Ünlü İngiliz Gazetesi The Guardian'da yer alan bir makalede Avrupa kendi işleyişini engelleyen bir sistem olarak ve büyümesi gereken bir ERGEN benzetmesi yapılarak tahlil edildi.
Birkaç ay önce Estonyalı bir diplomatla Metro’da, vaktiyle ütopyacı vizyonların damgasını vurduğu bir kıta olan Avrupa’daki ilham eksikliğinden konuştuk. Sohbetimize kulak misafiri olan bir Parisli aniden araya girerek şunu söyledi: “Avrupa bir ütopya mı? Boş versenize! Avrupa, sıradan insanların sırtından zengin olan kodamanların kulübünden ibarettir.”
Bu tür zehir zemberek çıkışlara kulak vermeniz veya herhangi bir büyük gazeteye şöyle bir göz atmanız Avrupa’nın bir sorunu olduğunu ve bunun esasen bir öz algı sorununa işaret ettiğini görmeniz için yeterli. Her gün medyada, ergenlikten çıkmaya çalışan Avrupa’nın süregiden psikodramasına dair haberler yer alıyor.
Uzun vadeli bir perspektiften değerlendirildiğinde, Avrupa’nın siyasi varlığı henüz çocuk çağda sayılır. 14. Lui’nin yetmiş yıl hüküm sürdüğünü düşündüğünüzde, tarihte altmış yıl çok da uzun görünmüyor. Gelinen noktada, altı ülkelik küçük bir topluluktan küresel ağırlığa ve sorumluluklara sahip bir varlığa dönüşen ve bu derin fiziksel değişimi aniden idrak etmenin şokunu yaşayan ergen bir Avrupa ile karşı karşıyayız. Bunun sonucunda vatandaşlarının arzuları ile Avrupa projesi arasındaki ayrımdan kaynaklanan bir ergenlik krizi dönemine girmiş durumda.
Büyüme kararı yok
Yeni boyutlarından rahatsızlık duyan Avrupa kendisini sevme sorunu yaşıyor. Aslında büyüme kararı falan almadı, fakat tarih ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı onu değişmeye mecbur bıraktı. Bugün fazla büyük ve hantal olduğuna inanıyor. Bir yandan bu hızlı genişlemeyi durdurmak istiyor. Max Gallo gibi bazı Fransız entelektüeller, küçük üyeleri kenara itecek bir “Fransız-Alman darbesi” ve Rusya ile ittifak fikrini savunuyor. Diğer yandan Avrupa yeni Dış Eylem Birimi’ne dahil edilecek diplomatların sayısına dair bitmek bilmez tartışmalar yaparken, bu yeni birimden başarması beklenen görevlere dönüp bakmıyor. Bir an önce atılması gereken adımlara dair her tartışma, kaynaklara dair amansız bir tartışmaya dönüşüp yozlaşıyor. Görünen o ki birlik hem kendine hem de gelecek için sergileyebileceği bütün heveslere güvenini yitirmiş durumda: velhasıl 2020 Avrupa’sına dair süregiden bir kakofoni.
Yazık, zira Avrupa’yı kendisinden başka çirkin gören yok. Dünyanın diğer yerlerinde sayısız entelektüel Avrupa modeline duydukları hayranlıktan ve bu kıtanın dünyanın yönetiminde oynaması gereken rolden söz edip duruyor. Avrupa’da içe dönük uyuşukluğumuz bütün ilerlemeye sekte vuruyor. Çin, Hindistan, ABD ve Afrika geleceklerine dair özgüven hissediyor, Avrupa ise korkuyla felç olmuş görünüyor. Adeta eski küçük benliğinin ve Berlin Duvarı’nın gölgesi altında yaşarken Sam Amca’nın müşfik korumasıyla alıştığı rahatlığın özlemini çekiyor.
Avrupa’nın inşasının ikiz motoru (dayanışma ve daha etkin olma çabası), ekonomik krizin ağırlığı altında durma noktasına geldi. Bir yandan Avrupalı liderlerimiz üye ülkelerin zorlukların üstesinden gelmesine yardım edecek planları tartışmak üzere Brüksel’de toplantılar yapıyor. Diğer yandan bu türden bütün desteklerin, Avrupa siyasi yapısındaki her organın bağımsızlığını koruyacak karmaşık mekanizmalarla düzenlenmesinde ısrar ediyorlar. Ve böyle yaparak, bir organ tehlikeye girdiğinde bütün gövdenin tehlikeye girdiği gerçeğinin üzerinden atlıyorlar.
27 dar kafalı üye
Kafa (Avrupa Konseyi) müdahale etmesi gerekip gerekmediğini sorarken, kalp (Komisyon) atmaz hale geliyor ve Avrupa’nın can damarı olan yeni fikirlerin akışı kesiliyor. Krizin ortasında, vaktiyle bir siyasi yenileşme harikası olan o tek varlığın yerini, 27 dar kafalı üyenin mutsuz bileşimi almaya başlıyor.
Avrupa’nın sorunlu öz algısı, diğerleriyle kurduğu beceriksiz ilişkide de yansımasını buluyor. Oysa kendisinden utanmasını ve bilhassa kapısını çalanlara karşı daha kapsayıcı olmamasını gerektirecek hiçbir sebep yok. Böyle yapmak yerine korkuyla, “Kim o” diye soruyor; ki aslında soru kendinden emin bir, “Ne istiyorsun?” olmalı. Gerçek şu ki, prosedürlere yönelik takıntısı ve süregiden para sorunları dahilinde mevcut Avrupalı liderler kuşağı, bize hiç benzemeyen muhataplarla ilişki kurmanın gayet mümkün olduğunu külliyet unutmuş durumda. Peki Türklere, Sırplara veya İzlandalılara Avrupalı bir siyasi varlık olma hayallerinin neyi içerdiğini soran oldu mu? Kulübe kabul edildiklerinde öncelikleri ne olacak? 50 yıllık zaman zarfında Avrupa’nın rolünü nasıl görüyorlar?
Ütopyaya ihtiyaç var
Bugünkü Avrupa’nın ihtiyacı olan şey büyük bir proje, hatta buna bir ütopya da diyebilirsiniz. Önümüze koyabileceğimiz birçok hedef var: Avrupalılara barış getirdiğimiz gibi uluslararası ilişkilere de barış getirebiliriz; sürdürülebilir kalkınma konusunda öncü bir güç olabilir ve geleceğin müşfik ekonomi bilincini inşa etmeye girişebiliriz. Fakat bu hedeflere ulaşmak konusunda gerçekçi bir çaba sergileyeceksek, önce büyümekle ilgili sorunumuzu çözmek zorundayız.