Bu dava siyasi bir davadır
Diyarbakır’da KCK davası sanıkları 552 gün sonra ilk kez hâkim karşısına çıktılar. Radikal gazetesi yazarı Cengiz Çandar bugünkü köşesinde Diyarbakır'da görülen KCK davası sanıklarıyla ilgili bir yazı kaleme aldı. İşte Çandar'ın o yasısı..
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-10-19 11:34:27
103’ü tutuklu 151 sanıklı davada, mahkeme başkanının iddianamenin kabulü kararını okumasının ardından, Hatip Dicle söz alarak, ‘savunmaların Kürtçe yapılacağına ilişkin’ Türkçe beyanda bulundu.
Dicle, Türk halkının diline saygı duyduklarını, Türkçeyi gayet iyi bildiklerini, savunmalarının Kürtçe yapılacak olmasının mahkemeye bir saygısızlık olarak anlaşılmamasını isteyerek ‘siyasallaşma istediklerini ve Kürt sorununda şiddetin bitirilmesinden yana olduklarını’ belirterek “Böyle bir amaç güden bizler, burada bulunmamalıydık” diye konuştu.
Davanın anlamı
Davanın siyasi anlamını, duruşmaya girmeden önce, sağlık nedenleriyle tahliye edilmiş ve tutuksuz yargılanmakta olan Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, açıkça bana ifade etmiş“PKK’yı KCK’laştıracak mıyız, yoksa KCK’yı PKK’laştıracak mıyız? Bu dava bu sorunun cevabını verecek” demişti.
O mu demişti. Belki de bir başka BDP’li veya KCK’nın tutuksuz sanıklarından biri de söylemişti. Yoksa o 25 Aralık 2009 sabahı tüm ülkenin tarih siciline bir ‘utanç fotoğrafı’ olarak geçmiş olan Diyarbakır Adliyesi’ne kelepçeli olarak koyun sürüsü gibi dizilmiş olanların fotoğrafının en önündekilerden, şimdi tutuksuz yargılanan Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak mı söyledi?
Belki de sanıkların iki misli sayıdaki, aralarında Türkiye’nin batı bölgeleri barolarına kayıtlı avukatların da bulunduğu 300 dolayındaki avukattan biri söylemiş olabilir.
Onlarca kişiyle konuştum Diyarbakır’da ve herkes, her bir kişi bu davayı, ülkenin yakın gelecekteki kaderini belirleyecek bir ‘siyasi dava’ olarak algılıyordu.
Duruşmanın öğleden sonraki celsesinde söz alan ve iddianamenin yanlış temeller üzerine oturtulduğuna ilişkin çok sayıda örnekle uzun bir savunma yapan Avukat Meral Danış Beştaş, uzun söylevini şu cümlelerle noktaladı:
“Bu dava 87 yıldır varlığı kabul edilmemiş olan Kürtlerin varolma davasıdır. Bu dava, demokrasinin varolup olmadığı davasıdır. Bu dava cumhuriyet iktidarının Kürtlerle paylaşılıp paylaşılmayacağı davasıdır.”
Bu dava ile birlikte, Türkiye’nin gündemine giren ‘anadilde eğitim hakkı’ konusuna bir de ‘Kürtçe savunma hakkı’ konusu girmiş oldu.
İkinci celsenin sonunda Diyarbakır Baro Başkanı Emin Aktar’a “Hâkim Kürtçe savunmayı reddederse ne olur” diye soruyorum, “Reddedecek zaten. Bana söyledi. Kürtçe savunma tercüman gerektirecek. O da masraf demek. Ben de kendisine, tüm avukatlar Kürtçe-Türkçe biliyorlar. Ben tercümanlık yaparım, para da almam dedim” cevabını verdi.
Ne olacak peki?
Dava prosedürüne göre, hâkim, sözlü savunmaları “Anlaşılmayan bir dilden savunma verdiler” diye kayda geçirebilir ama bu sözlü savunma yapılmamış ve doğru olmayan biçimde ‘susma hakkı kullanılmış’ gibi yorumlanmış olacak. Yazılı ortak savunma ise sanıkların kararı uyarınca, iki dilde, Türkçe ve Kürtçe verilecek.
Tercüman mahkeme için
Duruşmaya verilen aradan sonra devam eden celsede, Avukat Sezgin Tanrıkulu, ‘Sanıkların meramlarını daha iyi anlatabilmeleri için savunmalarını anadilde yapmaları’ndan söz ederek “Sanıklar Türkçeyi de iyi biliyor, Kürtçeyi de tercüman mahkeme heyeti için gerekli. Tercümanı kendiniz için atamalısınız” dedi.
Mahkeme, bu talebi, yarın (bugün) karara bağlamayı kararlaştırdı.
‘Anadilde savunma hakkı’ yani ‘Kürtçenin Kürt kimliğinin belkemiği’ olduğu konusu KCK davasıyla birlikte siyasi, adli ve kültürel tarihimizde özel bir yer elde etmiş olacak.
300 avukatın yanı sıra çoğunlukla İstanbul’dan onlarca kişi, bu arada hukukçu, insan hakları örgütleri ve sivil toplum kuruluşlarından 180 kişi Diyarbakır’a gelmişlerdi. Diyarbakır’a iki gündür havalanan uçaklar, çok sayıda Avrupalı, Türk ve İstanbul’da yaşıyan Kürt’ü şehre taşıdılar.
Mahkemenin genişletilmiş de olsa, büyük salonuna gelenler sığamadı. Adliye binası çevresinde ise birkaç bin kişi, kesilmiş yolları doldurmuş, dayanışma gösterileri içindeydiler.
KCK davası, şimdiden, ‘uluslararası alan’a yansımaya başlamış ve Türkiye’nin ‘demokrasi ve hukuk devleti’ ölçüsü haline gelmiş durumda. Hangi ‘siyasi akıl’ bu davayı açmış ya da açtırmışsa, dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın kendi ayağına düşürecek kocaman bir kayayı da kaldırmış durumda.
Dava, hafta sonları ve heyetin kararınca bazı günler hariç, her gün 11 ya da 12 Kasım’a kadar devam edecek. Tahliye olup olmayacağı, olursa kaç kişinin tahliye edileceği yaklaşık üç hafta sonra belli olacak. Bu bakımdan, sanık avukatlarının dün yaptığı tahliye taleplerinin reddi, ‘usulü’ bir şey olarak algılanıyor. Çok uzun süreceği anlaşılan KCK davası, 11-12 Kasım’da verilecek bir ‘ara karar’la tahliyelerle devam ederse, önümüzdeki dönemde Kürt sorununun çözümü umutları artacak ya da Türkiye’nin ufukları bulutlanacak.
Bu kadar önemli bir dava bu.
Avukatlardan biri, ‘Komala Civanen Kurdistan’ yani ‘Kürdistan Toplulukları Birliği’ sözcüklerinin başharflerini oluşturan KCK’yı ‘Kürtleri Cezalandırma Komplosu’nun başharfleri olarak niteledi.
Öyle mi değil mi, önümüzdeki günler gösterecek. Bu arada, Başbakan Erdoğan’ın Kızılcahamam’daki AK Parti toplantılarının sonunda yaptığı konuşmanın ve o konuşmada BDP için kullandığı nitelemelerin, Diyarbakır’da havayı bulandırmış ve ‘mahkemeye müdahale’ niteliğinde algılandığını ve büyük tepki çekmiş olduğunu kaydedelim.
Öğleden sonra mahkemeye verilen arada, sanıklar, avukatlar ve izleyiciler bir on beş dakika birbirleriyle kaynaştılar. Yüzler mutlulukla aydınlandı. Sanki mahkeme salonunda değil bir kutlama mekânındaymış gibi tuhaf bir hava esti.
KCK sanıkları, Diyarbakır Cezaevi’nde üçer kişilik bölümlerde kalıyorlar ve haftada bir havalandırmada bir araya geliyorlarmış. Dünkü duruşmada hasret giderdiler. Yüzler gülüyor, eller selam için kalkıyor,hatta kucaklaşmalar, öpüşmeler yaşanıyordu.
Tahliye kararı üç hafta sonra
Hatip Dicle, sakal bırakmış. ‘Beni gördüğüne çok sevindiğini’ söyleyip hararetle elimi sıkıp, sanık sırasındaki yerini almak için ilerlerken “Başaracağız” dedi; Fırat Anlı ise defalarca avukat olarak girdiği salonda, sanık sırasından, beni Diyarbakır’da ağırlayamayacak olmasından sıkıntılı, ‘konukseverlik’ görevini avukatı Sezgin Tanrıkulu’ya emanet etti.
Mahkemedeki hava, Ankara’da siyasi karar merkezlerine taşınabilirse Türkiye’de kasım ortasından itibaren kış mevsimine girildiğinde, siyasette ‘bahar havası’ oluşmaya başlayabilir. Ankara ile Diyarbakır’daki davanın ne ilgisi var diye sormayın. Bu dava, a’dan z’ye siyasi bir dava...
Cengiz Çandar / Radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara