Euro'nun iflas zamanı mı geldi?
Ekopolitik'te yayınlanan bir euro analizi...
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-12-24 16:20:27
İlk olarak bankalar, istikrar ve Avrupa’nın politik liderlik yetisi gibi konuların konuşulduğu ve İrlanda krizinin masaya yatırıldığı zirvede, Avrupalı liderler herkesin gözü önünde sert tartışmalara girdiler. Zirveye katılan liderlerin gerçek amacı avroyu iflastan kurtarmak olsaydı, bu liderler piyasaları endişe ve istikrarsızlığa sevk edecek hareketlerden kaçınmaya büyük özen gösterirlerdi. Ne var ki zirveden sonra İrlanda’nın durumu daha da kötüleşti.
Mesela Almanya, kayıpların karşılanması noktasında 2013’ten itibaren bankaların da sorumluluk almasının gerekebileceğine ilişkin bir tartışma başlatmak suretiyle mevcut krizin daha da şiddetlenmesine yol açtı. İrlanda krizinin tam ortasında böyle bir tartışmanın hangi amaçla gündeme getirildiği Şansölye Angela Merkel’in sırrı olmaya devam ediyor. Büyük olasılıkla Alman başbakan özellikle iç politika kaygısıyla bu şekilde davrandı. Zira İrlanda’yı kurtarma paketinden farklı olarak, adil bir şekilde bankaların da sorumluluk altına girmesi Almanya’da popüler olan bir konu. Oysa böyle bir politikayı iki yıl öncesinden duyurmaktansa vakti geldiğinde uygulamaya koymak daha yararlı olabilirdi.
Nereden bakılırsa bakılsın Avrupa’yı bu günlere getiren asıl etmen, nitelik bakımından siyasi veya tarihi olmaktan ziyade ekonomik temelli olmuştur. Özellikle Avrupa’nın en kalabalık ve ekonomik açıdan en güçlü ülkesi olan Almanya, tarihi bir unutkanlığın kurbanı olmuş gibi duruyor. Ulusal çıkarları, Almanya’nın Avrupa ortasında yalnız kalmasına izin vermiyor. Fakat bu unutkanlık yüzünden ülkenin “Avrupa Almanyası” yerine bir “Almanya Avrupası” olması gerektiğini ifade eden düşünce tarzı terk edilmiş gibi görünüyor.
Şurası kesin ki hâlâ AB yanlısı olarak görülseler de Alman liderler bu eleştirileri şiddetle reddediyorlar. Buna rağmen Almanya’nın Avrupa politikasındaki temel strateji değişikliği göz ardı edilemez. Tarafsız olmak gerekirse, gidişat “Avrupa Almanyası”na doğru. Ama “Avrupa Almanyası” başarılı olmayacak.
Avronun iflas etmesi ve dolayısıyla AB’nin ve ortak pazarın çözülmesi tüm Avrupa’nın 1945’ten bu yana yaşadığı en büyük felaket olacaktır. Katılımcılar tarafından gösterilen tepkilere rağmen bu felaketin ihtimal dâhilinde olması AB liderlerinin öngörüden yoksun olduğunu ve kasıtlı olarak ihmalkâr davrandıklarını gösteriyor. Liderler ekonomik krizin AB’nin varlığını tehdit eden siyasi bir krize dönüştüğünü kabul etmek zorundalar. Krizin bu niteliğinden ötürü borç altında ezilen üyeler açısından ekonomik temelli çözümlerden ziyade siyasi temelli kalıcı çözümlere ihtiyaç duyuluyor.
Mevcut durumda avronun ayakta kalması zor olacak. Yine de kalıcı bir siyasi çözüme ulaşılması için ekonomik birliğin de göz ardı edilmemesi gerekiyor. Bu minvalde elimizdeki diğer seçenekler ya hakiki bir ekonomik birlik ile yola devam etmek ya da basit bir serbest ticaret bölgesi ve Avrupa’da ulus devletlerin yeniden uyanışına geri dönmektir.
Ülke ekonomilerinin birbirinden bağımsız hâle geldiği Avro Bölgesi’nde özellikle teknokrat yönetim, düzenlemeler ve sansür mekanizmaları sayesinde istikrarın sağlanabileceğine inanmak hatalı olabilir. Avro Bölgesi’nde hakiki istikrar ortak bir makroekonomiyi gerektiriyor. Bu makroekonomi anlayışının da aynı zamanda iyi işleyen bir entegrasyon politikasına sahip bir ekonomik birliğe ihtiyacı var.
Emeklilik yaşı gibi ekonomik ve toplumsal politikalar nedeniyle ara verilen ortak makroekonomi uygulamasının yeniden canlandırılması, bir transfer aracı niteliğindeki avrobonoları dengeleyecek yeni düzenlemelerin uygulamaya konması ve etkili bir istikrar mekanizmasının işletilmesi ortak para birimini korumak için gereklidir.
Peki ama özellikle Avro Bölgesi’ne katılmak isteyen AB üyeleriyle uzun vadeli bu hedeflere nasıl ulaşılabilir? Büyük olasılıkla köklü değişiklikleri şimdilik gündemin alt sıralarında tutmak zorunda kalacağız.
Öte yandan Şengen Anlaşması özellikle Avro Bölgesi’ne üye olmayan ülkeler için bir alternatif sunuyor. Sınır kontrollerinin kaldırılması hiç de küçük bir adım değildi ve devletlerarası anlaşmalara zemin hazırladı. Bu noktada ekonomik birlik girişiminde başarıya ulaşılamamış olmasının nedenleri sorgulanıyor.
Avro Bölgesi’nin şu anda ihtiyacı olan, Maastricht’in tekrarı değil; yeni bir Schmidt/Giscard modelidir. Yani bu tip bir girişim açısından Almanya ve Fransa’nın desteği gerekiyor. Zira kriz bu iki devlet olmadan çözülemeyebilir. Ekonomik ve politik etkilerine bakılacak olursa, Almanya ve Fransa sırasıyla Avro Bölgesi’nin kuzey ve güneyinin lider ülkeleridir. Bu yüzden, ikisi de Avro Bölgesi’nin en güçlü ve en zayıf devletleri arasında yapılacak kaçınılmaz bir anlaşmayı şekillendirebilirler.
Fransa’nın görevi, en zayıf ülkelerin uzun süreli bir deflasyonun kurbanı olmalarının önüne geçmektir. Almanya da istikrarın garantisi olmalıdır. Ama iki ülke de ekonomik birlik için ilk adımları atmalıdır. Bu girişim iki ülkenin de gerçekten bu işte gönüllü olmasını gerektiriyor.
Sansölye Merkel, ekonomik birliğe üyeliğin ve yetki paylaşımının, Avro’yu kullanmanın kaçınılmaz bir bedeli olduğu gerçeğini Alman halkına açıklamak zorunda kalacaktır. Aynı şekilde Fransız lider Sarkozy de gerçek bir ekonomik birliğin ve istikrarın gerektirdiği bedel konusunda kendi vatandaşlarını aydınlatmak mecburiyetinde olacaktır. Her iki ülke için de politik risk hiç de küçük sayılmaz. Buna karşın avronun çökme ihtimali iki ülke için de kabul edilemez.
İlk olarak Avro Bölgesi’nde yeniden seçimi düşünen her politik lider, bu tarihi meydan okuma karşısında başarısızlığa mahkûm olacaktır. Ama bedeli koltukları kaybetmek bile olsa, Avrupa’nın önceliği bu krizin çözümü için çalışmak olmalıdır. Muhtemel bir taktiksel değişiklikle kıyaslandığında bu tarihi adımı atmak politikacıların gelecek seçimlerde tekrar seçilme şansını arttıracaktır.
Sonuç olarak Avrupa’da politikacı kıtlığı yoktur. Lakin asıl ihtiyaç, politikacılardan ziyade işini bilen samimi devlet adamlarıdır
EKOPOLİTİK
SON VİDEO HABER
Haber Ara