Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Türkiye'de yumuşak güç devrimi

Kısacası, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'na ait olan topraklarda bir yumuşak güç (soft power) devrimi yolda. Halk devrimlerinin tamamında olduğu gibi itici güç olan fikirler -kültüre gömülü ve kültürle nakledilen fikirler- ve Fethullah Gülen'in ilerici, liberalleştirici doktrinleri Türkiye'yi dönüştüren kültürel devrim açısından büyük önem taşıyor.

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-29 13:20:00

Türkiye'de yumuşak güç devrimi
Merkezi İngiltere'de bulunan forum sitesi Open Democracy'nin 27 Eylül 2010 tarihli internet sayfasında, R.Scott Appleby imzasıyla yer alan metninde şunlara yer verildi;

Dinî Topluluklarla Diyalog, Dünyanın Her Yerinde Demokrasiyi, İnsan Haklarını ve Dinî Özgürlüğü Geliştirmenin Yollarından Biridir. Diyalog Kurulamaması Hâlinde ise Laik Köktenciler Gelişmeleri Hepimiz Gibi Dışarıdan İzlemek Zorunda Kalır.

Chicago Küresel İlişkiler Konseyinin "Yurt Dışındaki Dinî Topluluklarla Diyalog Kurmak: ABD'nin Yeni Dış Politika Zorunluluğu" adlı raporunda, "hükûmetin tamamının" "din konularında bilgilendirilmesi" gerektiği belirtilirken,Amerikan sivil toplum kuruluşları, yüksek öğrenim kurumları ve iş dünyasına, dünyanın seçkin dinî topluluklarıyla sıkı ilişki içinde olma çağrısı yapıldı. Rapor bununla kalmayıp Obama yönetimini, dünyada dinî özgürlüğü savunmaya ve uygulatmaya çağırıyor.
Sorun şurada: ABD ne tür dinî topluluklarla diyalog kurmalı ve ne dereceye kadar?

Dinî gruplarla ortak çıkarlar çerçevesinde iş birliği yapmanın demokrasiyi geliştirmek ve küresel refahı artırmak için gerekli bir unsur olduğu yönündeki tezimiz ABD ve Avrupalıların çoğunu şaşırtacaktır. Şu sorunun yanıtını istiyorlar: Din, mutlakiyetçilik, hoşgörüsüzlük ve baskı demek değil midir, özellikle de hükûmetler tarafından desteklendiğinde? Yanıtın anlaşılması tabii ki zor. Din, aslında haksızlıklara karşı çıkan, insan onurunu savunan, şiddetin azalmasından yana affetmeyi teşvik eden, aynı zamanda iyi yönetim ve iş dünyasında dürüstlükten yana bir kurum. Aşırı dincilerin gazete manşetlerine taşınması da dinin temel ilkelerini ihlal etmeleri, adaletsizliğe cevaben şiddet ve cezalandırma yöntemlerine başvurmaları nedeniyledir.

Ancak bütün bunlar, kendilerini hak ve hukukun tek temsilcisi olarak gören laiklik yanlısı köktenciler için de geçerli. Üstelik laik köktencilerin elinde daha fazla denetim gücü var.

Peki laik köktencilik de ne oluyor? Bu laiklikle tamamen çelişen bir terim değil mi? İlahiyatçı Paul Tillich'in kısa ve öz tanımına göre değil. Tillich "din"i "büyük önem arz eden şeyler" olarak tanımlıyor. Laik "köktenciler" için en fazla önem arz eden şey de materyalist bir dünya görüşünün zaferi ve dinî muhalefete baskı.

Bugün dünyada laiklerle dinî güçler arasında bir rekabete tanıklık ediyoruz. Her iki tarafta da köktenciler var. Günümüz Orta Doğu'sunun eksen ülkesi olarak görülen Türkiye'de de durum bundan ibaret. Çin hariç hiçbir ülkenin ekonomisi bu kadar hızlı büyümüyor. İçinde bulunduğumuz yüzyılda hiçbir toplum bu süratte modernleşmedi ve uluslararası profili bu kadar hızlı yükselmedi. Aslında Türkiye dünyada Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin en güçlü ve nüfuzlusu olma yolunda. İslamlaşan ve demokratikleşen diğer ülkeler için bir örnek teşkil ediyor. Dinî azınlıklara tam olarak hak verildiğinde emsalsiz bir dinî özgürlük rejimine dönüşme ihtimali var.

Müslüman Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yönetimindeki iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi, kendisinden önceki hükûmetlerin yapamadığını yaptı. AK Parti şeffaf, etkili ve dürüst bir yönetimle yandaşçılık, yetersizlik ve yolsuzluğun iktidar partilerinin ayrılmaz bir parçası olmadığını gösterdi. Yedi yıldır duyarlı bir hükûmet tarafından yönetilen Türk halkı, açıkça "derin devlet" olarak tanımlanan, katı laik milliyetçi elitin gölge hükûmetinin dalaverelerinden bıktı.

Kısacası Türkiye'deki köktenciler genellikle laiklik yanlıları arasından çıkarken, Erdoğan ile özdeşleştirilen ılımlı İslamcılar ise hoşgörü ve şeffaflığı savunuyor.
Erdoğan ve Partisi generallerle mücadelelerini kazanmak üzere. Katı laiklik yanlılarıyla dolu olan, ateşli medya ve toplum baskısını da karşısına alan 11 üyeli Anayasa Mahkemesi, 8 Temmuz'da doğru yolu buldu ve AK Parti destekli Anayasa reform paketininin çoğu maddesinin referanduma gitmesine izin verdi. Güneş Murat Tezcür'ün Open Democracy'de yayımlanan "Türkiye Referandumu: Bir Demokrasi Dinamiği" (16 Eylül 2010- abone haber no.96) adlı makalesinde yazdığı gibi 12 Eylül'deki Anayasa referandumunda ordu ve "derin devletin" yetkilerini sınırlandıran değişiklik paketi seçmen çoğunluğuyla onaylandı.

Değişiklik listesindeki en tartışmalı maddeler, hem Türkiye Anayasa Mahkemesinin hem de hâkimleri ve savcıları denetleyen yargı organının üye sayısının artırılmasını ve atama prosedürlerinin değiştirilmesini içeriyor. Ayrıca vatandaşların doğrudan Anayasa Mahkemesine başvurabilmelerinin de yolu açılıyor. Tezcür, "Bu değişiklikler, Türkiye Cumhurbaşkanlığının ve Parlamentosunun ordu ve yargı gibi bürokratik kurumlar üzerindeki gücünü, bu kurumların siyasi özerkliklerini azaltarak artırıyor." diye yazıyor. Anayasa değişiklikleri Türkiye'nin sistemini açacak ve seçilmemiş elitin gücünü azaltacak.

Kısacası, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'na ait olan topraklarda bir yumuşak güç (soft power) devrimi yolda. Halk devrimlerinin tamamında olduğu gibi itici güç olan fikirler -kültüre gömülü ve kültürle nakledilen fikirler- ve Fethullah Gülen'in ilerici, liberalleştirici doktrinleri Türkiye'yi dönüştüren kültürel devrim açısından büyük önem taşıyor. Gülen, dinî hoşgörü, kültürler arası diyalog ve yoksulluğa karşı toplumsal eylem felsefesini yaymaya adanmış, birlikte bir sivil toplum oluşturan, ilk ve orta okullar, kolejler, hastaneler, medya kuruluşları ve sivil örgütlerden oluşan küresel bir ağa ilham kaynağı olan Pennsylvania'da yaşayan bir Türk vaiz.

Gülen'i eleştirenler de var. Dinî çoğulculuğu desteklemesi ve takipçilerinin cami değil okul yapmasında ısrar etmesi, bazı İslamcıların Gülen'in "İslami olmayan bir İslam" vazettiği sonucuna varmalarına neden oluyor. Türkiye'nin katı laik çevrelerinden bazıları ise İslam'ın böylesine açık fikirli, etkili bir figür yaratabileceğine inanamıyor ve bu nedenle Gülen'in ve takipçilerinin iki yüzlü bir oyun oynadıklarından şüpheleniyorlar. Bütün İslamcılar gibi Gülen hareketinin de neticede şeriat ve teokrasi ilan etmek istediğini ileri sürüyorlar.

Laik köktencilerin İslamcı hareketler konusunda yaptıkları gibi, bir hareket sadece aşırılık yanlılarının davranışlarına bakılarak yargılanmamalı. Şayet bir ağaç meyveleriyle biliniyorsa Gülen hareketi mensupları şimdiye kadar bu suçlamaları hak edecek bir davranış sergilemediler. Laik ve dinî aşırılık yanlılarının eleştirilerine rağmen, Türk Müslümanlar büyük ölçüde modern kültürü ve liberal siyasi değerleri kucaklarken, dinî inançlarını giderek daha rahat bir şekilde ifa ediyorlar. Hareket, enerjisini gençlerden alıyor ve bu genç profesyoneller ifade çeşitliliğinin ve çoğulluğunun yanı sıra geleneksel dinî uygulamaları benimsemekte bir çelişki görmüyorlar.

Gülen hareketi gibi dinamik dinî akım belirleyiciler, gençleri din şemsiyesi altında harekete geçirmenin yumuşak bir dokunuş istediğini biliyorlar. Ortamları, uluslararası arkadaşlık ağları. Hızla küreselleşen dünyada bu tür çabalar asla yerel kalmıyor ve dolaylı da olsa siyasi etkisi de oluyor.

Başlangıçtaki soruya dönersek ABD üniversiteleri ve gençlik hareketleri, vakıfları ve iş çevreleri kiminle diyalog kurmalı? Hangi amaçlarla?

Gerçekten ılımlı ve ilerici bir İslam mümkün ve popüler olabilir mi? Demokrasi, ekonomik kalkınma, Batı yanlısı politikalar İslam ile birlikte var olabilir mi? Akademisyenler Gülen fenomenini eleştirel bir gözle inceliyorlar. Üniversiteler öğrenci ve fakülte değişimleri yapıyor.

Ancak bu yeni başlayan ortaklıkların hiçbiri, Türkiye'deki İslam ile ciddi ve yapıcı bir şekilde diyalog kurulmadıkça devam etmeyecektir. Günümüzde, dinî cemaatlarle ve ağlarla hükûmet veya sivil toplum kuruluşları yoluyla diyalog kurmak istisnai bir durum.

Ancak diğer kültürlerle dinlerle diyalog kurmanın olası sonuçlarını göz ardı etmek başarısızlığa neden olacak bir politika. Avrupa "İslami" Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne kabulü konusunda haksızca çıtayı yükselterek büyük bir hata yaptı. Laik Avrupalı politikacılar, Avrupa bölgesini kültürel bir şovenizmle bir Hıristiyan medeniyeti olarak ilan ettiler.

Türkiye, kayda değer ekonomik ve siyasi dönüşümün eşiğinde olan, dinî açıdan coşkun tek ülke değil. Demograflar, 2030'a kadar Çin'in devasa bir Hıristiyan ve Müslüman nüfusa ev sahipliği yapacağı tahmininde bulunuyorlar. Hindistan, Hindu uyanışa zıt akımlarla kültürel ve siyasi olarak şekillenmeye devam ediyor. Pentecostal Hıristiyanlığın Latin Amerika, Sahra Afrikası ve Asya'nın güneydoğusunda etkisi genişliyor. "Diyalog kuramamak", laik köktencileri, hepimiz gibi gelişmeleri dışarıdan izlemeye mecbur bırakacaktır.

BYEGM
SON VİDEO HABER

Münbiçli Arap esnaf, PKK/YPG'yi anlattı

Haber Ara