Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Mert'ten sıradışı açıklamalar

“O kadar uzun vadeye ilişkin hiçbirimiz öngörüde bulunamayız. Hiçbir şey sonsuza kadar değişmeden varlığını sürdüremez. Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız. Hüvelbaki (ebedilik) Allah’a mahsustur'

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-12-29 17:45:38

Mert'ten sıradışı açıklamalar

Siyaset Bilimci Nuray Mert’e, ısrarla “Bu süreç Kürtlerle ayrılığa doğru gider mi?” diye sordum, yanıtı şöyle oldu: “O kadar uzun vadeye ilişkin hiçbirimiz öngörüde bulunamayız. Hiçbir şey sonsuza kadar değişmeden varlığını sürdüremez. Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız. Hüvelbaki (ebedilik) Allah’a mahsustur"
‘Kürt meselesine bakışta akıl ve gönül’ başlıklı yazınıza şöyle başlıyorsunuz; “Cumhuriyet Devrimi’nin, özellikle basın dünyasında önde gelen isimlerinden Falih Rıfkı Atay, 1943’te yaptığı bir seyahatin Irak durağında, geçmişe bakıp biraz da alaycı bir muhasebe yapıyor: Ah şu Osmanlı saltanatı, bir Hicaz şerifini emirliğe yükseltmemek için kendi parçalanıncaya kadar inat etti. Koca Britanya İmparatorluğu ise bizim bir şeriflikten üç kral çıkardı. İngilizler en hünerli erkek terzileridir!” Bu alıntıda sözün özü belli ama biraz açar mısınız?

Evet, sözün özü çok belli ama belki biraz dipnot düşmek gereken bir alıntı. Ne diyor orada Falih Rıfkı Atay? Irak’a gitmiş 43 senesinde. Irak’ta o zaman Kral Faysal var. Kral Faysal Birinci Dünya Harbi esnasında İngilizlerle anlaşarak Osmanlı’ya karşı ayaklandı. Arap isyanını başlattı. Aslında bunun üzerine bir sürü tartışma vardır. Ama sonuç itibariyle bu isyandan sonra Ortadoğu’da bir büyük Arap krallığı hayalini kuran Şerif Hüseyin Hicaz’ı bile terk etmek durumunda kaldı. Ancak oğullarından Faysal önce Suriye, sonra Irak kralı oldu. Abdullah, Ürdün adı altında kurulan ülkeye kral oldu. Küçük oğlu Ali çok kısa bir süreliğine Hicaz kralı oldu. Yani Hicaz şerifliğinden çıkan üç kral bunlardır. Bu benzetme gibi olmasın ama birtakım gidişleri görmezden gelmekte ısrar ederseniz daha tatsız şeylerle karşılaşıyorsunuz. Bunu söylediğinizde tehdit gibi algılanabiliyor. Ama tarihte bu böyle...

IRA ve ETA örneklerini çok manalı bulmuyorum

Daha önce, “Kürt meselesi daha da geç kalınırsa uluslararası bir mesele haline gelebilir” demiştiniz. Bir de hep şunu vurguluyorsunuz, “Geç olmasın güç olsun!”

Evet. Çünkü bir yazı daha yazmıştım, Kürt meselesiyle doğrudan alakasına işaret etmeden ama onu da düşünerek, “Hayaller ve hayaletler” diye... Atatürk’ün Nutuk’un bir bölümünde söylediği sözleri kısaca bugünün Türkçesi ile böyle ifade etmiştim. O “Geçmişin gölgelerinden kurtulmak lazım, geleceğe dair de hayalperest olmamak lazım” diyordu. Böyle bir beyan son zamanlarda çok kullanılıyor. Hatta, ‘Dreams and Shadows’ diye kitap başlığı oldu bu, Ortadoğu ile ilgili... Artık neredeyse bu bölge ile ilgili kullanılan bir ibare haline geldi. Ben “Hayaller ve hayaletler”de şuna dikkat çektim. Ürdün’de şehitliğe gittiğimde şunu gördüm, ki orada şehit olanlar 1. Cihan Harbi’nde Arap isyanında şehit olmuşlar, şehitliğin içindeki müzede bir fotoğrafta Mustafa Kemal Ürdün Kralı Abdullah ile bir masada oturuyordu. Çok hüzün verici ama çok ders alınması gereken bir fotoğraf karesiydi. Mustafa Kemal, cumhuriyetin kurucusu olmasının ötesinde Osmanlı ordusunda generallik yapmış, ordudaki görevleri içinde Trablusgarp var, Şam var. Bu tecrübelerin içinden geliyor. Bir Osmanlı askeri sonuçta. Tam da imparatorluğun çözülme günlerini yaşamış, bilhassa Arap topraklarında görev yapmış biri ve de Arap isyanının gerçekten Osmanlı’ya neye mal olduğunu biliyor. Zaten 1.Dünya Savaşı kaybediliyor, Almanlar kaybediyor ama tabii Ortadoğu’da Arap isyanı bayağı bir belini büküyor Osmanlı’nın... Ve sonrasında o topraklar hızla elden çıkıyor. İşte bütün bunlara tanıklık etmiş, bu sürecin içinde yer almış bir insanın cumhuriyeti kurduktan sonra, babası Şerif Hüseyin ile birlikte Arap isyanını başlatan Kral Abdullah ile bir masaya oturması az buz güç bir iş değildir. İşte ben Kürt meselesi konusunda “Geç olmasın güç olsun” dememi bütün bunları hatırlatarak söylüyorum. Çünkü bu tür olağanüstü durumlar bu güçlüklerin üstesinden gelinmeyi gerektiriyor. Uhuletle ve suhuletle... Büyük liderler bunu başarabiliyor. Aslında bu güçlükler illa büyük bir liderle değil, daha da doğrusu toplumla birlikte aşılmalı. Bunun yolları aranmalı. ‘Güç olsun geç olmasın’ dememin bir ikinci nedeni de, geç olursa hiç olmayabilir. Gecikmiş kalınmış olabilir.

Taha Akyol’la yaptığımız bir söyleşide, “Bu ülkede Türkler ve Kürtler o kadar iç içe geçmiş ki sonumuz Yugoslavya’dan beter olabilir” demişti. Ve bir de Hindistan-Pakistan örneğini vermişti...

Aklın yolu bir. Hatırlarsanız ben de açılımda bu örneği verdim. “Allah esirgesin Türkiye İspanya’ya falan değil Hindistan’a döner” dedim...

Peki nasıl çözülür bu mesele? Gidişat nereye doğru evriliyor?

Bu meselenin ne formülü ne reçetesi var, ne de bu çerçevede benim genel bir öngörüm var. Bir sene sonra ne olacağını bilemem, bu meselelerde yıldız falına bakar gibi yorum yapanlara da hiç itibar etmem.

Sonumuzun Yugoslavya ya da Hindistan- Pakistan gibi olmaması için ne yapmak gerekiyor?

Tarih bize bir sürü tecrübe sunar, o yüzden tarih okuruz. Karşılaştığımız şeyleri bu filtreden geçirmek, onlardan bir şey taşıyabilmek adına... Fakat tarih bize bir reçete vermez. Her durum farklıdır. Niye bugün Hindistan’ı hatırlatıyoruz? Ve bir sürü buna benzer uzak yakın örnekleri? Şimdi ben Kürt meselesini İsrail-Filistin meselesine benzetmekten çok çekiniyorum ama...

Bir söyleşimizde “Kürt intifadası olabilir” demiştiniz...

Evet. İnşallah olmaz ama... Oradan çağrışacak, oradan bir ipucu alacak veya bize başka bir boyut düşündürecek bir tarafı var bu örneğin. “Ya kardeşim gerçekten de İsrail devletinin kuruluşu gibi mi? İnsaf yani biz yüz yıllardır burada yaşıyoruz” denilebilir. Doğru ama ne olursa olsun, politik deneyimler açısından, o meselenin bir boyutunu, bir gidişatını görmek açısından bütün bunları göz önünde bulundurmak zorundayız. Bunun İsrail’i sevmek, Kürtleri Filistinlilerin yerine koymakla alakası yok... Aynı şekilde Hindistan örneği de tıpa tıp bizim meselemize benzemiyor olabilir. Ama bunlar birer ipucu verebilir.

Kürt meselesinde din bir fren ama bu hem iyi hem de kötü

“Ayrılmayı konuşmak Türkiye için çok zor, çok maliyetli” diyorsunuz. Ve bir de kendi modelimizi geliştirmemiz gerektiğini söylüyorsunuz.

Evet... Bu Hindistan-Pakistan örneklerini bu yüzden hatırlatıyoruz. Şimdiye kadar daha çok IRA ve ETA örnekleri verildi. Ben bunları çok manalı bulmuyorum açıkçası. Tabii onlara da bakmak lazım, o örneklerin de bir katkısı olabilir ama sadece onlarla karşılaştırmak doğru değil... Bu durum çok farklı. Ancak dediğim gibi bir-iki şey öğrenebiliriz bu deneyimlerden, gündeme getirebiliriz ama İspanya modelinin ‘Başka ülkeler de yaptı, üstelik onlar Batılı bir ülke ve bunu barışçıl süreçlerle yaptılar’ dışında çok bir anlamı yok. Çünkü bizdeki gibi şeyler olmamış oralarda, her şeyden önce bu kadar insan ölmemiş.

Rahmetli Abdülmelik Fırat, “Türkleri ve Kürtleri bir arada tutan çimento din ama o da artık çözülmeye başladı” demişti. Böyle de farklı bir yapımız var belki değil mi?

Zaten bu süreci bu kadar zora sokan şeylerden biri de bu... Yani din. Türkiye’de bunu devlet de çok kullandı. Madem din birliği var, böyle gider diye düşünüldü... Evet, din birliği olması çok şey ifade ediyor ama zorluk da yaratıyor. Din birliği olduğu için iç içe geçme daha fazla... Bu hem iyi bir şey, çünkü hemen bir karşılıklı çatışmaya dönüşmenin önünde çok önemli bir fren ve ben hâlâ bu frenin çok iyi işlediğini düşünüyorum, ama diğer taraftan da özerklik gibi farklı bir formata soktuğunuz zaman birlikte yaşamanız önünüze bu süreci daha fazla zorlayan bir şey çıkarıyor. Yani Ertuğrul Özkök’e ‘Ayrılacaksak da ayrılalım’ dedirtecek bir durum olmuyor, çünkü çok komplike... Hem ekonomik manada, çünkü Batı’ya göç eden Kürtler var, hem de iç içe geçmişlik var. Takdir edersiniz ki Türkiye’de ne kadar sekülerleşmiş olursak olalım din, hatta mezhep farklılıkları etnik farklılıkların da ötesine geçebiliyor. Bir Alevi Kürt ile bir Sünni Kürdün evlenmesi, Sünni bir Kürt ile Sünni bir Türkün evlenmesinden zordur. Belki son zamanlarda hafif değişmiş olabilir ama bu böyle...

Nitekim son araştırmalarda “Kürtler ve Türkler artık evlenmiyor” diye sonuçlar çıkıyor...

Bu yeni bir gelişme... Çok yakın bir zamana kadar böyleydi. Dolayısıyla o da bir zorluk yaratıyor. Oluşmuş aileler var. Onların çocukları var.

MHP, ‘Kürt arkadaşlara başarılar dileriz’ dese bile sorun bitmiyor

Benim kardeşimin karısı Muş Vartolu... Sırrı Sakık’a da sormuştum “Yeğenimi görmeye vize alarak mı gideceğim?” diye, gülmüştü...

O işler öyle olmuyor... O yüzden Hindistan örneğini veriyoruz. Bambaşka tarihler, bambaşka toplumsal şartlar oluyor. Ama bakın o durumda ne oldu? Orada din farkı vardı ve o çok daha belirleyici bir şey. Ama yer tayin etme meselesi açısından paralellik kurulabilir. Müslümanlar sadece Pakistan diye tarif edilen bölgede yaşamıyorlardı. Başka bölgelerde de yaşıyorlardı... Aynı zamanda Pakistan diye ayrılan sınırın içinde de Hindular vardı, Sihler vardı... Hindistan’da da yaşayan Müslümanlar vardı. Peki bu ayrılık masa başında halledildiğinde ne oldu? Yerlerinden yurtlarından ayrılmak istemeyen, bu fikirde olmayan insanlar bile can korkusundan bir süre sonra ayrıldı... Yani “Bizi artık barındırmazlar buralarda. Biz bunlardan bir parça kopardık diye bizim canımıza okurlar” diye atladılar trenlere, yollara döküldüler. Orada yaşayanlar da “Ya bunlar kendi devletlerini kurdular bize nefes aldırtmazlar” diye diğer tarafa göç etmeye çalıştılar. 1 milyon insan öldü bu süreçte... Ondan sonra Hindistan ile Pakistan üç kere savaştı. Üç kere savaşınca bile o kadar insan ölmedi. Dolayısıyla bu meseleler bu kadar da çetrefil olabilecek meseleler. Şimdi, şu anda konuşmaya başlasak özerklik konusunu, yani hiç ihtilafımız olmasa, herkes bu konuda anlaşsa bile, diyelim ki öyle karşılıklı güven sağlandı, denildiki “Her iki tarafın da çekinceleri var bir masada konuşalım”, konuşuldu, artık hiçbir pürüz yok, MHP “Kürt arkadaşlara başarılar dileriz” dedi, bu durumda bile o kadar çok sorun var ki! O kadar uzun bir süreç ki bu... Eğer dediğim gibi patırtısız olacaksa, taraflar anlaşsa bile bugünden yarına halledilebilecek bir mesele değil bu. O kadar çok boyut var ki! Coğrafi boyutu var, insanlar iç içe geçmiş... Yine aynı mesele değil, riskleri açısından örnek veriyoruz ama Hindistan ve Pakistan’da ayrılık yüzünden 1 milyon insan öldü ama hâlâ Hindistan’da 150 milyon Müslüman yaşıyor...

Bir arada olamaz mıyız peki? Bunun mümkünü yok mu?

Gandi bu uğurda can verdi. Bunu herkes ister. Evet, bir arada yaşayalım bence de... Ne var ki? Ama bizim göremediğimiz bir sürü başka şey var...

Peki bu süreç ayrılmaya gider mi? Bu yüzden endişelenenler boşuna mı endişeleniyor?

O kadar uzun vadeye ilişkin hiçbirimiz öngörüde bulunamayız. Hiçbir şey sonsuza kadar değişmeden varlığını sürdüremez, uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız. Hüvelbaki (ebedilik) Allah’a mahsustur.

Mine Şenocaklı - Vatan Gazetesi
 

SON VİDEO HABER

Suriye'deki dehşeti anlattı: İşkenceden derimiz yüzülüyordu

Haber Ara