Türkiye'de internetin yaygınlaşmasıyla birlikte sosyal medya kavramı da sıkça karşımıza çıkar oldu. Sosyal medya denince hemen akla gelen bloglar, Facebook, MySpace, Twitter gibi sosyal ağlar yine YouTube gibi paylaşım siteleri büyük ilgi görüyor. Türkiye, 22,6 milyon kullanıcıyla ABD, İngiltere ve Endonezya'dan sonra Facebook'ta 4'üncü sırada yer alıyor. Biz de ülkemizdeki sanal ortama ve sosyal medyaya bu ilgiyi psikiyatr Prof. Dr. Bengi Semerci ile konuştuk...
İnsanlar artık sanal ortamda daha çok vakit geçiriyor. Sosyal ağlar büyüyor. Nete bağımlı yaşayan insanlar çoğaldı. MSN, Facebook, Twitter... nasıl bir sosyalleşme aracı?
Alıştığımızdan farklı bir sosyalleşme aracı. İnsanların başka insanların hayatlarını merak etmeleri ve kendi hayatlarının ayrıntılarını anlatmak istemeleri yeni bir kavram da değil. Ama son yıllarda internetle birlikte bunu daha geniş kitleyle yapma imkânı ortaya çıktı. Yoksa teknoloji yokken de bazı insanlar kendi hayatlarını anlatmaya ya da başka insanların hayatlarını merak etmeye eğilimli idiler.
İnternet görünür mü kıldı?
İnternetin keşfi bize şöyle bir şey getirdi: Başka başka insanlara evimizin kapılarını açtık. Aynı şekilde biz de başka insanların evlerine girdik. İnternet komşuyu perde arasından dikizlemek yerine başka bir araçla dikizlemeyi öğretti.
Dikizlemeyi biraz açar mısınız?
Reality şovlarla başlayan yeni bir kültür tarzı. Tıbbi adı vayonizm yani röntgencilik. Sanal ortamlar bunu çok legalleştirdi. Merak duygusunu körükledi. Hem merak edenler için hem de merakı körüklemeyi sevenler için yeni bir platform yarattı. Bu kültür desteklendikçe insanların gerçeklerden kopuşu ortaya çıktı. Hem izlenenler hem izleyenler açısından... İzlenenler alkış arttıkça coşmaya sunmak istediğinden daha fazlasını sunmaya başladı. Bireysellik ve narsisizm ortaya çıktı. Sen sundukça ve kendini daha hoşnut gördükçe daha fazlasını yapman gerekiyor. İki taraf için de böyle bir risk. Dikiz kültürü yasallaştı.
Facebook'u en çok kullanan ülkeler sıralamasında Türkiye dördüncü durumda. 23 milyona yakın kişi Facebook kullanıcı. Bu bize ne söylüyor?
Kaç kişinin girdiği çok da önemli değil. Giren kitlenin sosyal-demografik özelliklerine bakmak lazım. Sosyalleşme olanağı daha az olan kitleler mi giriyor, birebir ilişki kurma şansı az olanlar mı giriyor? Bunları değerlendirmek lazım. Biraz da kültüre bağlı.
Biz sohbeti, muhabbeti seven bir toplumuz. Kültürden kastettiğiniz o mu?
İnsanlar kendilerini anlatmaya, dinlemeye meraklı. Bazı kültürlerde bu daha da artmış bir şekilde vardır. Bizim kültürümüzde bir otobüs yolculuğunda ya da uçakta "nerelisin hemşehrim"le başlayan muhabbette yolculuk bittiğinde hiç tanımadığınız kişinin size bütün hayatını anlattığını görürsünüz. Bu bizim kültürel özelliğimiz. Ayrıca teknoloji yüz yüze karşılıklı konuşmaktan çekineceğiniz şeyleri sanal bir ortamda görünmeden yapma imkanı doğurdu. Türkiye'de chat odalarının ya da Facebook'un büyük ilgi görmesi şaşırtıcı değil.
Vaktinin çoğunu sohbet odalarında ya da Facebook'ta geçiren insanlar var. Sosyal medyaya kayıtsız da kalınamıyor. Burada olmanın bir ölçüsü var mı?
Bir grup var, bu tür ortamları kendini anlatmak için seçiyor. Bir grup olmadığı ama olmak istediği kişi olarak kendini sunma gayretinde. Normalde yüz yüze olduğu zaman kendi dışında biri olarak kendini tanıtması zor insanların. Orada olmak istediğiniz kişi olarak kendinize yeni bir dünya kuruyorsunuz. Sağlıklı olan, sanal ortamlarda mümkün olduğunca az bulunmak. Daha gerekli koşullarda kullanmak ve mümkün olduğunca gerçek hayatın içinde olmak.
Az bulunmaktan kastınız nedir? İnternette daha az saat vakit geçirmek mi?
Kişiden kişiye göre değişir. Şu kadar zaman sağlıklıdır şu kadarı değildir demek doğru olmaz. Eğer siz çok insanlarla ilişki kuramayacağınız bir ortamda yaşıyorsanız, ya da ruhsal yapınız nedeniyle insanlarla ilişki kuramıyorsanız sosyal medya sizin için bir imkândır. Hayata bağlayan bir şeydir.
Hayata bağlıyor ama beraberinde birçok tehlikeyi, tehdidi de barındırmıyor mu?
Sosyal medyanın çoğalmasının birkaç tehlikesi var. Birincisi yüzsüzlüğü artırıyor. İki anlamıyla da artırıyor. Orada başka birisi olabiliyorsunuz. Bir de başkasıyla konuşurken söyleyemeyeceğiniz her şeyi orada rahatlıkla söyleme gibi bir durum var. Tehlikeleri artırıyor. Orada kimliksizleşmeye başlıyorsunuz. Tedbiri elden bırakıyorsunuz. Toplumun hareketlerimize yaptığı sınırlamalar vardır. Ahlak kuralları, sosyal kurallar gibi. Sosyal medya bütün bu sınırları kaldırıyor. Doğru-yanlış, günah-sevap, ahlaklı-ahlaksız... Bu kavramların dışına çıkma olanağı veriyor. Öbür taraftan da sosyalleşemeyen insanların buzlarını kırmaları için bir yol.
İnsanın sık sık profilini güncellemesi, fotoğraf girmesi, video paylaşması, yediğinden içtiğinden haberdar etmesi... Bunun bir adı var mı psikolojide?
Sosyal medya ile birlikte özellikle 2008 yılında over share yani "aşırı paylaşım" sözlüklere girdi. Çok paylaşıyoruz... Çok paylaşmak bireyselliği ve narsisizmi destekleyen ve artıran bir süreç.
Bu paylaşım, mahremiyeti de ortadan kaldırdı. Çok özel şeyler de paylaşılır oldu... Bu nasıl bir ihtiyaçtan doğuyor?
Bazı insanlar diyelim kendini anlatmayı çok sever. Siz bugün yağmur yağıyor dersiniz o "ben şiddetli yağmurlarda" diyerek konuyu kendine getirir. Sosyal medya bunu daha hızlı, daha çabuk ve daha ayrıntılı yapma imkânı tanıdı. Bu platformlarda genelde insanlar kendileriyle ilgili hoşlukları paylaşırlar.
Facebook ya da Twitter gibi ortamlarda sizi kaç kişinin izlediği önemli. Neredeyse bir yarış var diyebiliriz...
Soysal medya kavramının başlangıcı televizyonlardaki BBG türü reality şovlar. Bir şeyi sunmanız için sunduğunuzu alan birilerinin olması lazım. Siz ne yaptığınızı anlatın, seyircin yoksa oyunun bir anlamı yok. Ben anlatmayı seviyorum, kendimden çok hoşnutum. Kendimle ilgili paylaşımımı bir sürü insana ulaştırma şansım var ve yapıyorum. Karşı taraftan da birileri başkalarının hayatını merak ediyorlar ve izliyorlar. Zamanla siz takipçileriniz için ve izlenecek şeyler yaratıyorsunuz. Egonuz okşanıyor. "Ne kadar çok kişi takip ediyorsa o kadar iyiyim" duygusunu besliyor. Narsisizme yol açıyor.
Kendini sevmek son yıllarda hep teşvik ediliyor. Özellikle kişisel gelişim kitapları böyle tavsiyelerle dolu...
Kişisel gelişim kitaplarının herhalde yüzde 90'ını çöpe atmak lazım.
Kendini sevmenin nesi kötü?
Her şeyin çoğu zarar azı karar. Her konuda geçerli bu. "Benden adam olmaz" demek nasıl patolojik bir durumsa "ben her şeyi beceririm" demek de aynı oranda patolojik. Kendini sev'den kasıt kendi özelliklerini iyi tanı, olumlu olanlarını geliştirmeye çalış olmalı.
Yapılan araştırmalarda Türkiye'deki internet kullanıcıları en çok chat için nete giriyor... Chat ya da MSN neden bu kadar ilgi görüyor?
Sanal ortamlar insanlara bir rahatlık sağladı. Buna televizyonu da ekleyebiliriz. Son yıllarda en çok izlenen programlar, evlilik programları, reality şovlar... Normalde orada gördüğünüz insanların kaçı aynı konuşmaları, aynı davranışları dışarıda sosyal ortamda yapabilir? Yapmıyor. Niye yapmıyor? Orası sanal bir rahatlık sağlıyor. Mesela teyze çıkıyor, hiç olmayacak sözler sarf edebiliyor ya da yaşlı başlı amca bunu nasıl söyler diyorsunuz. En mahrem, dünyanın her kültüründe ayıp kabul edilecek şeyler bu programlarda dillendiriliyor. Chatleşme de öyle. Normal koşullarda ulaşamayacağınız insanlara ulaşıyorsunuz. Dünyanın her yanından birilerine ulaşma şansınız var. Sınırları daraltan bir şey aynı zamanda korunmasız bir alan... Tehlikeleri riskleri bilip doğru kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Tehlikeler derken?
Orası evimizin içindeki açık bir tehlike. Sınırı ortadan kaldırıyor, oysa her zaman sınırlar olmalı. Hayatımızın her alanında sınırsızlık, kuralsızlık her zaman sorundur.
***
Sanal iletişim, canlı iletişimin önüne geçtiyse tehlike var demektir
Sosyal medyada sağlıklı bir iletişim kurmanın yolu yok mudur?
Bazı kuralları unutmamakta fayda var. Bire bir canlı iletişimin ve paylaşımın insanın yaşantısını geliştirmesi her zaman çok daha fazladır. Eğer sanal iletişim canlı iletişimin çok üstüne çıktıysa yanlış yoldasınız demektir. Bir de normal koşullarda paylaşmayacağımız şeyleri sanal ortamlarda paylaşıyoruz. Kendimizi korumak için dikkatli olmamız gerekiyor. Aslında hep kafa yorulur ya çocukları internetten nasıl koruyalım diye. Bunun küçüğü büyüğü yok. Her yaşa açık tehlike mevcut. Gazetelerin üçüncü sayfalarında internetten tanıştı diye başlayan cinayet, tecavüz, şantaj haberlerini okuyoruz. Yeni suçlar türedi. Benim başıma gelmez diye bir şey yok. Sizin başınıza da gelir. Varlığımız sadece sanal ortamda ise varlığımızı sorgulamamız gerekiyor.
Kaynak: Zaman Cumartesi