Dolar

34,9466

Euro

36,7211

Altın

2.977,22

Bist

10.125,46

Muhammed Arkoun ve Kur'an-ı Kerim

Muhammed Arkon, bir taraftan Kur'an'ın tarihselliğinden bahsederken, diğer taraftan da Kur'an'ın birliğinin eklemek veya çıkarmak suretiyle bozulmaktan korunmuş olduğunun şüpheli olduğunu söyleyen görüşlerini dile getiriyor.

15 Yıl Önce Güncellendi

2010-09-16 01:33:00

Muhammed Arkoun ve Kur'an-ı Kerim
Abdulaziz Şuhata* / TİMETURK

Geçenlerde Üstaze "Fatıma Zehra"nın, "Kur'an'a Arkonî Bakış" isimli makalesini okudum. Makale, haftalık "el-Haberu'l-Usbûi" isimli derginin, 28 Temmuz 2007 tarihinde çıkan 439. sayısında yayınlandı.

Kur'an-ı Kerim ile ve Kur'an hakkındaki çalışmalarla ilgilenen biri olduğumdan, Muhammed Arkon'un, "Kur'an'ın tarihselliği" hakkındaki görüşlerini içeren bir değerlendirme yapmak istedim. Böylece bu konuda yapılan tartışmalara, özellikle de -Üstaze Fatıma Zehra'nın açıkladığı gibi- Kur'an'ı, Arap edebiyat mirasının bir parçası olarak eleştiriye tabi tutan ve Kur'an'ın bilimsel rolünü reddeden -Muhammed Arkon'un yaptığı gibi- görüşleri ve bakış açılarını düzeltmek ve eleştirmek konusundaki tartışmalara katkı sağlamış olacağım.

Muhammed Arkon, bir taraftan Kur'an'ın tarihselliğinden bahsederken, diğer taraftan da Kur'an'ın birliğinin (farklı versiyonlara sahip olmadığının) ve eklemek veya çıkarmak suretiyle bozulmaktan korunmuş olduğunun şüpheli olduğunu söyleyen görüşlerini dile getiriyor. İşte onun bu tür görüşlerini, ilim, mantık ve bilgi kriterlerine vurarak eleştiri ve değerlendirmeye tabi tutmak istedim.

Böylece söylediklerinin ne ölçüde bilimsel olduğunun -ki eğer böyleyse ona tâbi oluruz- veya ne ölçüde gerçeklerden uzak olduğunun -ki bu durumda da düştüğü hatalara dikkat çekmiş oluruz- ortaya çıkmasını hedefledim.

Aslında bir süreden beri şu konuları içeren bir çalışma yapmayı düşünüyordum:


- Kur'an'ın doğruluğu ve güvenilirliği

- Mushafların farklılığı (farklı lehçeler ile yazılmış olduğu).

- Rivayet edildiği gibi, Hz. Osman'ın bunlardan bazılarını (Kureyş lehçesi dışında yazılmış olanları) yaktığı.

- Kur'an'ın farklı şekillerde kıraat edilmesi (okunması).

- Bu farklılığın, "yedi harf" (yedi lehçe) ile olan ilişkisi -ki sahih hadislerin de vurguladığı gibi Kur'an bu yedi harf üzerine inmiştir.

- Ve bu konularda Goldziher gibi müsteşrikler eliyle başlatılan ve Muhammed Arkon gibi düşünürlerimiz tarafından devam ettirilen tartışmalar.

Ignaz Goldziher, "İslâm Tefsir Ekolleri" isimli kitabında, Kur'an metninin tek bir metin olduğu ve hiçbir bozulmaya uğramadığı konusunda şüpheler uyandırmaya çalışmıştır. Muhammed Arkon da, Kur'an'ın tarihselliğini vurgulamak ve Kur'an'ı, beşerî metinlerin tahlil metotlarına göre değerlendirmek noktasında, söz konusu meseleleri kendisine dayanak edinmiştir.

Tabi bunu yaparken, ilâhî hitabın özellikleri ile beşerî hitabın özelliklerini birbirinden ayırmadığı gibi, Hz. Peygamber dönemindeki şartlara bağlı olan muamelat meselelerindeki teşrii hitabın (Kur'an'ın hüküm koyucu hitabının) özelliği ile Kur'an'daki evrensel ve ebedi hitabın özelliği arasında da bir ayrım yapmamıştır.

Oysa ikinci durum, Allah'ın, nefislerdeki ve kainattaki ayetleri; tarih ve toplumdaki sünnetleri; ve gaybî hakikatler ile bağlantılı olup, zamanın, mekanın ve insanların şartlarının değişmesi ile değişmezler. Çünkü bunlar Allah'ın mutlak ve her şeyi kuşatan ilmini temsil ediyor. Yüce Allah bu konuda şöyle diyor: "Rabbinin kelimeleri (Kur'an), doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (En'am: 115).

Kur'an'ın haberlerinde doğruluk, hükümlerinde adalet vardır. Hata, Kur'an'ı tefsir edip yorumlayanlardan veya Kur'an'dan hüküm çıkaranlardan kaynaklanıyor olabilir. Çünkü bu kimseler, yorumlarında ve hükümlerinde, içinde bulundukları zamanın ve mekânın şartlarını gözetiyorlar. Yoksa hata, Kur'an'ın veya vahyin dile getirdiği hakikatin aslında değildir. Çünkü bunlar, kesinlikle ve asla hata yapmayan, mutlak ilahî ilmi ifade ederler.

Hatta gaybi ilimle bağlantılı olan şeyler de, insanın hırsını ve beklentisini, Kur'an'ın bahsettiği, Firdevs cennetindeki ebediliğe ve ebedî nimetlere yönelten, geleceğe ilişkin Kur'anî tasvirlerdir. Ancak insan için gerçekleşmesi istenen şey, filozofların istedikleri de olabilir. Örneğin Eflatun'un "ideal cumhuriyet"i gibi. Veya Farabi'nin bahsettiği "erdemli şehir" gibi.

Muhammed Arkon'un, Kur'an ile -genel olarak da İslâm düşüncesiyle- ilgili çalışmalarında takip ettiği yol, temelde Batılı analiz araçlarını kullanmaya dayanıyor. Örneğin modern dil ilimleri ve antropoloji gibi. Aslında amaç, ortalığı daha önce dile getirilmiş düşüncelerle doldurmak değil de, objektif ve nesnel bir bilimsellik ile gerçeğin peşinde koşmak olduktan sonra, bunda bir sakınca da yoktur.

Esasen Muhammed Arkon'un, Kur'an ile ve Kur'an'ın özelliklerinin belirlenmesiyle bağlantılı büyük meselelerdeki ayrıntılara girmeden önce, kendi konumunu kesin bir şekilde belirlemesi gerekir. Şu meseleler gibi:

Kur'an Allah'ın sözü müdür?

Kur'an, mucize midir? Ve kendisinden önceki kitapları nesh eden (onların hükmünü ortadan kaldıran) bir kitap mıdır?

Kur'an, tahrif edilmekten (bozulmaktan), korunmuş mudur?

Kur'an, Allah'ın sözü olması hasebiyle, kıyamete kadar, düşünceyi yanlışlardan koruyup düzeltecek, nefsi ıslah edecek ve medeniyet inşa edecek, ebedî nitelikte bir bilgi metodu sunabilir mi?

Evet, bu meselelerdeki konumunu belirlemeksizin, sadece bazı rivayetlere dayanarak, Kur'an metninin doğruluğu hakkında gürültü koparmak ve şüphe uyandırmaya çalışmak, Kur'an'ın kutsallığını, ilâhi olduğunu, eklemek veya çıkarmak suretiyle yapılacak her türlü bozulmadan korunmuş olduğunu, geçersiz kılmaya delil teşkil etmez. Çünkü Muhammed Arkon, bu gibi konularda, sadece bazı Mushafların yakıldığına –Abdullah bin Mesud'un Mushaf'ı gibi- işaret eden, yine Sünni ve Şii kaynaklarda yer alan ve bazı ayetlerin nesh edildiğine işaret eden bir takım rivayetlere dayanıyor.

Hz. Osman ve Kur'an komisyonu, mütevatir olarak Hz. Peygamber'den nakledilen sahih kıraatlere resmi bir nitelik kazandırmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Bu kıraatler, Kureyş ve Temim lehçeleri gibi fasih lehçelerdeki kıraatlerdir. Fasih dillerdeki şâz kıraatlerde, tefsirî (açıklayıcı/yorumlayıcı) ziyadeler vardır. Veya şâz kıraatler, fasih olmayan lehçelere göre okunmuşlardır.

Bu tür kıraatler, eski kaynaklarda yer alıyor olsalar da, ibadetlerde okunabilecek bir Kur'an olarak kabul edilmediler. Bu tür kıraatlerin zikredildiği eski kaynaklardan bazıları şunlardır: İbn-i Cinnî'nin "el-Muhtesib" ve "Muhtasar İbn-i Haleviyye" isimli eserleri ile İbn-i Atıyye'nin "el-Muharreru'l-Veciz" ve Ebu Hayan et-Tevhidî el-Endelüsî'nin "el-Bahru'l-Muhit" isimli tefsirleri. Bu iki tefsir bütün kıraatleri nakletmeye gayret etmiştir. İçinde "İbn-i Mesud Mushafı"nın da bulunduğu bu kıraatler, söz konusu bu iki tefsir kitabında nakledilmişlerdir. Dileyen o tefsirlere bakabilir.

Kıraatlerin çok oluşu, Kur'an'ın, yedi harf veya lehçe üzere inişinin ürünüdür. Bu lehçelerin her biri Arapların muteber lehçelerinden kabul ediliyor. Bu durum, Arap dili için bir nimettir. Çünkü söz konusu kıraatler, Arap dilinin bütün lehçelerini korumuş oldu. Hatta lehçelerin çirkinliklerini (çirkin ve kötü ifadelerini) bile.

Yine kıraatlerin çok oluşu, Kur'an'a özel bir mucizevî yön bahşediyor. Çünkü harekeleri ve noktalamaları olmayan bir Mushaf, birçok şekilde kıraat edilebilir. Bu da ona, Yüce Allah'ın şu ayetlerde belirttiği gibi, sınırsız manalar veriyor:

"De ki: eğer Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi." (Kehf: 109).

"Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah'ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Lokman: 27).

Benim nazarımda yedi harf, Hz. Peygamber (SAV) verilen "yedi mesâni"dir[1] ve satırlar âleminde -yani Kur'an'ı Kerim'de-, görünen âlemdeki yedi kat göklere ve yerlere benziyor. Eğer Kur'an, orijinalinde olduğu gibi, noktasız ve harekesiz okunacak olsa, yedi harf, sınırsız imkân sunan matematiksel bir uyuma ve elverişliliğe benzer.

Nitekim bir bedevî Arap "Sıbğatellah.ve men ahsenü minellahi sıbğaten?" (Allah'ın boyası. Allah(ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kimdir?" şeklindeki Bakara suresinin 138. ayetini, "San'atellah. ve men ahsenü minellahi san'aten?" (Allah'ın sanatı. Allah(ın sanatın)dan daha güzel sanatı olan kimdir?" şeklinde kendi lehçesiyle okurken, ortaya bahsettiğimiz durum çıkmıştır. (Bedevi burada, noktalama olmadığı için yazılışları aynı olan "be"yi "nun" olarak, "ğayn"ı da, "ayn" olarak okumuş ve böylece boya anlamına gelen "sıbğaten" kelimesi, sanat anlamına gelen "san'aten" kelimesine dönüşmüştür).

Yine "azâbî üsîbu bihi men eşâ" (Azabımı dilediğime isabet ettiririm) şeklindeki A'raf suresinin 156. ayeti, "azâbî üsîbu bihi men esâ" (Azabımı kötülük yapana isabet ettiririm) şeklinde okunurken de aynı durum söz konusu oluyor. (Burada da noktalama olmadığı için, "şın", "sin" olarak okunuyor ve "dilediğime" (eşâ) kelimesi "kötülük edene" (esâ) kelimesine dönüşüyor).

Yedi (7) sayısı, Kur'an'da ve bütün kâinat binasında, mucizevî bir sayıdır. Kıraatlerin çok oluşu, sayısız ihtimaller taşıyan Kur'an nassına yaklaşımda çeşitliliği temsil ediyor ve Kur'an için kesinlikle bir problem teşkil etmiyor. Aslında bu konu, bilimsel ve akademik bir çalışmayı gerektiriyor. Ben bu çalışmayı gerçekleştirmek için gerekli belgeleri ve kaynakları toplama aşamasındayım. Allah'ın izniyle çalışmayı tamamladığımda, bunu okuyuculara takdim edeceğim.

O halde düşünürlerimizin problemi, (tahrif edilmekten ve bozulmaktan) korunan vahiy naslarını, beşerî metinleri analiz etmede kullanılan kriterlere tabi kılmak istemeleridir. Bu istek, çok büyük bir bilimsel hata olup, bizi bilgi hatalarına düşürür. Çünkü beşerî bilgi nispi, ilahî hitap ise mutlaktır. İlahî hitap, -Sudanlı filozof Muhammed Haccı Ebu'l-Kasım'ın açıkladığı gibi- sözün, ilahî ve lûgâvi kullanımıdır. Yüce Allah da Kur'an hakkında şöyle diyor:

"Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resulüm!) Onu Ruhu'l-emin (Cebrail) indirdi. Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, Apaçık Arapça bir dille. O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında da vardır. Beni İsrail bilginlerinin onu bilmesi, onlar için bir delil değil midir? Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik de, Bunu onlara o okusaydı, yine ona iman etmezlerdi. Onu günahkârların kalplerine böyle soktuk. Onun için, acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. İşte bu (azap) onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir." (Şuara: 192-201).

Bir başka yerde de şöyle diyor: "O'nu (Kur'an'ı) şeytanlar indirmedi. Bu onlara düşmez; zaten güçleri de yetmez." (Şuara: 210-211).

*Batine Üniversitesinde öğretim görevlisi.

Bu makale Halil Kendir tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir

Yazının orijinali için tıklayın

Muhammed Arkon ve Kur'an-ı Kerim

SON VİDEO HABER

Uçakta olay çıkarıp, 'Türkiye'yi satın alırım' diye tehdit etti

Haber Ara