Almanya Başbakanı Angela Merkel’in çokkültürlülüğün ‘tam bir başarısızlık’ olduğuna dair sözlerini okuduğumda, aklıma ilk önce şu soru geldi: Merkel kimden bahsediyor? Ben bir Almanım ve üç oğlu yarı-Perulu olan bir kız kardeşim var. Partnerim İngiliz. Biz hepimiz tam bir başarısızlık mıydık yani?
‘Multi-kulti’ bir arada yaşamakla işbirliği arasındaki gri alanı kapsar ve umulur ki Merkel takım oyununun lehinde ama her şeye de hoşgörüyle yaklaşmanın aleyhinde konuşmaya, yani bu gri alanda kalmaya çalışmış olsun. Bence Merkel Almanya’da yaşayan Polonyalı, İtalyan veya Yunanlılardan değil, 4 milyonluk Müslüman nüfustan bahsediyordu ki bu durumda da kelimeleri son derece kötü seçmiş sayılır. Sonuç, sakin tavrıyla nam salmış bir siyasetçiden hiç beklenmeyecek bir gaftı.
Futbol maçı tetikledi
Peki bu sözleri Merkel’e söyleten ne? Müslüman göçmenlerin nasıl entegre edileceği meselesi yeni sayılmaz: 1960’lardaki ilk misafir işçi dalgasından beri bu konu tartışılıyor. Rakamlara bakıldığında, tartışmayı tekrar alevlendirmenin özel bir gerekçesi yok: Türk göçmenlerin sayısı 1983’teki kadar düşük ve iltica talepleri 1990’ların ortasındaki oranın altıda biri. Geçen yıl Almanya’ya gelen Türklerin sayısı, Türkiye’ye dönenlerden azdı.
Merkel’i bir futbol maçı harekete geçirmiş olabilir: Berlin’deki Avrupa 2012 eleme maçında sayıca ev sahibi takımın taraftarını sollayan Türk taraftarlar, tercihini Alman milli takımından yana yapan Almanya doğumlu Mesut Özil’i yuhaladı. Türkiye taraftarlarının çoğunun Berlin’de yaşadığını sanan İçişleri Bakanı Joachim Herrmann afallayarak, "Bu, tam da üzerinde konuştuğumuz türde entegrasyon eksikliklerinden biri" diye konuştu. Fakat bu konuda bile olumlu yönler, olumsuzları solluyor: Özil, 3-0 biten maçta ikinci golü atarak ıslıkları susturdu ve başarılı ‘Multi-kulti’nin canlı timsali haline gelen bir Alman-Türk-Polonyalı-Tunuslu-Sırp-Brezilyalı takımın atan kalbi gibi oynadı.
Merkel baskı altında
Bir zamanlar Türklerin entegrasyonunun başarılı örneklerini bulmak için epey bakınmak gerekirdi. Artık öyle değil: Fatih Akın, ülkenin sinema endüstrisinin kurtarıcılarından. Cem Özdemir dirilen Yeşiller Partisi’nin eşbaşkanı ve Merkel için hızla baş ağrısı haline geliyor.
Annem 10 yıldır okuma güçlüğü çeken öğrencilere Almanca öğretmenliği yapıyor. Eskiden öğrencilerinin çoğu genç Türklerdi. Bugünlerde kendi Goethe’lerini okuyamayan Alman çocuklarla daha fazla sorun yaşadığını anlatıyor.
Siyasetçiler baskı altında aptalca laflar etmeye meyillidir; fakat bu örnekte baskı toplumun genelinden değil, bizzat Merkel’in partisinin içinden geliyor. Thillo Sarrazin’in, Müslüman nüfus yüzünden toplumun ‘entelektüel düzeyinin düştüğünü’ iddia ettiği kitabı yayımlandığından beri Merkel’in partisi CDU’nun sağ kanadı kendi klostrofobisini hissediyor. CDU’nun kardeş partisinin başkanı Horst Seehofer Sarrazin’i de gölgede bırakarak, Alman Yahudi-Hıristiyan ‘öncü kültürüne’ yönelik bir entegrasyon programı açıkladı. Belki de Merkel ve Seehofer, açıkça İslam karşıtı rakipleri için açabilecek olan siyasi boşluğu kapatmaya çalışıyorlar sadece.
Merkel’in üslubu onu alışılmamış ölçüde popüler bir siyasetçi haline getirdi. Başbakan, partisinden gelen daha katı yaklaşım çağrılarının bu desteği yerle bir etmemesi için dikkatli olmalı.
Kaynak: The Guardian / Çeviri: Radikal