Dolar

34,9493

Euro

36,6369

Altın

3.003,29

Bist

10.011,07

Avrupa'da aşırı sağın yükselişi

Son yıllarda bütün Avrupa'da 'aşırı sağ' partiler yükseliş trendine girmiş bulunuyor. Avrupa Birliği'ne bağlı karar mercilerinde yetkili ve etkili olan Almanya, Hollanda, Belçika gibi ülkeler 'Hıristiyan demokrat' partilerin dominant ve etkin olduğu hükümetler tarafından yönetiliyor.

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-10-16 11:00:00

Avrupa'da aşırı sağın yükselişi

 

Son yapılan seçimlerle, bu ülkelerin kervanına İskandinav ülkelerinden İsveç de katıldı ve orada da aşırı sağ parti önemli oranda oy artışı gösterdi. Bütün bunlara Fransa, İngiltere ve İtalya gibi "Hıristiyan demokrat ve aşırı sağ" olmasa da, sözü geçen ülkelerle benzer Hıristiyan sağcı politik çizgideki iktidarların bulunduğu ülkeleri katarsak, sözünü ettiğimiz resim, çok daha belirgin hale gelir.

Geçen sene de AB'nin bir medeniyet projesi olduğuna inanan, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişine karşı açıklamaları bilinen ve İslamofobik-İslam karşıtı fikirlere sahip Belçika'nın "gri fare" lakaplı şimdiki sağcı Başbakanı Herman Van Rompuy, Avrupa Birliği'nin daimi ilk başkanı olarak seçilmişti. Bütün bunlar, Avrupa'da son yıllarda iyice belirginleşen "Hıristiyan demokrat ve aşırı sağ politik çizgi"nin Avrupa Birliği ölçeğinde de alabildiğine ağırlığını hissettirdiğini gösteriyor. Bu itibarla halihazırdaki durum itibari ile Avrupa'da yükselen politik çizginin "Hıristiyan demokrat merkez" ve "aşırı sağ" olduğunu rahatlıkla söylemek mümkündür.

Konjonktürel olmasını umduğumuz, Avrupa genelindeki aşırı sağın bu yükselişinin, son ekonomik krizin Avrupa'da beklenenden çok daha derinlerde hissediliyor olması ve bunun faturasının da Müslümanların da büyük bir sayısını oluşturduğu göçmenlere çıkarılıyor olması, kiliselerin boşalma emareleri göstermesi neticesinde Hıristiyanlığın güç kaybına uğraması başta olmak üzere, pek çok dini, siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel sebepleri bulunuyorsa da, bunun detaylı tahlilini konuyla doğrudan emprik ve teorik araştırmalar yapacak teolog, sosyolog, antroplog ve siyaset bilimcilerine bırakmak gerekir.

Yeni kurulan Wilders'li Hollanda "azınlık koalisyon" hükümeti

Bütün bu sözünü ettiklerimize son dönemde, özellikle Hollanda'da yaşayan Müslümanları ve göçmenleri yakından ilgilendiren bir gelişme eklendi ve ırkçı ve İslam karşıtı söylem ve eylemleriyle öteden beri bilinen Geert Wilders'in "Özgürlükler Partisi (PVV)", Liberal Parti (VVD) ve Hıristiyan Demokrat Merkez Parti'den (CDA) oluşan ve yaklaşık üç aydır görüşmeleri devam eden "azınlık hükümeti"ne dışarıdan destekleyen parti oldu. Bilindiği üzere, yaz aylarından önce yapılan parlamento seçimlerinde Geert Wilders'in partisi PVV, tahminlerin ötesinde başarı göstermiş; 150 sandalyelik parlamentoda 24 sandalye elde etmişti.

Hollanda'da 9 Haziran'da yapılan seçimlerde Mark Rutte başkanlığındaki Liberal Parti (VVD) 31 sandalye ile birinci, Amsterdam Belediye Başkanı iken Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin (PvdA) başına getirilen Job Cohe de 30 sandalye kazanmıştı. Eski Başbakan Jan Peter Balkanende'nin partisi CDA ise 41 milletvekilliğinden 21 milletvekiline düşerek tarihinde ender rastlanır bir oy kaybına uğramıştı. Bunun akabinde şu ana kadar dört ayrı hükümette başbakan sıfatı ile görev almış olan Balkanende parti liderliğinden istifa etmiş ve bir daha parlamento için aday olmayacağını belirtmişti. Bu gelişme akabinde, Protestanlar ile Katolikler arasında iki ana ayak üzerine kurulu olan Hıristiyan Demokrat Merkez Partisi CDA'nın liderliğine, beklendiği üzere, dışişleri bakanı da olan katolik asıllı Maxime Vergagen geldi.

Şu ana kadar söylediklerimizde esasen bir sürpriz ve anormallik yoktur. Seçimlerin esas sürprizi, Geert Wilders'in partisinin (PVV) 24 sandalye kazanması ve akabinde, Mark Rutte liderliğindeki Liberal Parti öncülüğünde kurulacak hükümete dışarıdan destek vereceğini açıklaması oldu.

Süreç nasıl işledi?

Seçimlerde ortaya çıkan bu sonuca göre, genelde üç veya iki partili koalisyonlarla yönetilen Hollanda'da hükümet kurma çalışmaları için Kraliçe Beatrix, "arabulucu/uzlaştırıcı" görevlendirdi. Arabulucunun parti liderleri ile görüşmesinin ardından da birinci olan Mark Rutte başkanlığında sağ bir hükümet kurulması görüşü ağırlık kazandı. Bu amaçla seçimlerden yenik ayrılmasına rağmen Hıristiyan Demokrat Merkez Parti (CDA) başkanı ve seçimlerde zafer elde eden Geert Wilders ile görüşmeler yapıldı. Bu görüşmeler, farklı farklı 4 "arabulucu"nun önderliğinde yaklaşık üç ay sürdü. Neticede 1 Ekim'de üç parti "hükümet protokolü"nde anlaşıp bunu kamuoyuna deklare ettiler. Buna göre "liberal-Hıristiyan merkez" kanatlara sahip "iki partili" azınlık hükümeti Geert Wilders'in PVV'i tarafından dışarıdan desteklenecekti.

Ne var ki bu sonuca özellikle Hıristiyan merkez parti CDA açısından hiç de kolay gelinmedi. Partinin bazı yaşlı kurmaylarının ağzından, Geert Wilders ile koalisyon kurulmaması yönünde telkinler kamuoyuna yansıdı ve bunun CDA'nın "merkez parti" olma vasfını ortadan kaldıracağını, ülkeyi zararlı sonuçlara götüreceğini, Hollanda'nın dış dünyadaki imajına zarar vereceğini, müteaddit defalar ifade ettiler. Ardından da önceki hükümetin Sağlık Bakanı olan Protestan asıllı Ab Klink, aynı kaygılarla partiden ayrıldığını ilan etti ve bunun CDA'nın bölünmesinin önünü açacağını vurgulamaktan da geri kalmadı. CDA içindeki iki ayrı milletvekilinin de Wilders'in partisi PVV ile koalisyon kurulmasına karşı çıktıkları öteden beri kamuoyuna yansıyan bilgiler arasında idi. Ancak partinin Balkanende'den sonra yönetimini devralan ve İslam'a ve Müslümanlara yönelik yer yer "aşırı" sayılabilecek görüşleri ile bilinen ancak bu görüşlerini merkez parti içerisinde çok da öne çıkaramayan eski Dışişleri Bakanı Maxime Vergagen, PVV ile koalisyon kurmakta ısrarlı idi. Sonunda 2 Ekim günü yapılan ve hükümet protokolünün oylandığı büyük CDA kongresinde duygulu ve hararetli tartışmalardan sonra %32 oranında karşı çıkanlara rağmen %68 ile yeni hükümet protokolü onaylandı. Bu kongre esnasında bu parti içerisindeki Türk kökenli siyasetçilerin Wilders ile yapılacak koalisyona karşı çıktıklarını belirtmemiz icap ediyor.

Hollanda'daki yeni koalisyon çalışmalarını ilginç kılan husus, hiç şüphesiz 150 sandalyelik parlamentoda, üç partinin ancak 76 altı rakamına ulaşmaları ve bir milletvekili ile çoğunluğu sağlamaları idi. Buna göre bir kişinin karşı oy vermesi hükümetin kurulamaması ile sonuçlanacaktı. Bu itibarla CDA içinde üç kişinin tereddüt göstermesi ve bu koalisyona karşı çıkmaları sürekli öne çıkarıldı ve bu kişiler üzerinde önemli oranda kamuoyu baskısı uygulandı ve bütün bu tereddütlere rağmen, Wilders'in partisinin dışarıdan destekleyeceği yeni koalisyon protokolü üzerinde anlaşmaya varıldığı ilan edilmiş oldu. Bu protokol "arabulucu" Ivo Opstelten tarafından Kraliçe'ye sunuldu. Belki de siz bu yazıyı okurken bu hükümet, bakanlarıyla birlikte açıklanarak göreve resmen başlamış olacak.

Yeni hükümetin dışarıdan destekçisi PVV ve lideri Geert Wilders Yukarıda da zaman zaman vurgulandığı üzere Hollanda'da kurulan yeni koalisyon hükümetinin en belirgin çizgileri olarak şunları öne çıkarabiliriz:

Her şeyden önce bu hükümet "aşırı" tonları ağır basan bir "sağ" hükümettir. Hatta dışarıdan destekçi Geert Wilders'in varlığı göz önüne alınacak olursa, İslamofobik yönlerinin ve yabancı karşıtlığının ağır bastığı söylenebilir. Zira her ne kadar koalisyon görüşmeleri esnasında sözlerinde bazı yumuşamalar görülse de, Geert Wilders koalisyon protokolünde ağırlığını hissettirmiştir. Daha da önemlisi "demoklesin kılıcı" gibi, azınlık hükümetinin icraatlarının sürekli takipçisi olacak olmasıdır.

Burada Wilders ve partisini kısaca analizini yapmak yerinde olacaktır. Bu parti aslında bir "tek adam" partisidir. Herhangi bir üyesi ve derinlikli bir programı yoktur. Üstelik üye kabul etmeyi de reddetmektedir. Parti hemen bütün desteğini İslam ve yabancı karşıtlığı söyleminden elde ediyor. Zira bu söylemin son yıllarda genelde Batı'da özelde de Hollanda'da önemli bir destekçisi bulunuyor. Buna göre Hollanda'da %15 ile %35 arasında konjonktüre göre değişen "ırkçı" eğilimlere sahip "İslam karşıtı tonları ağır basan" seçmen kitlesinden söz ediliyor. Geert Wilders bu seçmen kitlesini, belli söylemler ve eylemlerle donine edip onların desteğini maksimum derecede almaya çalışıyor. Wilders'e oy verenler arasında son dönemlerde İslam'a ve Müslümanlara sıcak bakmayan %25-30 dolayında Hıristiyan seçmenin de destek verdiği bilgileri de, kamuoyunda yer yer dillendiriliyor. Bazı kiliselere mensup din adamlarının da bunu açıkça deklare ettiklerine bile şahit oluyoruz. Tabiatıyla bu durumdan son derece rahatsızlık duyan ve buna karşı bir şeyler yapmak lazım geldiğini ifade eden kilise mensuplarının da var olduğunu belirtmek kadirşinaslık olacaktır.

Yeterince ironik bir durumdur ki, dışarıdan desteğiyle kurulacak koalisyon protokolünün ilan edildiği gün, toplumda ayrımcılık yaptığı, toplumu oluşturan unsurlar arasına "fitne" tohumları saçtığı gerekçesi ile hakkında daha önce bir grup Hollandalı tarafından açılan davada Geert Wilders'in, Amsterdam'da mahkeme önüne çıkarılmasıydı. Ne karar vereceği bir muamma olan bu mahkeme süreci bu ay sonun kadar devam edecek.

Bu itibarla aslında "özgürlükler ülkesi" olma vasfını son yıllarda kaybetmeye yüz tutan Hollanda'da önemli sayılabilecek oranda bir ırkçı ve İslam karşıtı geleneğin kemikleşmiş olduğunu söylemek mümkündür.

Hollanda'da "ırkçı" ve "İslam karşıtı" geleneğin köşe taşları

Bu gelenek, Pim Fortuyn'ın, ilk kez 1997 yılında Kültürümüzün İslâmlaşmasına Karşı: Temel Olarak Hollanda Kimliği adlı bir kitap yayımlayarak, İslâm ve Müslümanlar karşısındaki tavrını ortaya koymasıyla gün yüzüne çıkmıştır. 11 Eylül olayları Pim Fortuyn için bulunmaz bir fırsat olmuş ve 11 Eylül 2001'in akabinde, ilkel ve ırkçı terör Hollanda'da Müslüman kişi ve kurumlara saldırırken, Fortuyn haftalık Elsevier Dergisi'ndeki köşesinde "İslâm'a karşı soğuk savaş" açarak yeniden gündemi işgal etmeye başladı. Daha önce İslâm'ın çeşitli versiyonları olduğunu söyleyen Fortuyn, bu kez "Liberal İslâm ile fundamentalist İslâm arasındaki fark nisbîdir." diyerek İslâm'a karşı topyekün bir savaş açılmasını talep etmiş; 20 Ağustus 2001 tarihinde de siyasete gireceğini açıklamıştır. Artık Hollanda'da Hollanda toplumu için Fortuyn ile harakiri yapma günleri başlıyor demekti. Aralık 2001 tarihinde, "Leefbaar Nederland (Yaşanılır Hollanda)" ve ardından da "Leefbaar Rotterdam (Yaşanılır Rotterdam)" adlı yerel bir partinin 15 Mayıs 2002 seçimleri için onu aday göstermesiyle Fortuyn siyasal kariyerine başlamıştır. Ocak 2002 tarihinde Volkskrant Gazetesi'nde yayımlanan Fortuyn ile yapılmış bir röportajda anayasanın eşit muameleyi öngören ve ayrımcılığı reddeden 1. maddesinin kaldırılmasını talep etmiş ve İslâm'ı geri bir din ve kültür" olarak nitelemiş ve ardından da "Elimden gelse hiç bir Müslüman'ı içeri almam" sözleriyle de Müslümanlara karşı ayrımcılık niyetlerini açığa vurmuştur.

Hollanda'daki yeni koalisyon çalışmalarını ilginç kılan husus, hiç şüphesiz 150 sandalyelik parlamentoda, üç partinin ancak 76 altı rakamına ulaşmaları ve bir milletvekili ile çoğunluğu sağlamaları idi. Buna göre bir kişinin karşı oy vermesi hükümetin kurulamaması ile sonuçlanacaktı. Bu itibarla CDA içinde üç kişinin tereddüt göstermesi ve bu koalisyona karşı çıkmaları sürekli öne çıkarıldı ve bu kişiler üzerinde önemli oranda kamuoyu baskısı uygulandı ve bütün bu tereddütlere rağmen, Wilders'in partisinin dışarıdan destekleyeceği yeni koalisyon protokolü üzerinde anlaşmaya varıldığı ilan edilmiş oldu. Bu protokol "arabulucu" Ivo Opstelten tarafından Kraliçe'ye sunuldu. Belki de siz bu yazıyı okurken bu hükümet, bakanlarıyla birlikte açıklanarak göreve resmen başlamış olacak.

Yeni hükümetin dışarıdan destekçisi PVV ve lideri Geert Wilders Yukarıda da zaman zaman vurgulandığı üzere Hollanda'da kurulan yeni koalisyon hükümetinin en belirgin çizgileri olarak şunları öne çıkarabiliriz:

Her şeyden önce bu hükümet "aşırı" tonları ağır basan bir "sağ" hükümettir. Hatta dışarıdan destekçi Geert Wilders'in varlığı göz önüne alınacak olursa, İslamofobik yönlerinin ve yabancı karşıtlığının ağır bastığı söylenebilir. Zira her ne kadar koalisyon görüşmeleri esnasında sözlerinde bazı yumuşamalar görülse de, Geert Wilders koalisyon protokolünde ağırlığını hissettirmiştir. Daha da önemlisi "demoklesin kılıcı" gibi, azınlık hükümetinin icraatlarının sürekli takipçisi olacak olmasıdır.

Burada Wilders ve partisini kısaca analizini yapmak yerinde olacaktır. Bu parti aslında bir "tek adam" partisidir. Herhangi bir üyesi ve derinlikli bir programı yoktur. Üstelik üye kabul etmeyi de reddetmektedir. Parti hemen bütün desteğini İslam ve yabancı karşıtlığı söyleminden elde ediyor. Zira bu söylemin son yıllarda genelde Batı'da özelde de Hollanda'da önemli bir destekçisi bulunuyor. Buna göre Hollanda'da %15 ile %35 arasında konjonktüre göre değişen "ırkçı" eğilimlere sahip "İslam karşıtı tonları ağır basan" seçmen kitlesinden söz ediliyor. Geert Wilders bu seçmen kitlesini, belli söylemler ve eylemlerle donine edip onların desteğini maksimum derecede almaya çalışıyor. Wilders'e oy verenler arasında son dönemlerde İslam'a ve Müslümanlara sıcak bakmayan %25-30 dolayında Hıristiyan seçmenin de destek verdiği bilgileri de, kamuoyunda yer yer dillendiriliyor. Bazı kiliselere mensup din adamlarının da bunu açıkça deklare ettiklerine bile şahit oluyoruz. Tabiatıyla bu durumdan son derece rahatsızlık duyan ve buna karşı bir şeyler yapmak lazım geldiğini ifade eden kilise mensuplarının da var olduğunu belirtmek kadirşinaslık olacaktır.

Yeterince ironik bir durumdur ki, dışarıdan desteğiyle kurulacak koalisyon protokolünün ilan edildiği gün, toplumda ayrımcılık yaptığı, toplumu oluşturan unsurlar arasına "fitne" tohumları saçtığı gerekçesi ile hakkında daha önce bir grup Hollandalı tarafından açılan davada Geert Wilders'in, Amsterdam'da mahkeme önüne çıkarılmasıydı. Ne karar vereceği bir muamma olan bu mahkeme süreci bu ay sonun kadar devam edecek.

Bu itibarla aslında "özgürlükler ülkesi" olma vasfını son yıllarda kaybetmeye yüz tutan Hollanda'da önemli sayılabilecek oranda bir ırkçı ve İslam karşıtı geleneğin kemikleşmiş olduğunu söylemek mümkündür.

Hollanda'da "ırkçı" ve "İslam karşıtı" geleneğin köşe taşları

Bu gelenek, Pim Fortuyn'ın, ilk kez 1997 yılında Kültürümüzün İslâmlaşmasına Karşı: Temel Olarak Hollanda Kimliği adlı bir kitap yayımlayarak, İslâm ve Müslümanlar karşısındaki tavrını ortaya koymasıyla gün yüzüne çıkmıştır. 11 Eylül olayları Pim Fortuyn için bulunmaz bir fırsat olmuş ve 11 Eylül 2001'in akabinde, ilkel ve ırkçı terör Hollanda'da Müslüman kişi ve kurumlara saldırırken, Fortuyn haftalık Elsevier Dergisi'ndeki köşesinde "İslâm'a karşı soğuk savaş" açarak yeniden gündemi işgal etmeye başladı. Daha önce İslâm'ın çeşitli versiyonları olduğunu söyleyen Fortuyn, bu kez "Liberal İslâm ile fundamentalist İslâm arasındaki fark nisbîdir." diyerek İslâm'a karşı topyekün bir savaş açılmasını talep etmiş; 20 Ağustus 2001 tarihinde de siyasete gireceğini açıklamıştır. Artık Hollanda'da Hollanda toplumu için Fortuyn ile harakiri yapma günleri başlıyor demekti. Aralık 2001 tarihinde, "Leefbaar Nederland (Yaşanılır Hollanda)" ve ardından da "Leefbaar Rotterdam (Yaşanılır Rotterdam)" adlı yerel bir partinin 15 Mayıs 2002 seçimleri için onu aday göstermesiyle Fortuyn siyasal kariyerine başlamıştır. Ocak 2002 tarihinde Volkskrant Gazetesi'nde yayımlanan Fortuyn ile yapılmış bir röportajda anayasanın eşit muameleyi öngören ve ayrımcılığı reddeden 1. maddesinin kaldırılmasını talep etmiş ve İslâm'ı geri bir din ve kültür" olarak nitelemiş ve ardından da "Elimden gelse hiç bir Müslüman'ı içeri almam" sözleriyle de Müslümanlara karşı ayrımcılık niyetlerini açığa vurmuştur.

Kaynak: Doç.Dr. Özcan Hıdır / Rotterdam İslam Üniversitesi / Zaman

Haber Ara