBB'un, bizim bilim kuruluna hazırlattığımız taslaklar var. Ama bizim istediğimiz her partinin de bir taslak açıklaması ve onlar üzerinden tartışarak herkesin üzerinde uzlaştığı anayasayı hazırlamak. Yeni Meclis'in ilk görevlerinden biri bu olacaktır. Şu anki anayasa defalarca değişikliğe uğramış olmasına rağmen, 1980 Darbesi'nin izlerini taşıyor. Askeri bir anayasa ile asgari bir demokrasi olacağını defalarca söyledik. Artık tamamen sivil, siviller tarafından yazılmış, siviller tarafından düşünülmüş, sivillerin ruh halini yansıtan ama toplumun tümünü kucaklayan anayasa vakti geldi, geçiyor.
Yeni Meclis'in ilk işi yeni anayasa olacak yani...
Evet. Şunu da ekleyeyim, bu yeni anayasayı tartışırken bence farklı sistemleri de tartışmalıyız. Yani yarı başkanlık, başkanlık sistemi, yarı parlamenter sistem mi bunları da tartışmak lazım.
Yeni anayasa taslağının içinde mi?
Bu yeni taslağın içinde de olabilir, sonraki sürece de kalabilir. Onları da konuşmakta fayda var. Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı sorunları çözümün köklü bir sistem değişikliği ile olacağını düşünüyorum. Bu da bana göre başkanlık sistemidir. Bence bu tartışılmaya değer bir konu.
Peki yarı başkanlık mı başkanlık mı?
Adının çok önemi yok. Eğer bu olasılığı da konuşabilirsek, en uygun olanın üzerinde uzlaşabiliriz.
Kimsenin anadilini inkâr edemeyiz
Önce iki dilli hayat sonra, demokratik özerklik. Ne düşünüyorsunuz?
Ben bu ülkedeki Kürt kardeşlerimizin bir özerklik veya ayrı yaşama, ötekileşme beklentisi ve talebi içinde olduğuna inanmıyorum. 2002 seçimleri öncesi bölgede dolaştığımızda, oradaki vatandaşlarımızın bizimle paylaştıkları en büyük sıkıntı, olağanüstü hal idi. Ve talepleri, OHAL'in kalkması idi. 8 sene içinde sadece OHAL kalkmadı, neredeyse yolu, suyu, elektriği olmayan köy kalmadı. Duble yollar yapıldı. Kışın yolda kalma derdi kalmadı. Daha önce kızaklarla taşınan hastalara şimdi ambulans helikopterler ulaşıyor. Kısaca insanların, insanca muamele gördüğü döneme geçildi. En büyük yatırımımızı da esasen demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesine yaptık. AB fonlarının da bu bölgemizde gerçekleşen yatırımlara katkıları oldu. Bir yandan Türkiye'yi kalkındırırken, bir yandan da Avrupa Birliği süreciyle birlikte demokratik standartlarımızı daha ileriye taşıdık. Demokrasi ve özgürlükler konusunda da vatandaşlarımızın talebi var. Talepten de ziyade bunlar bir zorunluluk. İkisini eş zamanlı olarak, birbiriyle paralel şekilde götürmek lazım. Demokratik talepler noktasında da biz şu anda Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en cesur adımlarını atan hükümetiz.
TALEPLER MAKUL ZEMİNDE TARTIŞILIR
Türkçe bilmeyenlerin kamusal hizmetlerden yararlanma talebi ya da Kürtçenin seçimlik dil olması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bunların hepsi makul bir zeminde tartışılabilecek konular. Biz kimsenin anadilini konuşmasından mahrum bırakılmasına razı olmayız, buna müsaade etmeyiz. Maalesef çok çabuk unutuyoruz. Acaba bu ülkede 8 yıl önce kendi evinde bile Kürt kökenli vatandaşlarımız rahatça Kürtçe konuşabiliyor muydu? Ama şimdi çok farklı bir noktadayız. Cezaevlerinde oğlunu ziyaret eden bir ana onunla kendi dilinde konuşabiliyor. TRT 6'dan az önce bahsettik. Şu anda Kürtçe öğrenmek isteyenler için bile özel kurslarımızda veya üniversitelerimizde bunun imkânı var. En son Mardin Artuklu Üniversitemiz Yaşayan Diller Enstitüsü kurdu ve Kürt Dili ve Kültürü Ana Bilim dalına bu yıl ilk kez 20 yüksek lisans öğrencisi alındı. Gazikent Üniversitemiz, Kürtçe, Arapça, İbranice, Ermenice gibi dillerde seçmeli derse hazırlanıyor. Batman Üniversitemizin çok dilli müzik korosu son derece etkileyici. Tunceli Üniversitesi'nde Kürtçe ve Zazaca seçmeli dil. Bunlara rağmen sanki Kürtçe üzerinde bir baskı varmış gibi ortalığı velveleye vermek esasen gerçek niyeti ortaya koyuyor.
Türkçe bilmeyenlerin kamusal hizmetlerden yararlanamaması gibi bir şey zaten söz konusu olamaz. Kamusal hizmetler herkes içindir. Ama bundan kasıt devlet kurumlarında resmi kuralların dışında bir arayışsa onu kabul edemeyiz. Bu uygulanabilir bir şey de değil aslında.
BDP SEÇİM YATIRIMI YAPIYOR
Bu talepler neden şimdi gündeme geliyor?
Seçimlere yönelik bir adımdır. Bölgede ciddi anlamda zemin kaybettiğini gören terör örgütü, uzantıları aracılığıyla bu süreci şimdiden sabote etme çabası içine girdi. Çünkü seçimlerde bu zemin kaybı daha da açık seçik ortaya çıkacak. Bakın şu anda bölgede silah bırakılmasını savunan ve demokratik çözüme inanan bütün kanaat önderleri, STK'lar, hatta bu kesim içinden bazı isimler tehdit ediliyor. Bu bir acziyetin ve korkunun yansıması. Ama biz hiçbir şekilde buna müsaade etmeyecek, terörün diline prim vermeyeceğiz. Burada garip bir çelişki var. Bakıyoruz MHP ve BDP arasında her konuda anlaşılmaz bir ittifak var.
Üniversiteli kardeşlerimle aram bozulmaz
Yumurta atan öğrencilere dava açtınız. Ağır olmadı mı?
Kim olursa olsun universiteli arkadaslarımın mahkeme salonlarında yargılanması içime sinmiyor. Ancak onların 21.'inci yüzyılda hâlâ diyalog ve tartışma yerine şiddeti tercih etmelerini de hazmedemiyorum. Yine de ben bir ağabeylik yaptım ve gelip hatasını kabul etmesi halinde o kardeşimizi affedeceğimi söyledim. Maalesef oralı olmadılar.
Neden bu kadar büyüdü tartışma?
Birilerine yumurta atmak sanki demokratik bir hakmış gibi gösteriliyor. Yapılan tartışmalarda bu teşvik edilen bir şey haline geldi. Sanki yumurta atmak çok masum bir şeymiş gibi gösteriliyor. Oysa ha taş atmışsınız, ha yumurta. Bunun demokratik bir hak olmadığını, bir şiddet unsuru olduğunu ispat etmek için acaba birilerinin gözünün kör olması veya fiziken ciddi bir hasara maruz kalması mı gerekiyor? Şu anda da üniversiteli kardeşlerimle çok samimi bir diyaloğum var. Kimse de benim üniversiteli arkadaşlarımla arama giremez. Van'da Sayın Baykal da yumurtalı saldırıya maruz kalmıştı. Biz bunu açıkça kınadık ve tasvip etmediğimizi her fırsatta ifade ettik. Ama o zaman Sayın Baykal'a yumurta atıldı diye ayağa kalkanlar, bugün aynı şey AK Partililere karşı yapıldığında farklı bir tavır aldılar, yumurta atmayı demokratik hak olarak nitelendirdiler. AK Partililere şiddet uygulanması meşruymuş gibi bir algı yaratmak istiyorlar.
Aldığınız dini özgürlükler ödülüne Rum Diasporası neden tepki gösterdi?
Ben o ödülü ülkem ve milletim adına büyük bir gururla aldım. O ödül esasen Hükümetimizin Türkiye'deki dini grupların özgürlükleri için attığı devrimsel nitelikte adımlara verildi. O yüzden biz bu ödülü büyük bir memnuniyetle aldık. Rum Diasporası bundan hoşnutsuzsa bu tabii kendi sorunları. Dini Özgürlükler Ödülünü aldığımda çok gururlanmıştım. Ama bu tepki benim için daha büyük bir gurur vesilesi oldu. Bunu ayrı bir ödül olarak kabul ediyorum.
Rahmetli Türkeş sağ olsaydı açılımı desteklerdi
MHP ve BDP arasında nasıl bir ortaklık olabili ki?
Mecliste MHP'liler konuşurken BDP'liler, BDP'liler konuşurken de MHP'liler hiç itiraz etmez. Ama ne hikmetse CHP'liler veya AK Parti'liler konuşurken ikisi birden itiraz eder. Bu kadar ortaklık ve samimiyet dikkat çekici. Olaylara bakış açılarında çok büyük bir fark yok. Bu aslında MHP yönetiminin içinde bulunduğu kimlik bunalımını yansıtıyor.
Ben o yüzden referandum sürecinde bir teklifte bulundum. Boşuna israf yapmasınlar. Madem bu kadar birbirilerini seviyorlar ve aynı şeyi düşünüyorlar seçimlere de tek liste halinde gitsinler. MHP'nin bugünkü yönetimi Türk milliyetçiliğine yakışmıyor ve gerçek Türk milliyetçiliğini temsil etmiyor. Rahmetli Türkeş'in kemiklerini sızlatıyorlar. Onun uzlaşmacı ve bilge hatırasına gölge düşürüyor. Gençlere Türkeş nasıl tanıtılıyor? MHP içinde oğlu dışında Türkeş'i anan var mı? Asıl haliyle mi tanıtılıyor Türkeş, yoksa şimdiki kadroların işine gelen biçimiyle mi? Türkeş Kürt meselesi hakkında ne düşünüyordu ne yapıyordu, onu gençler biliyor mu? Rahmetli Türkeş her kesimle görüşüyordu. "Onlar ne kadar Kürtse biz o kadar Kürdüz, biz ne kadar Türksek onlar o kadar Türktür" derken Milli Birlik ve Beraberliğe vurgu yapıyordu. Rahmetli sağ olsaydı açılım politikamızın en büyük destekçilerinden biri olurdu. Açıkçası ben MHP'nin bugün ülkücü kardeşlerimizi temsil ettiğini de düşünmüyorum MHP, gittikçe daha da marjinal bir çizgiye kayıyorlar.
Son dönemde Türkçülük ve Kürtçülük kavramları öne çıktı. Neden?
Başbakanımız da ifade etti, Türkçülük ne kadar yanlışsa, Kürtçülük o kadar yanlıştır. O yüzden etnik milliyetçiliği kesinlikle reddediyoruz. Milliyetçilik kapsayıcı ve kuşatıcı olmalıdır. Siz milletinizin refahını yükseltemezseniz, ülkenizin meselelerini çözme gibi bir derdiniz yoksa ve hala milliyetçilik ahkâmı kesiyorsanız işte bu milliyetçilik olmaz, başka bir şey olur. Bize göre herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında birdir ve bütündür. Ne insanları etnik kimliğine veya anadiline göre sınıflandırmaya, ne de kendi kimliğimizi diğerlerine üstün görme hakkımız var. O yüzden Kürtçülüğe de Türkçülüğe de karşıyız. Bizim için Türkiyecilik esastır. Tek Bayrak, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Devlet düsturumuz da bu anlayışımızın en somut ifadesidir.
ÇÖZÜM DEMOKRASİDE
Farklılıklarımızın bu ülke için zenginlik olduğuna inanıyoruz. Ama bizim ülkemizin tek bir resmi dili vardır, resmi yazışmalarda, meclis oturumlarında o dil kullanılır. Onun dışında evinde, isteyen dostlarıyla sohbet oturumlarında istediği dili kullanabilir. Kimse buna itiraz etmez. Bunun da güvencesi biziz. Özetlersem, demokratik özerklik talepleri etnik şovenist milliyetçilik duygularıyla siyasi rant elde etme çabasıdır. Attığımız somut adımlarla birlikte ülkemizdeki mevcut bazı psikolojik bariyerlerin kaldırılması noktasında büyük bir atılım oldu. Somut anlamda elbette biz adımlarımızı atmaya ve demokratik standartları geliştirmeye devam ediyoruz.
Çözüm demokraside yani...
Çağdaş demokrasi, hukuk ve insan hakları zemininde her soruna çözüm vardır. AB standartlarında yaşam istiyorsak, AB standardı demokrasi, AB standardı hukuk ve AB standardı siyaset kültürü de istemeli ve bunların gereğini yerine getirmeliyiz. Bize "AB standardı" talebiyle gelenlerin, AB standardını benimsemiş ve kendilerini bu standarda getirmiş olmaları da gerekiyor. Talep ederken AB diyenlerin, karşılığını da AB standardında vermeleri beklenir. AB çuvaldızını hükümete batıranlar, AB iğnesini de kendilerinde denesinler. AB aynı zamanda bir siyasi kültür ve siyasi terbiye demektir. Bunu bütün siyasi partilerden ve muhaliflerimizden bekliyoruz.
Murat Aksoy - Yenişafak