İslamcı köktenciliğin Türkiye'de hiç kökeni olmadı
Türkiye'deki İslam, ulus devletin bir görev alanıdır. Mesela imamların eğitimini Diyanet İşleri Başkanlığının düzenlemesi bunun bir göstergesidir.
15 Yıl Önce Güncellendi
2010-09-21 17:37:00
Alman Heise yayınevinin internet dergisi olan Telepolis'in 20 Eylül 2010 tarihli sayfasında, Eren Güvercin'in Dominiklerin İstanbul'daki eski temsilcisi Rahip Richard Nennstiel ile yaptığı mülâkatta özetle şunlara yer verildi:
Rahip Richard Nennstiel, şu an Hamburg'daki Dominikler meclisinde ikâmet ediyor ve orada Hıristiyan- İslam Diyaloğu ile ilgilenen Dominikler Hıristiyan-İslam Tarihi Enstitüsünün başkanlığını yapıyor. Nennstiel, papazlık eğitimine ilişkin stajını İstanbul'da yaptı ve bir süreliğine Şişli'deki Alman Topluluğunda görev aldı. Rahip, Telepolis dergisi için çalışan Eren Güvercin ile İstanbul'daki Dominiklerin tarihi ve Türkiye'deki Hıristiyan azınlıkların durumu hakkında görüştü.
GÜVERCİN: Özellikle de Heybeliada'da bulunan ruhban okulunun yeniden açılmasına bağlı olarak, son zamanlarda Hıristiyanların Türkiye'deki durumları sıkça tartışılıyor. İstanbul'da edindiğiniz gözlem ve deneyimleriniz doğrultusunda, Hıristiyanların Türkiye'deki bugünkü durumu sizce nasıl?
NENNSTIEL: Öncelikle, Türkiye'de doğup orada yaşayan Hıristiyanlar ile geçici olarak Türkiye'de bulunan Hıristiyanları birbirinden ayırmak gerekir. Onlar farklı bir statüye sahip. Türk Hıristiyanlar, daha önceden de olduğu gibi tabii ki bazı baskılara maruz kalıyorlar. Türk anayasasında bireysel din özgürlüğü hakkı yer alıyor. Herkes kendi dinini uygulama hakkına sahip. Ancak din adamlarının, örneğin kiliselerde veya kilise benzeri topluluklarda bir araya gelmeleri ve misyon olarak adlandırılan görevlerini yerine getirmelerine ise izin verilmiyor. Burada misyon, Türk devleti tarafından geniş anlamda yorumlanıyor. Hıristiyanlık ile ilgili dergi veya broşür dağıtmak da yasak. Yeni kiliselerin inşa edilmesine izin verilmediği gibi kiliselerin restore edilmesinde de genellikle sıkıntı yaşanıyor. Hıristiyanların ordu, hukuk sistemi ve yüksek öğrenimle ilgili alanlarda devlet görevine gelmesi de imkânsız.
Fakat Hıristiyanların Türkiye'de yalnızca yüzde 0,7 oranında bir nüfusa sahip olduklarını da kabul etmek gerekir. Bu da demek oluyor ki Hıristiyanlar yok olmaya yüz tutmuş az sayıda bir azınlığı ifade ediyor. Asıl sorun, Hıristiyanların azınlık haklarının genişletilmesinin Türkiye için gerçekten de bir tehdit oluşturup oluşturmayacağı. Burada, Osmanlı İmparatorluğu'nun sonunda yaşanan bağımsızlık savaşına bağlı bir travma yer alıyor. Azınlıklar, başta Hıristiyan azınlıklar olmak üzere, halk içinde –bu ulus birliğini tehdit eden- bir nevi 5. tabaka olarak kabul ediliyordu. İç savaşın getirdiği bu ana düşünce ve temel his, bugünlere kadar taşındı ve ne yazık ki okul kitaplarında buna hâlen rastlanmakta.
Oysa Türkiye'nin etnik yapısına bakıldığında, homojen yapıda bir ulus devletine çok uzak olduğu hemen anlaşılıyor. Sonuç olarak Türkiye, nihayetinde oldukça heterojen bir devlet. Fakat Türkiye'yi homojen bir ulus devleti yapma düşüncesi ve hatta ideali mevcut. Yani, Sünnî İslam'ın Hanefi yönünde bir devlet dini olduğu bir Türk devleti.
Türkiye'deki İslam, ulus devletin bir görev alanıdır. Mesela imamların eğitimini Diyanet İşleri Başkanlığının düzenlemesi bunun bir göstergesidir. Cami arsaları devletin sorumluluğundadır. Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye'nin en büyük resmî dairelerinden biri. Prensipte, İslam da özgür değil ve Atatürk'ün düşünce yapısına göre hâlâ bir devlet meselesidir ve devlet tarafından kontrol altında tutuluyor. Bunun sebebi, Türkiye'nin yeniden bir İslamlaşmayla gerileyeceği tehlikesinin görülmesidir.
Türk Toplumu Üç Akımdan Etkileniyor
GÜVERCİN: Son yıllarda Türkiye'de Hıristiyanlar açısından bir ilerleme oldu mu?
NENNSTIEL: Ben bir değişim görüyorum. Mesela İstanbul'da İstiklal Caddesindeki kitapçıların vitrinlerine baktığınızda bütün büyük düşünürleri görebilirsiniz. Focault, Derrida, Levinas. Birçok tarihî eser tercüme ediliyor. Aslında entellektüel alanda belirgin bir açılım var.
Diğer yandan İslam, toplumda yine yüzünü gösteriyor. Tabii ki Türkiye çoğunluğu Müslüman olan bir ülke. Ben bunun bir yeniden islamlaşma olduğuna inanmıyorum. Zaten mevcut olan İslam, görünür olmaya başlıyor. Bir de üçüncü bir akım var. Milliyetçi odaklı bu akım, AB katılımına karşı ve Atatürk görüşündeki milliyetçi bir kimlikte vuku buluyor.
Bu üç grup arasındaki ilişkiler şimdi gergin durumda. Öldürülmesinin ardından halk arasında büyük ilgi uyandıran Hrant Dink davasında, cinayetin ardında aşırı sağ milliyetçi grupların bulunduğu görüldü. Bu gruplar önlemleriyle, Türkiye'nin yurt dışında reddedilmesini sağlamaya ve AB üyeliğini önlemeye çalıştı.
Bu yüzden Türkiye'de meydana gelen her olayda şu önemli soruyu sormak gerekiyor: Bu kimin çıkarınadır ve bunun arkasında kim var? Sonra bazı tahminlerde bulunmak mümkün. Mesela kilise saldırılarında da bu soru soruluyor. Ben köktendincilerin bu tür olaylardan çok da sorumlu olduğuna inanmıyorum, çünkü Türkiye'deki ya da Osmanlı İmparatorluğu'ndaki İslamcı köktendinciliğin aslında hiçbir zemini olmadı.
Dini Azınlıklar, Ulusal Kimliğe Karşı Her Zaman Bir Tehdit Olarak Görüldü
GÜVERCİN: Dini azınlıkların ulusal kimliğe karşı her zaman bir tehdit olarak görüldüğüne değinmiştiniz. Bu endişe neden kaynaklanıyor?
NENNSTIEL: Osmanlı İmparatorluğu'nda Avrupa devletlerinin gittikçe güçlenen bir etkisi görülüyordu. Hep gruplaşmalar vardı. Yani Fransa, Katolik kilisesinin koruyucu devletiydi, İngiltere, Anglikan kilisesinin, daha sonra da Rusya, Ortodoks kilisesinin koruyucu devleti oldu. Böylece dinî bir etmenle ulusal bir etmen arasında bağ kuruldu. Dinî ve millî faktörler tarihte hep daha büyük bir rol oynadılar.
Haber Ara