The New York Times gazetesinin 25 Ekim 2010 tarihli sayısının Görüşler bölümünde, Roger Cohen imzasıyla yayımlanan haberde şunlara yer verildi;
Davutoğluculuk telafuzu zor bir kelime. Yakın bir zamanda da Fox News'de duyulması pek olası değil. Ancak eğer ben, Sarah Palin, Çay Partililer ve birkaç bağnaz, Müslüman karşıtı Avrupalıyı dünyanın nasıl değiştiğini göstermek için tek bir ülkeye götürecek olsam, burası adı D ile başlayan o kişinin memleketi, Türkiye olurdu.
Bir dış politika doktrini yaratan ve Mayıs 2009'dan bu yana Türkiye'nin Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu, birçok ABD'liyi rahatsız etti. Davutoğlu İran dostu, İsrail düşmanı, yeni füze kalkanı teklifine karşı çıkan değişken bir NATO müttefiki ve Arap ülkelerinin kalbinde yer eden Türkiye'nin mimarı; dolayısıyla Türkiye'nin "Doğu'ya dönüşünün" arkasındaki isim olarak görülüyor.
Obama yönetimi, Ankara'nın geçtiğimiz haziran ayında İran yaptırımlarına hayır oyu vermesinden duyduğu "hayal kırıklığını" dile getirdi; kongre ise memnuniyetsizliğini büyükelçi atamasını geciktirerek ve silah satışlarıyla ilgili tepki vererek gösterdi.
Washington'da, soğuk savaş günlerindeki uysal Türkiye'nin nostaljisi yaşanıyor. Davutoğlu'nda ise bundan eser yok. Dışişleri Bakanı bana, "Soğuk savaş günlerindeki gibi sınır bölgesi olmak istemiyoruz. Hiçbir komşumuzla sorun yaşamak istemiyoruz. Buna tabii ki İran'da dâhil." dedi.
Davutoğlu'nun 2001 yılında yayımlanan "Stratejik Derinlik" adlı kitabının temelinde komşularla sıfır sorun politikası yatıyor. Bu politikanın güdüldüğü günden beri Türkiye'nin Rusya ile yıllık ticareti 40 milyar dolara çıktı. Suriye ile ilişkiler ise hiç bugünkü kadar iyi olmamıştı. Türkiye'nin Kuzey Irak'taki ticari etkisi çok fazla. Ürdün ile serbest ticaret anlaşması imzalandı. Ankara şimdi, Birleşmiş Milletlerin (BM) yaptırımlarına rağmen önümüzdeki beş yıl içinde İran ile ticaretini üç katına çıkarmak istiyor.
Tüm bunlar Batı'da gerginliğe yol açıyor. Türkiye'nin izlediği politika bu yıl yüzde 7'lik bir büyüme sağladı. Dahası bölgesel barış ve istikrar için ekonomide karşılıklı bağımlılık fikri son derece bilindik bir şey. Bu dahiyane bir Avrupa Birliği (AB) fikri değil miydi?
Bu noktada akla bir başka soru daha geliyor. Bu fikir sadece Batılılar için mi işe yarar? Pek sanmıyorum. Dahası ileriyi göremediğinden Türkiye'yi AB'den uzak tutan Batı'nın eleştirmeye hakkı yok. Türkiye'nin Avrupa'daki en büyük destekçisi İngiltere Başbakanı David Cameron'ın kısa bir süre önce dediği gibi "Türkiye'ye AB kampının bekçiliğini yapabileceğini ancak kampın içinde oturamayacağını söylemek doğru değil."
Bu son derece yanlış hatta aptalca. Ancak bir ayağı Batı çadırının dışında bulunan Türkiye'nin durduğu yer belli ve değişim geçiren dünyada başardıklarından gururlu. Ülkelerin alternatifleri değişiyor. Artık kimse ABD'ye eskiden olduğu kadar bağımlı değil. ABD Kongresi bu konuda ne kadar şikâyette bulunursa bulunsun hiçbir şey değişmeyecek. Davutoğlu'nun da dediği gibi "Türkiye'nin dış politikası stratejik tablonun gerçekçi ve rasyonel bir analizine dayalı."
Dolayısıyla Ankara, ABD'nin liderliği konusunda huzursuzluk yaşıyor. Geçtiğimiz hafta Davutoğlu'na İran yaptırımlarıyla ilgili olarak Ankara'ya gelen Hazine Bakanlığı yetkilisi Stuart Levey hakkında bir soru yönelttiğimde bana, "Bizim tavsiyeye ihtiyacımız yok." dedi ve ekledi: "Biz Birleşmiş Milletler sisteminin içinde sorumlu bir ülke ve BM Güvenlik Konseyinin bir üyesiyiz. Hayır oyu verdik. Bu bizim kararımızdır. Kimsenin bize BM Güvenlik Konseyi kararının uygulanması konusunda bir şey söylemesine gerek yok. Ancak ABD'nin ve Avrupa'nın aldığı tek taraflı yaptırım kararları konusunda kendi ulusal çıkarlarımızı gözeteceğiz. Komşularla güçlü ekonomik ilişkiler kurmak hata mı?"
Bence, Türkiye'nin Temmuz 2009'da şiddet olaylarına sahne olan seçimlerin ardından İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat'ı hemen tanıması Davutoğluculuğun en başarısız olduğu noktaydı. Ancak Türkiye'nin İran politikasının doğru olduğunu düşünüyorum. İran'ın yalnız bırakılması şahinler kanadındakilerin işine gelir. Yaptırımlar İran'ı yolundan saptıramaz. Türkiye ve Brezilya'nın mayıs ayında İran ile imzaladığı zenginleştirilmiş uranyum takası anlaşmasının amacı diplomatik müzakerelerin yolunun açılmasıydı.
Davutoğlu kararlı bir biçimde şöyle konuşmuştu: "Tabii ki ABD'lilerle her aşamada iş birliği yapıyoruz. Washington'da kimse Türkiye kendi başına hareket etti diyemez. Amacımız tansiyonu düşürmek ve İran'ın nükleer programını kontrol altına almaktı."
Eğer Washington kibirini bir kenara bırakabilirse, Türkiye, Batı'nın Müslüman dünyasına açılan kapısı olabilir. Yeni Türkiye NATO üyeliğinden veya ABD müttefikliğinden vazgeçmeyecek. Eğer NATO Taliban, Batı ülkeleri de İran ile görüşme yapmak isterse, Türkiye yardımcı olabilir.
Ancak Türkiye-İsrail ilişkileri gündeme geldiği zaman kongrede öfke artıyor. İsrail'in Türklerin öncülüğünde Gazze'ye giden filoda sekiz Türk ve bir ABD vatandaşını öldürmesi ve Türkiye'nin İran'a yönelik diplomasisinin aynı döneme denk gelmesini bir rastlantı olarak görüyorlar. Ancak bu durum yine de acı hisler bıraktı.
Mavi Marmara olayıyla ilgili olarak da konuşan Davutoğlu, olayın uluslararası sularda yaşanmasından dolayı ABD'den dayanışma beklediklerini, İsrail'den de "dostların birbirlerinden özür dileyebileceklerine inandıkları için" özür beklediklerini söyledi.
Ancak Türkiye ABD'den dayanışmadan çok düşmanlık görüyor. Bir kongre üyesinin Başkan Obama'dan, Türkiye'nin Mavi Marmara baskınına verdiği tepkinin kınanmasını istemesi, Türkiye'nin İran'ın dostu ve İsrail'in karşıtı olduğu düşüncesinin kongrede güçlendiğini gösteriyor.
Bu, Obama'nın Orta Doğu politikasını köşeye sıkıştıran saçma şovenizmin bir örneği. Bu örnekler dolayısıyla Obama'nın politikası başarısızlığa mahkûm durumda. Daha fazla ABD'linin Davutoğluculuğun dilinden konuşmaya başlama zamanı geldi.
BYEGM