Arzu Tavukçuoğlu (36), 2009'un Ağustos ayında, Kudüs'e, bir Filistin yerleşimi olan Anata kasabasına gitti. İsrail tarafından evleri yıkılan iki aileye yuva yapmak için Avrupa ve ABD'den gelen 60 gönüllü arasında tek Müslüman ve Türk o idi.
Filistin söz konusu olunca mangalda kül bırakmayız. Ama kaçımız Arzu Tavukçuoğlu gibi İsrail'in sudan bahanelerle evlerini yıktığı Filistinli ailelere ev yapmak için bir Filistin yerleşimine gideriz? Günde beş saat bir inşaatta çalışır, çimento karar, duvar boyar, taş taşırız? Her yanı böcek sarmış mutfağı olan bir evde yaşarız? Nasıl katlanırız? Para kazanmadan bu işleri yaparız? Çiftehavuzlar'da yaşayan, gelir seviyesi yüksek bir ailenin kızı olan 36 yaşındaki Arzu Tavukçuoğlu'nun Filistin'e gidiş hikayesi, 'macera peşinde' şeklinde değerlendirebilecek kadar basit değil.
Arzu Tavukçuoğlu, iki yıl önce İzmir'de düzenlenen bir seminerde tanıştığı Filistinli Hanadi sayesinde, uluslararası bir yardım projesinden haberdar olur. Süreç zor, projeye katılım ücreti 1000 dolar ve İsrail'den vize almak gerekir. Hanadi, ne yapıp edip onu projeye dahil ettirir. Vize de alınınca istikamet Filistin. Tavukçuoğlu, Ev Yıkılmalarına Karşı İsrail Komitesi (İCAHD) derneğinin, 7 yıldan beri her yaz düzenlediği kampa katılır. 41 İspanyol, 5 Portekiz, 8 Amerikalı, 4 İngiliz, 1 Finlandiyali, 1 Yunan ve bir Türk 14 gün boyunca iki ev yaparlar. Tek bir el arabası yoktur, kürek bulmak zordur. Kovaların içinde elle kum karılır. Başlarında, sırf bu iş için Arapça öğrenen ve her yaz bu projede ustabaşılık yapan, ABD'li bir genç ve 2 Filistinli genç usta vardır.
Yapı paydos edildikten sonra çevre gezilerine çıkılır. Kudüs ve çevresi, Nablus, Hebron (El Halil), Negev, Bethlehem... Turistik geziler değil bunlar. 'Batı Şeria'da neler olup bitiyor?' turları. Bu gezilerden birinde, Susya adındaki bedevi köyünde su biriktirmek için saatlerce hendek kazılır, tarla yeri açmak için binlerce taş temizliği yapılır, bir mağaranın içini kazıp küçükbaş hayvanlara kış için ağıl yapılır. Tepelerinde bekleyen bir jip dolusu İsrailli asker ve tüfekli yerleşimcilerin öfkeli bakışları altında, üstelik... Tavukçuoğlu, "Filistin'e yardım için kurulan çoğu Yahudi ve Filistinli derneklerden bazıları kampımıza gelip bilgi veriyordu. İş, eğitim, çevre gezileri, sürekli dinliyor, öğreniyor, okuyor ve Filistin'de olan biteni gözlerimizle görüyorduk." diyor.
Shuafat mülteci kampı günleri
Proje bitmiş, herkes ülkesine geri dönmüştür. İngiliz kız Martine ve Arzu hariç. Birkaç gün Kudüs merkezde, ucuz bir otelde, başka derneklerde çalışan gönüllülerle ve gezginlerle kalırlar. İlk projenin bitiminden on gün sonra ikinci bir gönüllü iş ve kalacak bir yer bulur Arzu. Kudüs'teki Shuafat mülteci kampında engelliler merkezinde çalışıp kendisine tahsis edilen 30 metrekarelik bir evde kalır. O mahallede, kendi topraklarında, Birleşmiş Milletler'in yardımıyla sığınmacı statüsüyle yaşayan Filistinli komşularıyla 1.5 ay geçirir.
Engelliler merkezine sürekli destek veren İtalyan bir dernek vardır. Karşılarında ilk kez Türk bir gönüllü görmek onları çok mutlu eder ve ona gözleri gibi bakarlar. Arzu, merkezin içini boyar; soluk renkli duvarları leylak ve pembe renkleriyle canlandırır ve sonunda 150 dolarla ödüllendirilir merkez tarafından. Hatta merkezin muhasebecisinden bir evi boyama işi teklifi alır.
Onu en heyecanlandıran iş ise İtalya'dan bağışlanan yüzlerce ilacın tarihini tek tek kontrol edip hazırladığı üç koliyi Gazze'ye gizlice ulaştırmak için Ramallah'a götürüp bir yetkiliye teslim etmesi olur. Tavukçuoğlu, "Asıl amacım çocuklara, engellilere İngilizce ders vermekti. Hatta, mahalledeki kızlar ve erkekler okullarının müdürleriyle konuşmuş ve öğrenci listeleri bile belli olmuşken, vizem az kaldığı ve yeniden vize alamadığım için hayalimi gerçekleştiremedim." diyor.
3 dostu vardır Kudüs'te: Engelliler merkezinin müdürü Muhammed, genç bir Filistinli kadın Sena ve İngiliz gönüllü Martine. Birçok komşusu vardır ama Sena?'nın ona gösterdiği sevgi, Muhammed'in abiliği ve Martine'in yoldaşlığı her şeyden ötedir. Bu arada Arapça'yı da başlangıç düzeyinde öğrenir.
80 günün sonunda vizesi bittiği için ayrılır Kudüs'ten. Tüm dostlarına Ürdün'de yaşayan Filistinli bir arkadaşını ziyaret edeceğini, sonra yeniden vize alıp geri döneceğini söyler. Eşyalarının da tümünü Kudüs'te bırakır ve küçük bir sırt çantasıyla hayatının en maceralı yolculuğuna çıkar. Bir daha geri dönemeyeceğinden henüz haberi yoktur. Ürdün'deyken iki kez, birincisi güney kara sınırından, ikincisi Amman'daki İsrail Konsolosluğu'ndan olmak üzere iki kere vize ister ama reddedilir. Ürdün'de 40 günde 40 sıkıntı çeker. Tek ve en büyük şansı yanında kaldığı Filistinli ailedir. Anne Rana ve baba Muhammed, "Sen bizim yedinci kızımızsın." der ve bitmez bir sevgi gösterirler ona. Vize alamayınca B planına geçer: Suriye'de Şam'da Yarmouk Mülteci Kampı.
Ürdün'den Suriye'ye geçmesi çok olaylı olur, başına gelmeyen kalmaz. Ürdün'den asla çıkamayacağını ve orada öleceğini bile düşünür. Zor bela Suriye'ye geçer. Yarmouk mülteci kampını iki kez ziyaret edip gönüllü iş araştırırken İstanbul'dan gelen 'eve geri dön' çağrılarına kulak vererek, üstelik gönüllü iş değil ama iyi maaşlı güzel bir iş teklifi almışken planını değiştirir. 16 gün Suriye'de kalır. Oradan 2 gün Van'da Kürt bir ailenin yanında misafir olduktan sonra İran'a gider. 30 gün Tahran'daki bir Ermeni mahallesinde Türk arkadaşında kalır. 5 gün Ermenistan'daki arkadaşının ailesiyle derken Gürcistan'dan Türkiye'ye girer. Tüm yolculukları kara yoluyla ve kısıtlı bütçeyledir. Bu arada yol boyunca bazen günlerce sadece sandviç, ucuz ve hijyen olmayan yemeklerle beslenir. "Çorba içtiğimdeki mutluluk hâlâ aklımda." diyor. Hastalanmadan, hırsızlığa uğramadan, kazasız belasız yolculuğunu tamamlar.
Mutfağı böcekli evimi, arkadaşlarımı, Filistin'deki hayatımı çok özlüyorum
* 2 hafta sonunda tam donanımlıyız artık. Hayatım boyunca aldığım en şerefli unvana sahip oldum: Çimento kraliçesi. Sürekli çimento karıyordum, en sevdiğim iş buydu. Bizimle kalan Fransız belgesel film ekibi benimle röportaj yaparken, "Nasıl oluyor da hiç durmadan bu ağır işi yapabiliyor, hendek kazdığınızda saatlerce kazma sallayabiliyorsun?" diye sorduğunda "Türk gücü diyememiştim." tabi ki. "Gönüllük bu." Normalde keyfime düşkünüm, tembelimdir bile bazen. Ama başkası için bir şey yaptığımda enerjim, gücüm beni bile şaşırtacak kadar çok yüksektir." Bu arada, bir evin temelinden yapımına her aşamasında çalışıyoruz. Herkes gerçekten elinden geleni yapıyor. İnanılmaz olan tek bir el arabası, küreğin bile olmaması idi. Toprak belleme aleti, bir çekiç, bir mala ve on plastik kova. Her şeyi elden ele bu kovalarla taşıyor, çimento ve kumu bel ile karıştırıyorduk.
* İki haftalık programımızın yoğunluğuna ve yorgunluğumuza değen gün gelip çatıyor: Ailelere anahtar teslim töreni. Gönüllüler, aileler ve birlikte çalıştığımız işçiler, hep birlikte çok eğleniyoruz. Bir küçük bavul hediye ile giden ben, iki aileye de nazarlıklı anahtarlıklar ve duvar nazarlığı hediye ediyorum. Bahçeye bir ağaç dikiyorum ellerimle. Allahım nasip eder belki büyüdüğünü gözlerimle görebilirim yakın gelecekte. Çalıştığım evin babası Yunus'la halen mesajlaşıyorum.
* Üzücü olan bu evler yine risk altında. Bir gece yıkım ekimi buldozerle çıkagelebilir. Tıpkı iki hafta kamp yeri olarak kaldığımız Arabiya'nin evi gibi. Bu ev, üç kez yıkılmış ve dördüncü kez yeniden inşa edilmişti. Aile artık perişan olmuş ve Ramallah'ta bir ev yapıp oraya yerleşmişti.
* Filistin'de hiç ağlayan, durumundan şikayet eden birini görmedim. Durumun vahametine, geleceğin tüm umutsuzluğuna rağmen, günlük hayatlarına devam ediyorlar; içinde bulundukları durum hakkında pek konuşmuyorlardı. Dimdik duruşlarından, ahlanıp vahlanmamalarından çok etkilendim.
* Bayram ve Ramazan dönemleri, çocukluğumda yaşadığım gibiydi. Bizde yılbaşında süslenir sokaklar ve evler. Orada Ramazan'da balkonlarda, pencerelerde, sokaklarda renkli lambalar, yanıp sönen ışıklar... Bayramda, sokaklar yepyeni ve rengarenk giysileriyle ve topladıkları harçlıklarla yeni oyuncaklar almış çocuklarla doluydu. Bayramda 11 aileyi ziyaret etmiştim ki bu on bir ailenin bir ferdi gibi olmuştum kısacık sürede.
* Gönüllülerden üçü Yahudi'ydi. Bunlardan biri İngiliz Martine benim 2.5 ay boyunca can yoldaşım oldu. O toplam 5.5 ay Filistin'de yaşadı. Eğer ben vize alabilseydim 3 ay daha kalacaktım. Londra'daki nişanlısı Müslüman olan Martine benden daha azılı bir İsrail politika karşıtı idi. Geçen ay, İngiltere'den Gazze'ye giden 'Yahudi gemisi' olayını organize ettiği gibi Kudüs'te kampta evlerinde kaldığımız çifti, Londra'ya getirtip seminerler vermelerini sağladı.
* Türk olmak, gittiğim her yerde, Filistin, Suriye, Ürdün ve İran'da el üstünde tutulmama, alışveriş yaparken her şeyi yarı fiyatına almama, herkesle hemen arkadaş olmama vesile olmuştu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tüm Ortadoğu'nun gönlünü fethetmişti. Gittiğim her ülkede, bundan bahsediliyor ve Türklere şükran duyuyorlardı.
* 2010 kampına mutlaka katılacaktım. Aylardır hayalini kurduğum şey Mavi Marmara olayı patlak verince suya düştü ve çok ağladım. Vize için başvuramazdım, ilişkiler gergindi. Halen 2 koli eşyam arkadaşımın evinde. Orayı, balkonu sarmısaklı küçük evimi, arkadaşlarımı, işimi, kısaca oradaki hayatımı çok özlüyorum. Türkiye?'ye döneli dokuz ay oldu ama ben hâlâ buraya adapte olamadım; aklımın ve kalbimin bir parçası orada. En büyük hayalim Filistin'e yeniden gidebilmek.
Arzu Tavukçuoğlu, orada yaşadıklarını, yazmaya başladığı kitabında daha ayrıntılı anlatıyor. Bu kitabı, Kudüs'te sevgi, saygı, ilgiyle başını döndüren dostlarına verilmiş bir söz olarak görüyor. Evleri yıkılan 24 bin aileye, öldürülen Filistinlilere, Lübnan, Suriye, Ürdün'de mülteci konumunda olan, Batı Şeria'da ve Gazze'de yaşayan 5 milyon Filistinli'ye ithaf ediyor.
1350 öğrenciye el uzatmış
Arzu Tavukçuoğlu, 1999 depreminden itibaren, gönüllülük projeleriyle yatıp kalkan bir aktivist. Nereye el uzatılacaksa gitmeye, gidemiyorsa elindekileri göndermeye çalışıyor. Tek başına organize ettiği ve dört yıldır sürdürdüğü 'İyi Kalpli Eller/www.iyikalplieller.blogcu.com' adlı bir projesi bile var. Oturduğu apartmanın yanındaki küçük kulübede, ikinci el giyecekleri tek tek kontrol ediyor, kirlileri yıkayıp söküklerini dikiyor, eş dosttan gelen maddi destekle yepyeni kırtasiye malzemeleri, kitaplar vb. alıyor. Sonra onları Türkiye'nin batısından doğusuna, köy ve kasaba okullarına kargoyla gönderiyor. Sadece geçen ay, 33 köy ve kasaba okulundaki 1350 öğrenciye yardım eli uzatmış. Tek sorunu, kargo sponsorunun olmaması. Akrabaları ve arkadaşları, onun bu özelliğini bildiği çin Pakistan'da sel felaketi olduğunda ya da Mavi Marmara olayı olduğunda herkes telefona sarılıp 'Sen de orada mıydın?' diye ilk onu arıyor. O ise burnunu her şeye sokmamak için kendini zor tutuyor. En büyük hayali, Afrika'da gönüllü çalışabilmek.
Filistin'de 24 bin ev yıkıldı
Ev Yıkılmalarına Karşı İsrail Komitesi-ICAHD, 1997'de İsrailli Jeff Halper tarafından kurulmuş. Organizasyon bugüne kadar evleri yıkılan 24 bin aileden 170'ine ev yapabilmiş. Ayrıca Filistin'in etrafını saran 800 km.lik duvar, askeri kontrol noktaları, Gazze, işgal edilen topraklarda sayıları hızla artan illegal Yahudi yerleşimleri, ayrımcılık vb. ile ilgili araştırmalar yapıp kitap, broşür vb. olarak yayınlıyor ve internetten tüm dünyaya duyurmaya devam ediyor. Evlerin yapımı için gerekli maddi destek için Avrupa ve ABD'de seminerler düzenleyen Halper, 2006'da Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmiş bir aktivist. ICAHD, her yaz iki hafta süren ve katılımı ücretli olan gönüllü çalışma kampı düzenliyor. www.icahd.org.tr