Çin Amerika Birleşik Devletlerinden önce, Suudi petrol’ün ilk alıcısına dönüştü; Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya arasında ekonomik ve politik bir eşgüdüm oluştu. Bunların ele alındığını kim duydu?
Kesinlikle, ABD ve Avrupa Birliği hala egemen aktör durumundadır ama yayınlanmayan, zorla açıklanan amaçlarla karşı karşıya kalmışlardır. Yeni güzergahlar açılıyor, yeni işbirlikleri yapılıyor, ne sosyalist düşünce ne de üçüncü dünya ülkelerinin savunucuları tarafından dikte edilmeyen ancak soğuk savaş dönemi okumalarına son vererek anlaşılması gereken yeni ittifaklar kuruluyor.
Aşağıda yayınladığımız İsrail ve Hindistan arasındaki bilinmedik rapor analizleri çok yaygın olarak tanınmayan bu ortaklıkları gün yüzüne çıkaran makaleler serisine öncülük etmektedir.
Perde Arkasındaki İsrail ve Hindistan Ortaklığı
1947 ve 1948 yılları arasındaki bir yıllık zaman diliminde İngiliz imparatorluğunun molozlarından şiddetli bölünme süreci sonrası Hindistan ve İsrail doğmuştur. Bu iki ülke kendilerini mükerrer askeri çatışmalar tarafından belirlenen kaçınılmaz çatışmaların içinde sıkışmış buldular. Bu benzerliklere rağmen bu iki ülke arasında münferit özellikler oluşmadı. Ya da tam tersi.
1920'li yıllardan itibaren Hindistan milliyetçi hareketi şefleri Filistinli Araplarla beraber siyonist bir istem olan Yahudi devleti kurulmasına karşı koyarak İngiliz emperyalizmine karşı ortak bir dava yürüttüler. Hindistan, 29 Kasım 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Filistin’i bölme planında karşı oy vermiştir ve İsrail devletini ancak 1950 yılında tanımıştır. Ülke, 1980'li yıllara kadar egemen bir ülke olarak Filistinlilerin hakkını savunmak için Arap ülkeleriyle beraber blok oluşturmaya devam etti.Tıpkı BM çerçevesinde varolan Bağlantısızlar Hareketi gibi.
Washington ile stratejik bir üçgen oluşturmak
Bu tavır şüpheden yoksun değildi. Hindistan, Pakistan'ın Keşmir bölgesi üzerindeki hak iddia etmesinin Müslüman dünyasında yaratacağı olası bir hizadan endişe etmekteydi. Bilhassa enerji güvenliği olmak üzere diğer şartlar da rol oynamıştır: Yeni Delhi, petrol depoları için Yakın Doğu ülkelerine büyük ölçüde bağımlıydı. Dahası 1980'lerin sonunda ve 1990'ların başında, ödeme bilançosundaki önemli istikrarsızlığı yumuşatmak için körfez ülkelerinde çalışan pek çok vatandaşı tarafından gönderilen paraya güvenmiştir (1).
Bununla birlikte zaman geçtikçe Hindistan ve İsrail arasındaki uyuşmazlık azaldı. 1960'lı yıllardan itibaren bu iki ülke askeri ve istihbarat alanlarında gizli anlaşmalar yaptı. İsrail böylece Hindistan ordusunun 1962 yılında Çin ile ve1965 ve 1971 yılları arasında Pakistan ile olan mücadelelerinde destek olmuştur. Savunma bakanı Moshe Dayan, 1978 yılında olası iş birliğini görüşmek üzere Hindistan’a gizli bir ziyarette bulundu. Sonuç olarak, 1992 yılında Yeni Delhi, Tel-Aviv ile resmi diplomatik bağlantılar kurdu. Bu karar, hem soğuk savaş sonunda hem de Yakın Doğu hakkındaki 1991 yılının ekim ayında yapılan Madrid konferansı tarafından belirlenen, barış düşüncesi umutlarını bırakmış olan uluslararası bir bağlam yoluyla kolaylaştırıldı. Ama bu şimdiye kadar uygulanan politikaların zayıf sonuçların sebep olduğu hayal kırıklığından ileri gelmektedir. Hindistan’ın Pakistan'ın Arap ülkelerindeki nüfuzunu etkisiz hale getirememiş, bununla birlikte Keşmir hakkındaki durumunu eleştiren İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)’nün kararını bu zamandan sonra fark etti. Eğer İsrail ile diplomatik ilişkiler kuran merkezi solcu Kongre Partisiyse, 1998 ve 2004 yılları arasında bir kereliğine iktidar olan radikal hindu Hint Halk Partisi (Bharatiya Janata Partisi, BJP) onun yükselişinde etkili olmuş ve ona asıl anlamını vermiştir. Müslüman dünyasına göre itimatsız ve saldırgan olan BJP'nin Tel Aviv'e karşı olan sevgisini açıkça ifşa etmek gibi bir halet-i ruhiye içinde olmadığı gözlemleniyor. Kongre Partisinin aksine, iç politika manasında BJP'nin Hintli müslüman azınlık yönünden sıkıntılı hissetmediği doğrudur. 11 Eylül sonrasındaki genel durum bu yeni bağı yine güçlendirdi çünkü BJP koalisyon hükümeti İslami terörizm tehlikesine karşı bir demokratik liberal cephe fikrini geliştirmekten memnundu. Eğer sembolik betimlemeler varsa, o da ABD'deki 11 Eylül saldırılarını anmak için Eylül 2003'de başbakan Ariel Sharon’u ağırlamasıydı.
Bu politik görüş İsrail Hindistan ve ABD arasındaki bir stratejik üçgen arzusunu (2) göstermektedir. Fikir ilk kez 8 mayıs 2003'de, o sırada Hindistan ulusal güvenlik danışmanı olan Brajesh Mishra tarafından Amerikan Yahudi Komitesi’nin (AJC) her yıl düzenlenen gala yemeğinde dile getirilmiştir : “Bizim burada asıl konumuz, hep beraber terör şiddetini hatırlamamız ve bu felaketle mücadelede kayıtsız şartsız garanti veren toplumların ittifakını kutlamamızdır. ABD, Hindistan ve İsrail, terörün başlıca hedefleridir. Modern çağın terörizmi olarak vücuda gelmiş bu canavara karşı hep birlikte savaşmak durumundadırlar.(3)
Daha sonra Washington'daki pro-hindu ve pro-israilli gruplar arasında kararlı yaklaşımlar gerçekleştirildiği halde bu üç hükümetin temsilcileri arasında özellikle de savunma ve anti-terörizm konularında tartışmalar yapıldı. 2004 yılında, Kongre Partisinin bir koalisyon hükümetinin başına gelmesi bu ideolojik boyutu yumuşatmıştır. Ama özünde, İsrail ve Hindistan ilişkileri bu durumdan hiç etkilenmemiştir. Çünkü esas olarak güvenlik ve savunma konularını etkilemiştir. Gerçekten de ilişkiler çeşitlenmiş ve ortaklıklar tarım, turizm, bilim ve teknoloji sektörlerinde de kendini göstermiştir. 2008 yılında iki ülke arasında ki toplam ithalat ve ihracat hacmi yaklaşık %50sine tekabül eden elmas sanayisine bağımlılık yaygın olarak dursa da 1992 yılındaki 200 milyon dolar olan karşılıklı ticaret 2008'de 4 milyar dolara yükselmiştir. Ama savunma hala işbirliğinin kalbinde yer almaktadır. İsrail silah sanayisinin hayatta kalması ihracatlarına bağlıdır. 1990’lı yılların sonuna kadar, bu Çin’e yönelik gerçekleşmekteydi. Amerika Birleşik Devletleri tarafından hassas teknolojinin Pekin'e transfer edilmesine ilişkin yapılan veto Tel-Aviv’i başka pazarlara, yani Hindistan’a yönelmeye zorlamıştır. Bu yeniden yönelim verimli olmuştur çünkü ekonomik gelişmenin nihayet Yeni Delhi de savunma malzemesi ihtiyaçlarını (ehemmiyetli olanları) finanse etmesine müsaade ettiği bir anda ortaya çıkmıştır. Rus parça üretim merkezleri sadece eski Sovyet ortaklarının (1991 yılından sonra, Rus silah sanayisindeki birçok üretim kanalı tamamıyla bozuldu ya da nihayetinde sekte vuruldu) açtığı boşluğu karşılarken, Hindistan kendi payına yeni tedarikçiler arıyordu.
Sonunda, Amerika Birleşik devletleri de teknoloji transferini kolaylaştıran Hindistan’a yaklaştı. İsrail radarları Phalcon – Hindistan Hava kuvvetleri için İsrail Havacılık ve Uzay Sanayisinin geliştirdiği tespit sistemleri (5)- buna iyi bir örnek teşkil etmektedir. 2000 yılında Çin’e satışının yasaklanmasından sonra Washington, Hindistan için buna izin verdi. New Delhi bu deneyimle aşikâr bir sonuç elde etti: Tel-Aviv ile olan uzlaşması ona Amerika Birleşik Devletleri'nin ihracatını esirgediği üstün teknolojiye erişimini sağlamıştır. Böylece Tel Aviv on yıl içinde, Hindistan’daki ilk silah tedarikçileri arasında ilerleme kaydederek ilk ihracat pazarını oluşturdu. Son on yılda geçen anlaşmaların hacmi yaklaşık 10 milyar dolar olarak hesaplanmıştır (6). Bu yayılma ve tepki İsrail’in büyük kozları oldu. Yayılma çünkü ülke ekipmanlarının çoğu Sovyet-Rus kökenli olan Hindistan ordusunun özelliklerine birden uyum sağladı ve bu içinde savaş arabaları, uçak gemileri, helikopterler ve savaş uçakları bulunan Rus teçhizatının modernizasyonu için birçok verimli kontrat imzalanarak bunların hepsi İsrail elektronik aletleriyle donatıldı. Tepki; 1999’da Keşmir'de Hindistan ordusunun Pakistan ile çatışması sırasında gerçekleştirdiği ivedi cephane tedariki 'Kargil krizi' adıyla anılıyor.(7)
Sanayi işbirliği iki ileri teknoloji üzerine yoğunlaşmaktadır: bir yandan gözetleme radarları ve insansız hava araçlarına, diğer yandan füze sistemlerine. Gözetleme radarları ve insansız hava araçlarıyla ilgili olarak 2004 yılında üç Phalcon satışı için 1,1 milyar dolarlık bir anlaşma imzalandı. Barak füzeleriyle ilgili işbirliği 2001'de imzalanan 270 milyon dolarlık bir anti-gemi savunması sisteminin satışıyla başladı. 2006 yılının ocak ayında 2 ülke yeni nesil bir füzeyi beraber geliştirmeye karar verdikleri zaman yeni bir sayfa açıldı. Teknoloji transferinin başlamasıyla İsrail Rusya ile rekabet eder konuma geldi, güdümlü nükleer füzeleri ortak geliştirmede Hindistan ile eşit güvence verdi. Nihayetinde, 2007 yılında iki hükümet Barak’a dayanan bir uçaksavar sistemin kalkınması için 2,5 milyar değerinde bir anlaşma taslağını duyurdu, ama bu sefer hava ve kara kuvvetleri için hazırlandı.
Hassas işbirliğinin bir diğer alanı: uydu görüntüleri
2008 yılının ocak ayında, İsrail’in hesabına İran stratejik tesisleriyle ilgili bilgi vermek için son nesil bir casus uyduyu uzaya fırlattı. Kasım 2008’de 170 kişinin ölümüne yol açan ve böylece toprakların gözetiminde ciddi eksikliklere yol açan Bombay (Mumbai) saldırılarından sonra ivedi olan bir diğerini de Nisan 2009’ da kendi çıkarları için uzaya gönderdi. “Bombay- sonrası” bağlamın da, batı kıyısı boyunca alarm sistemini güçlendirmek için 600 milyon dolar değerindeki İsrail radarlarını satın aldı. Şüphesiz ki, Hindistan’a toprak güvenliği planını iyi yönde geliştirmedeki çabasında eşlik etmek ve daha genel olarak anti terörizm alanında zaten sınırlı olan işbirliğini derinleştirmek için İsrail ayrıcalıklı bir konumdadır.
İsrailliler, Pakistan ile kontrol hattı boyunca uzanan bir bariyer yapılmasına yardım ettiler. İslamcı militanların akınlarını önlemek için çeşitli gözetleme sistemleri tedarik ettiler. Ve daha çok Keşmir'deki askeri harekatlarda çok ender rastlanan dış müdahiller arasındadır. Günümüzde Yeni Delhi de “uluslararası toplum” gibi bağımsız ve canlı bir Filistin Devletinin kurulmasını desteklemektedir. Ama İsrail ve komşuları arasında nüksetmiş krizler boyunca, diplomasisi kendi çıkarının en iyisi için yön değiştirmeyi öğrenmiştir. Hindistan'ın yaklaşımı, Yakın Doğu'daki durumun utanç kaynağı iki yanlı ilişkinin birbirinden ayrı tutulmasına dayanmaktadır. Diğer bir deyişle, Arap dünyasına sırtını dönmekten kaçınarak öncelikle İsrail'le olan işbirliğini korumasına dayanır. Nüanslı resmi açıklamalardan dolayı, İsrail topraklarına karşı yapılan saldırıların körlüğü ve “misillemelerin” vahşiliği birbiri ardına iyi bir tespit yapar gibi kınanıyor.
Hindistan diplomasisi, büyük diplomatik ayrımda ayrıca bir tat kazanmıştır, tamimiyle kendini İsrail’e yakınlaştırdığı için ülke 2000'li yılların başında İran ile bağlarını güçlendirmiştir. Dolayısıyla Eylül 2003'de Ariel Sharon’u kabul etmeden önce aynı yılın Ocak ayında başkan Mohammad Hatemi’yi karşılamıştır. Biraz paradoksal bir yöntemle, İsrail ile uzlaşma Hindistan’a Orta Doğu politikasında yeni bir dayanak noktası verdi. Desteği geçmişte hiç bu denli olmayan bölge hükümetleri çıkarları için en iyi durumu hazırlamayı öğrendiler.
Lübnan Savaşı Sırasında iktidarın tereddüdü-valsı
Eğer İsrail ile ilişkiler ülke içinden ziyade ülke dışındaki sebepler yüzünden hassas bir çaba olarak devam ederse, nüfusun %14’üne tekabül eden Müslüman azınlığın hassasiyetlerinin idare edilmesi bakımından daha yararlıdır. Aynı zamanda anti-emperyalist geleneğin mirasçıları olan İsrail yanlısı tüm açılımlara karşı seferber olan politik sol kesim de dikkate alınmalıdır.
Hintli karar mercileri Yahudi devletiyle olan işbirliklerinin devam etmesi için ihtiyatlı olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu çizgiyi kriz zamanlarında sürdürmek çok zordur. Komünist parti ve Müslüman seçmenlerin baskısı altında önce İsrail hareketinin tereddütlü suçlamalarını en başta kınayan bir tutum sergileyen Yeni Delhi'nin sıkıntısını 2006 yılındaki Lübnan savaşı resmetti.
Öfkeli Meclis son noktayı saldırıyı kınayan bir fikir birliği benimseyerek koydu. Hindistan'ın Yakın Doğu üzerindeki muharabesi öğretici niteliktedir. Diplomatik açıdan bakılırsa Arap yanlısı geleneksel duruşun savunucuları ve İsrail'le ortaklığı destekleyenler arasında öngörülen bir kutuplaşma ile sonuçlanıyor. Ama daha gelişmiş bir yöntem de, Hindistan’ı dünyadaki üçüncü büyük Müslüman hükümeti durumuna sokan altı yüz milyon bireylik bir azınlığı yönetme gerekliliği ile İsrail’in hızlı yöntemleri için tarafsız bir cazibe arasındaki gerginlik bir iç gerilimi açığa çıkarıyor. Delhi'de bulunan bazı kesimlerin uyguladığı metot bununla birlikte Pakistan merkezli terörist harekete karşı tecrübe edilmeye istekli olacak.
ISABELLE SAINT-MÉZARD.
(1). Haziran 1991 de, bilhassa körfez ülkelerine göçmüş çalışanların para transferlerinin durmasına bağlı Hindistan ödemeleri bilançosundaki kriz, liderleri, uluslar arası para fonu (IMF) anlaşmasıyla, ekonomide büyük bir yapısal uyum programını başlatmaya götürmüştür.
(2) Louise Tillin “ ABD- İsrail- Hindistan: stratejik eksen ?” , BBC News, Londra, 9 Eylül 2003.
(3)AJC : www.ajc.org üzerine mevcut söylemler.
(4) Cf. Bölüm « İki yönlü Ticari İlişkiler /Bilateral Trade Relations » Tel Aviv deki Hindistan elçiliği sitesi : www.indembassy.co.il
(5) Yenilenmiş Ilyushin uçaklarına adapte olması için ilk radar 2009 ilk baharında Rusya tarafından transfer edildi. Yeni Delhi yakın bir tarihte şaşırtıcı bir miktara üç yeni Awacs füzesi sipariş edebilir.
(6) Siddharth Srivastava, « Israel rushes to India’s defense », Asia
Time Online, 2 avril 2009.
(7) Ignacio Ramonet, « Pakistan tehditi(La menace Pakistan )», Le Monde
diplomatique, kasım 1999. * Güney Asya stratejik sorunları uzmanı, Paris politika etütleri ve ulusak enstitü ve doğu dilleri ve medeniyetleri (Inalco) Ulusal Enstitüsü eğitmeni,
Çağdaş Hindistan Sözlüğü (Dictionnaire de l’Inde contemporaine)ortak yazarı. ( Frédéric Landy, ArmandColin, Paris, 2010)
Çeviren: Kübra Kalkandelen
(Le Monde Diplomatique, Kasım 2010, Alliance İnsolites : Inde et Israël, des partenaires très discrets)
Kaynak: ekopolitik