Röportaj: ZÜMRÜT SÖNMEZ
Fotoğraf: YASEMİN SARITEMUR
Fatih’te, mütevazı bir sokakta, küçük, sıcacık bir evdeyiz. Sevgi Hanım mutfağında ne varsa
çıkarıp donatıyor sofrayı. Enfes tarhana çorbasını tadarken odaların birinden Numan Bey
giriyor içeri, bizimle tanışıp selamlaştıktan sonra bir toplantıya yetişmek üzere çıkıyor evden.
Türkiye’nin saygın siyasetçilerinden birinin ev haline ve eşiyle olan ilişkisine dair bu küçük
ayrıntıya tanık olup büyüleniyoruz adeta.
Bazı insanları uzaktan izler hayran olursunuz. Duruşları farklıdır, zarafetleri sizi hemen etkisi
altına alır. Halkın Sesi Partisi Lideri Prof. Numan Kurtulmuş’un kıymetli eşi Sevgi Kurtulmuş
da o insanlardan biri. Röportaj vermeyi pek sevmeyen Sevgi Hanım haftanın sadece iki gününü
İstanbul’da geçiriyor. Yoğun programına rağmen bizi kırmadığı için kendisine bir kez daha
teşekkür ediyoruz.
İşte Sevgi Kurtulmuş’tan, üniversite, siyaset, 28 Şubat, başörtüsü sorunu ve sivil toplum
meselelerinden kadınlara, evliliğine ve eşi Numan Bey’e ilişkin çarpıcı açıklamalar…
Önce sizi sizden dinleyelim…
Burdur Gölhisar’da doğdum. Ailemin tek kız evladı, kardeşlerimin en küçüğü olarak
büyüdüm. İki ağabeyim 13 yıl arayla trafik kazasında vefat etti. Sonraki yıllarda babamı da
bir trafik kazasında kaybettim. Çok özel bir ilgiyle ve sevgiyle büyütüldüm. Zannediyorum
ömrüm boyunca bunun tesirini de, faydasını da fazlasıyla gördüm. Üniversiteden ayrılmak
zorunda kaldım, çok zor süreçler geçirdim ama kendime güvenimi hiç kaybetmedim. Bunu
rahmetli babamın beni bir dediğimi iki etmeyerek büyütmesine bağlıyorum. Hala bu kadar dik
olarak ayakta kalabilmemi rahmetli babama borçluyum.
“28 ŞUBAT’TA KAPININ ÖNÜNE KONULDUM!”
28 Şubat sürecinde İstanbul Üniversite’sinde öğretim üyesiyken görevden alındınız. O
günleri biraz anlatır mısınız?
Evet, profesörlüğüme az bir zaman kala görevden alındım. O zamana kadar hiçbir problem
yokken 28 Şubat’ın o karanlık döneminde Sayın Alemdaroğlu’nun göreve gelmesiyle birlikte
tüm hukuk kuralları altüst edilerek haksız bir şekilde çok kısa süre içinde kapının önüne
konuldum. 1 numaralı kararla Sayın Nur Serter rektör yardımcısı atandı, 2 numaralı kararla da
ben açığa alındım. Aynı gün peş peşe alınan iki kararla bunlar oldu.
Başörtülü tek öğretim üyesi siz miydiniz?
Başörtümle doçentlik yapıyordum. Bu konuma kadar gelebilmiş kimse yoktu.16 yıllık
akademisyendim üniversitede. O dönem hakikaten karanlık bir dönemdi. Biz açıkçası o
günlerde bunların yaşanacağını biliyorduk ama bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiyorduk.
Peki, bu son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son gelişmelerde açıkçası umutlanılacak fazla bir şey görmüyorum. Bu sorunu temelden
çözecek herhangi bir hukuki düzenleme henüz yapılmadı. Bugün bazı üniversitelere başörtülü
girilebiliyor ama yarın iktidar değişirse ne olacak? Köklü bir çözüm yok ortada. Buradaki
problem de zannediyorum başörtüsü meselesinin temel insan hakları ve özgürlükler meselesi
olarak ele alınmaması. Sayın Başbakan da ulemaya soralım falan dedi. Aslında bu konunun
sorulacak bir tarafı yok. Bu sadece inanç meselesi değil ki. Aynı zamanda temel bir insan
hakkı, kadın hakkı meselesi. Bugün gelinen nokta maalesef geçici bir rahatlama, köklü bir
çözüm değil. Hâlbuki bu ülkede artık bu tip şeylerin aşılmış olması lazım.
“AKADEMİSYENLİĞE DÖNMEK İSTERİM”
Bu rahatlamanın ardından bugünlerde “başörtülü akademisyen, neden olmasın?”
diye de tartışılmaya başlandı. Bir gün sorun tamamen aşılırsa akademisyenliğe tekrar
dönmeyi düşünür müsünüz?
Yarım kalan her şey tabii olarak insanı üzüyor. Akademisyenlikten ayrılmam benim için çok
zor olmuştu. Çünkü akademisyenliğin en zor kısmı doçentliğe kadar olan kısımdır, ondan
sonrası daha rahattır. Üstelik hayatınızı ona göre planlamışsınız, ona göre bir eğitimden
geçmişsiniz. Üniversiteye dönme imkanım olursa seve seve dönmeyi isterim çünkü benim asıl
mesleğim bu. Bundan yıllardır uzak kalmak içimde hala derin bir yaradır. Bu yüzden herkese
eğer imkanları varsa hiçbir işlerini yarım bırakmamalarını tavsiye ediyorum. Yarım kalan her
şey bir müddet sonra insanı ciddi biçimde yaralıyor.
Numan Bey’le aynı bölümde çalışmışsınız. Orada mı tanıştınız, nasıl oldu evliliğiniz?
Evet, aynı bölümdeydik. 1986’da üniversitede tanıştık. Numan Bey doktorasını yapıyordu
bizim bölümde. 1988’de de evlendik. Bizim evliliğimizde arkadaşlık vasfı çok öndedir.
Evlendikten hemen bir hafta sonra doktora tez çalışmalarımız için Amerika’ya gittik.
Doktora tezlerimizi orada yazdık. Kızımızın doğumu için buraya geldik, oğlumuz orada
doğdu. Evlendikten hemen sonra yurtdışına gitmenin bizim açımızdan artıları olduğunu
düşünüyorum. Çünkü tek başınıza var olmaya çalışıyorsunuz, birbirinize dayanıyorsunuz, bu
da arkadaşlığınızı daha da pekiştiriyor.
“HİÇBİR ZAMAN NORMAL BİR AİLE OLAMADIK”
Numan Bey evde nasıl bir eş, nasıl bir babadır?
Numan Bey bir kere hakikaten çok zarif bir insandır. Çok kibardır, dışarıdan göründüğünden
daha zariftir. Bir şey yaparsınız on kere teşekkür eder. Takdir etmesini bilir, onun kıymetini
bildiğini ifade eder. Bir yemek yaparsınız “elinize sağlık çok güzel olmuş der” güzel
olmasa bile. Çok düzgün bir insan, göründüğü gibi bir insandır. Yoğun çalışmasına rağmen
çocuklarına karşı da çok ilgilidir. Çocuklar ne durumda, ne yapıyorlar uzaktan da olsa takip
etmeye çalışır. Tabi ki çocukların büyüme aşamasında hep çok yoğun çalıştığı için pek
yanlarında olamadı. Bunun eksikliğini çocuklar da, kendisi de hissetti zannediyorum. Yani
biz hiçbir zaman normal bir aile olamadık. Hep birlikte vakit geçirdiğimiz çok az zaman oldu.
Bunu da iyi değerlendirmeye, kıymetini bilmeye, tadını çıkarmaya çalıştık. Dolayısıyla bu
eksiklik bizim ve çocukların açısından çok fazla yaralayıcı olmadı.
Sizin aynı zamanda sivil toplumcu yönünüz de var. AK-DER’in kurucu
başkanısınız. Çalışmalarınız hala devam ediyor mu? Sivil toplum meselesini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Numan Bey’in genel başkanlığından sonra benim için sivil toplum çalışmalarına katılmak
hayli zorlaştı. Ancak, sivil toplum faaliyetlerini her zaman çok önemsemişimdir. Çünkü sivil
toplumun, toplumu değiştirmek ve geliştirmekte çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunda
Gülsen Ataseven, Fevziye Nuroğlu ablalarımızı, rahmetli Münire Hanım teyzeyi (Münire
Yarar) tanımış olmamın tesiri çoktur zannediyorum. Üniversiteden ayrıldıktan sonra sürekli
birlikte bir şeyler yapmaya gayret ettik. Yapmaya çalıştığımız şey de şuydu; aynı hedefe
yönelik çalışan farklı grupları biraraya getirerek ortak çalışmalarına katkıda bulunmak.
Madem biriz, amacımız bir, insanlığa hizmet etmek istiyoruz… Neden bölük pörçük olalım?
Güçlerimizi birleştirelim… Çünkü bütün bu küçük grupları birleştirdiğiniz zaman ortaya çok
büyük bir ivme çıkıyor.
Bu bölük pörçük grupları birleştirecek olan sivil toplum çatısı, öyle mi?
Kesinlikle öyle. Bizim yaptığımız bu çalışmalardan sonra ben insanların aslında çok kolay
bir araya gelip, bir şeyler yapabildiğini gördüm. Daha sonra arkadaşlarımız da bir araya gelip
ciddi şeyler yapmayı başardılar, bu çok önemli. Çorbada azıcık bir tuzumuz bulunduysa
bundan mutluluk duyarım.
“EN BÜYÜK ŞOKUMU İFTAR BASKININDA YAŞADIM”
Yavaş yavaş sizin de son zamanlarda mesainizi işgal eden siyaset meselelerine gelelim.
Saadet Partisi’nde Numan Beyle başlayan dönem gayet iyi gidiyor görünürken birden
bire olaylar patlak verdi ve ayrılıkla sonuçlanan bir süreç yaşandı. Bir kadın olarak siz
bu dönemde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
O dönemle ilgili hafızamdaki en canlı şey iftar baskını hadisesidir. O salonda bende vardım
ve hayatımdaki en ciddi endişelerden birisini orada yaşadım. Ben şekil yüzünden mağdur
olmuş bir insanım. Orada bakıyorsunuz şekil olarak dindar görünüşlü insanlar ama gözünü
kırpmadan iftar masalarını dağıtacak kadar yoldan çıkabiliyorlar ve acımasızlaşıyorlar. 16 saat
aç kalınmış bir yaz iftarında insanlara bir tas çorbayı bile çok görüyorlar. Ne acı, sanki bir
Kerbela sahnesi gibi. Ben en büyük şokumu zannediyorum orada yaşadım. İslam’ın özünün
niye güzel ahlak olması gerektiğini, neden Müslümanlara Kuran-ı Kerim’de “Akletmez
misiniz?” diye sık sık sorulduğunu orada anladım.
Hemen ardından da yeni parti sürecine girildi. Siz hem evin içindeki kadın olarak hem
de gelişmelere yakından tanıklık eden birisi olarak neler söyleyeceksiniz bu yeni oluşum
hakkında?
İftar baskını son noktaydı ve zorunluluklar neticesinde yeni bir oluşum sürecine girildi. Ben
kaderle olan ilişkimizi şuna benzetiyorum: Mesela çocuğumuz hastalandığında, verdiğimiz
ilacı içmediği zaman ağzını açmazsa burnunu sıkar zorla o ilacı ağzına akıtırız. Bazen böyle
aks değiştirmelerde kader bizi bir tarafa zorluyor. Bizim de bu tarafa yönelmemiz tamamen
öyle olmuştur. Gayet iyi giden bir süreçte yüzde 2’lerden yüzde 6’lara kadar yükselmiş bir
partide, o güne kadar görünürde hiçbir sıkıntı yokken birden bire dışarıda buluyorsunuz
kendinizi. Bir takım insanlar, bir takım olaylar, haksızlıklar, ayak oyunları ve zorbalıklar
kader akışını yönlendiren vesileler oluyor. Sonuçta, olanda hayır vardır diyorsunuz.
Yeni oluşuma gelince; Türkiye’nin tüm renkleri bu hareketin içinde kendisini temsil etme
imkanı buldu. Her kesimden insanlar kendi öz benlikleriyle yer aldılar, ortak bir kavlin,
akdin etrafında birleşerek! Medeniyetimizin ortak değerleri etrafında buluşuldu. Ben buradan
çok büyük bir sinerji bekliyorum. Hakikaten bu terkip başarılabilirse -ki ben başarıldığını
düşünüyorum- Türkiye için büyük bir umut olacaktır diye inanıyorum.
“NUMAN BEY’İN STATÜSÜNDEN YARARLANMAM”
Türkiye 3 tip siyasetçi eşi profiline şahit oldu bugüne kadar. Bunlardan ilki Rahşan
Ecevit gibi siyasetin tam ortasında bir aktör olarak var olan siyasetçi eşi modeli, bir
diğeri Nazmiye Demirel, Semra Özal gibi siyasete pek karışmayan sadece eş olan
kadınlar, son olarak Sayın Emine Erdoğan ve Hayrunnisa Gül’ün şahsında şahit
olduğumuz siyasetle ilgilenen ama eşlerinin profillerinin de önüne geçmeyen, sanki
siyasetçi eşleri için ayrılmış çerçevesi belli siyasi manevra alanını kullanan eş profili. Siz
bunlardan hangisi olacaksınız?
Zannediyorum hiçbirisi olmayacağım. Biz yıllarca akademik ve sosyal hayatın içinde olduk.
Ben çalışma hayatından gelen bir insanım. Numan Bey’le aynı bölümde akademisyendik
ama her zaman onun işi onun, benim işim de benim olmuştur. İkimizin işi farklıdır. Şimdi
ben Numan Bey’in konumundan dolayı kendime bir konum çıkarmaya asla çalışmam. Çünkü
bu nihayetinde onun görevidir. Benim yapabileceğim tek şey, o gerçekten çok zor şartlarda
siyaset yaptığı için ona olabildiğince destek olmaktır.
Parti içinde aktif bir göreviniz var mı?
Hayır yok. Hiçbir zaman da almam. Numan Bey’in yükü çok ağır. Benim yapacağım tek şey
bu yükü olabildiğince hafifletmeye çalışmak olur. Numan Bey’in statüsünden kendime bir
statü çıkarıp ön plana çıkmak gibi bir çaba içerisinde olacağımı zannetmiyorum.
Peki, siyasetçi olmak ister misiniz? Numan Kurtulmuş’un eşi olmadığınızı düşünelim.
Ben son söyleyeceğini ilk söyleyen insanlardanım. Sanırım siyaset tarz olarak bana uygun
değil.
BAŞÖRTÜSÜ MESELESİNE “ROSA PARKS” ÖRNEĞİ
Bundan 10 yıl önce belki bunu konuşamayacaktık ama bugün siyasetçi eşlerinin
başörtülü olması çok fazla yadırganmıyor. Ama tabi onlar üzerinden bir tesettür modası
gelişiyor, dışarıya dönük olarak da kabul edilebilir başörtülü prototipi çizilmiş oluyor.
Son yıllarda siyaset ve sosyal hayatın öne çıkan isimleri üzerinden yeni bir tesettür algısı
oluştu ve bu tabandan çok çabuk kabul gördü. Buna ne diyorsunuz?
Bu aslında zor bir soru. Çünkü söylediğiniz her şey birilerini yaralar diye korkuyorsunuz. Su,
tabii olarak aksa bir şekilde yolunu bulur ama maalesef bizde böyle olmadı. Başörtülülerin
kendilerini başkalarına ispat etme kaygısıyla hareket etmeleri zannediyorum bir takım
farklılaşmaları ortaya çıkardı. Bu hem tepede böyle, hem tabanda böyle maalesef. Bazı
süreçler yaşanmasaydı hiç kimse karşı tarafa kendini ispat etme derdine düşmeyecekti.
Yani 28 Şubat’ın bir sonucu mu bu, bir tür etki-tepki meselesi mi?
Sadece 28 Şubat değil, yıllarca başörtülüler adam yerine konmadı. Devlet dairelerinde
başörtülü görünce okuma yazma biliyor musun diye soruldu insanlara. Bu horlanan,
aşağılanan insanların çocukları şimdi okudular, toplumsal statü talepleri ile ortaya çıktılar.
Keşke bu toplumsal değişim yasaklarla karşılaşmadan doğal mecrasında aksaydı. Hiç kimse
de kendisini birilerine ispat etme gayreti içine girmeseydi. Yani tabi olarak seyretmedi
olaylar. Rosa Parks hadisesini hatırlayın… Amerika’da zenciler yıllarca adam yerine
konmadı, otobüslere bindirilmedi, parklara, bahçelere, lokantalara alınmadı. Fakat şu anda
siyahi bir başkanları var. Ben de Türkiye’de başörtüsü meselesinin sadece bir takım şeyleri
ertelediğini düşünüyorum. Bu ülkede bir gün tabi ki başörtülü siyasetçiler de olacak, başörtülü
akademisyenler de olacak, başörtülü bakanlar da olacak. Ben buna canı gönülden inanıyorum.
Bu yüzden başörtülü ya da başı açık tüm kadınların kendilerini çok iyi yetiştirmeleri
gerektiğini düşünüyorum. Toplumu değiştireceksek bu kadınların, annelerin eliyle olacak.
“HAS PARTİ’DE KADIN KONTENJANI YOK!”
Türkiye’de kadın ve siyaset ilişkisini, kadın siyasetçilerin handikaplarını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Siyasetçi olmak zor, kadın siyasetçi olmak çok daha zor. Bu zaten parlamentonun
kompozisyonundan da belli. Acaba erkekler, yetkin, aklı başında kadınlarla çalışmaktan pek
hoşlanmıyorlar mı diye düşünüyorum zaman zaman. Kadınların siyasette ve toplum hayatında
daha fazla yer almasını isterim. İnşallah kısa vadede bu gerçekleşir diye umuyorum. Sadece
sayısal olarak değil kalite olarak da. Bunun için kadınların çok güçlü olması, kendilerini iyi
yetiştirmesi lazım. Güçlü kadınların kendilerine her yerde yer bulabileceklerine inanıyorum.
Yeri gelmişken sormadan edemeyeceğim. Siz bunları savunan biri olarak belki kendiniz
de bu özeleştiriyi yapmışsınızdır. Ben HAS Parti listelerindeki kadın oranını az buldum.
Sizce de öyle mi, öyleyse neden böyle oldu?
Aslında kadınlar fazla olsun diye özel olarak gayret sarf ettik. Hem siyasal çalışmalara
katılmaya niyetli, hem de şartları müsait olan kadınları bulmak çok kolay değil Türkiye’de.
Çünkü siyasete niyetli olanlar zaten bir takım partilere girmiş. Siz aktif siyasette olmayan ama
gayretli, niyetli ve nitelikli kadınlara ulaşmaya çalışıyorsunuz, bu çok kolay bir iş değil. Tabiî
ki toplumun yarıdan fazlası kadın, dolayısıyla çok önemli bir kadın temsil gücünün de olması
gerektiğine inanıyorum hem Has Parti’de hem parlamentoda. İnşallah bir gün bu da olur. Ben
bunun için gayret sarf etmeye devam edeceğim.
Bir kadın kontenjanı yok yani…
Pozitif ayrımcılık adına kontenjan deniyor herhalde ama bizde kontenjan falan yok. Düşünen,
bu ülkeyi değiştirmeye çalışan tüm kadınları hiçbir kısıt ve kontenjan olmaksızın yol
arkadaşlığı yapmaya davet ediyoruz.
GASTE24