Muhtemel bir nihai anlaşmanın bazı unsurları belli. 1967 sınırları tarihi Filistin topraklarının % 78'ini kapsıyordu. İsrail şimdi Batı Şeria'da bir miktar toprağa daha el koyacağına göre, bağımsız Filistin devletine % 20'den daha azı kalacak. Doğu Kudüs'ün ne kadarının ve hangi koşullarda Filistin'e bırakılacağı henüz bilinmiyor. Buna karşılık müzakereler başlamadan önce Netanyahu başka koşullar açıkladı: Filistin devleti silahsız olacak. Sınırları ve hava sahası İsrail tarafından kontrol edilecek. İsrail, güvenlik nedeniyle Ürdün Vadisi'nde asker bulundurma hakkına sahip olacak ve o bölgede denetimi elinde tutmaya devam edecek. İsrail devletinin Yahudi niteliği Filistin tarafından kabul edilmedikçe de, hiçbir şey olmayacak. İlk bakışta masum bir istek gibi görünen bu son koşulun arkasında, beş milyon Filistinli göçmenin vatanına dönme hakkından feragat etmesi ve halen İsrail nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan Filistinliler için yeni ve ağır müeyyideler saklı. Yaser Arafat ile Ehud Barak arasında 2000'de yürütülen Camp David müzakerelerinin kopmasının nedeni tam bu konuydu.
Müzakereler, ABD'ye diklenebilen, Başkan Obama'ya bile verdiği sözleri yutturabilen güçlü Netanyahu ile seçimlerde aldığı temsil yetkisi çoktan sona ermiş, bölünmüş bir Filistin'in lideri ve elinde hiçbir gerçek güç bulunmayan Abbas arasında geçiyor. Zayıf bir konumda bulunan Abbas'ın, sadece bir bölümü yukarıda özetlenen ve Arafat'ın bile göze alamadığı acı tavizleri tek başına kabul etmesi, etse bile bunları uygulayabilmesi herhalde beklenemez.
Ortadoğu'da barışın paradoksu
Ancak bugün gelinen noktada Ortadoğu barış müzakerelerinin paradoksu, Filistin tarafının zayıf ve ağır tavizler verebilecek şekilde köşeye sıkışmış durumuna rağmen barış arzu etmeyen tarafın İsrail olması. Netanyahu, bir taktik oyunu oynuyor. Amacı zaman kazanmak ve mevcut müzakereleri, o da ancak mecbur kalırsa, kısmi bir barış anlaşmasıyla Batı Şeria'da arazisi ve egemenliği iğdiş edilmiş bir sahte (pseudo) devletçik ile neticelendirmek. Nihai barışı ise keyfi olarak yorumlanabilecek bir dizi koşula bağlı ve yıllara yayılmış bir hedef haline dönüştürmek istiyor.
Bu oyunun, zaman içinde Filistin tarafının daha da geriletilmesi hesabına dayandığı, o arada mesela iki sene sonra Obama yerine Cumhuriyetçi bir yönetimin Washington'da işbaşına gelmesi gibi gelecekteki değişik ihtimalleri göz önünde bulundurduğu tahmin edilebilir. Görünen o ki; İsrail zaman içinde, Batı Şeria'da tarihi Filistin topraklarının daha da fazlasını gasp edebileceği; göçmenler ve Kudüs'ün statüsü gibi konularda bastırıp daha ağır tavizler çıkarabileceği; Hamas'ı etkisizleştirip tamamen kendine bağlı bir Filistin devleti oluşturabileceği gibi hesaplar içinde.
Bu tutumun pek çok işareti var. Netanyahu'nun 'kısmi barış' adını verdiği oyun, kendi açıklamalarında mevcut. İktidar ortağı fanatik ve aşırı dinci partiler, mevcut hükümetle adil ve kalıcı bir barışın mümkün olamadığının bir başka göstergesi. Herkes biliyor ki, barış için Filistinlilerin birliği şart. Ona rağmen son yıllarda bütün İsrail hükümetleri bu birliği engelleme peşinde oldu. Nihayet İsrail'in müzakereler sürerken, kibar bir dille yeni yerleşmeler inşaatı adı verilen eyleme, yani savunmasız Filistinlilerin topraklarını çalmaya devam etmesi, kalıcı bir barış arayışında olmadığının bir başka kanıtı. Değişik hükümetler döneminde Filistin topraklarını gasp etmeyi sürdürmesi, aynı zamanda İsrail'in akıl dışı davranışının da bir göstergesi: Kendisi için en önemli şeyin bölgede güvenlik içinde yaşamak olduğunu sürekli söyleyip duran bir ülkenin, komşusunun toprağını çalmaya hiç ara vermeden devam etmesi acaba başka nasıl açıklanabilir?
Halbuki kalıcı bir barış şansını önemli ölçüde artıracak farklı bir yol izlenebilirdi. Elbette önce yeni yerleşmeler adı altındaki İsrail yayılması durdurulmalıdır. Ayrıca müzakerelerden önce sırayla şu adımlar da atılabilirdi: Taraflar arasında güven artırıcı etkisi olacak ve pazarlıkları uzun süredir devam eden esir değiş tokuşunun sonuçlandırılması, Fetih-Hamas arasındaki görüşmelerin tamamlanarak Filistin milli uzlaşmasının sağlanması, Gazze ablukasının kaldırılması ve Filistin seçimlerinin yapılması.
Model ortaklık
Her şeye rağmen ABD liderliğinde yürüyen sürecin başarısı için Türkiye'nin elinden geleni yapacağı, kendisinden beklenebilecek bütün katkıları en samimi bir yaklaşımla sağlayacağı da muhakkak. Başkan Obama'nın "model ortaklık" diye nitelendirdiği işbirliği için Ortadoğu barış süreci iyi bir fırsat yaratıyor. Ortadoğu için Türkiye'nin ve Amerika'nın uzun vadeli değerleri ve hedefleri uyum içinde. Bunların gerçekleşmesi yönünde Türkiye'den daha fazla katkı yapabilecek bir başka bölge ülkesi yok. Somut açıdan bakıldığında İsrail-Arap ihtilafı, Irak, İran, Lübnan gibi bölgesel konularda, hedefler açısından kapsamlı bir ortak anlayış görülüyor. Ancak o hedeflere nasıl varılacağı konusunda bazen farklı yaklaşımlar ortaya çıkabiliyor.
Diğer taraftan, model ortaklık tanımındaki "ortaklık" unsurunun kavramsal düzlemde içinin iyi doldurulmasında fayda var. Atılacak ilk adımlardan biri, soğuk savaş döneminin alışkanlıklarının terk edilmesi olmalı. İyi ortaklık, bir başkentte alınan kararların diğer başkentte tartışmasız kabul edilmesi değil, değişik sorunlar üzerindeki farklı analizlerin ve görüşlerin ortaklar arasında düzenli ve önyargısız bir şekilde konuşulabiliyor olması anlamına gelmeli. Esasen zaman içinde model ortaklığın etkisini büyük ölçüde artırabilmesi de buna bağlı. Türkiye'nin, dünyanın en büyük ekonomik ve askerî gücü Amerika'nın Ortadoğu'daki olağanüstü ağırlığını ve iki ülke arasındaki iyi ilişkilerin Ortadoğu'yu aşan hayati önemini göz önünde bulundurması gerekiyor. Amerika ise bugüne kadar Ortadoğu'ya barış ve istikrar getirmekte başarılı olamadığını; mevcut durumun bölgedeki Amerikan karşıtlığını artırdığını ve uluslararası terör örgütleri için çok elverişli koşullar yarattığını; bölgenin hiç kimsenin çıkarlarıyla bağdaşmayan felaketlere sürüklenebileceğini ve yeni yaklaşımlara duyulan şiddetli ihtiyacı görmeli.
Kaynak: Haluk Özdalga - AK Parti Milletvekili / Zaman