HSYK, vesayetten niçin vazgeçmiyor?
12 Eylül 2010 günü yapılacak referandum, geniş halk kitlelerine ulaşmayan gerçeklerin görünmesini sağladı. Anayasa Mahkemesi'nin kararından sonra hız kazanan referandum tartışmaları, tam bir turnusol işlevi görüyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-09-05 06:56:00
Maskelerin düşmesi, devam eden demokratikleşme süreci açısından, referandumdan bile önemli yararlar sağlayacaktır. Sözde, 12 Eylül darbe mağdurlarını temsil eden önemli kuruluşların, CHP, MHP, DİSK'in vs. 12 Eylül Anayasası'nı savunacağı kimin aklına gelirdi?! Bu referandum, yönetim kadrolarıyla taban arasındaki kopukluğu göstermesi açısından son derece faydalı olmuştur. Önümüzdeki ilk seçim, üst yönetimle tabanların hesaplaşmasına sahne olacaktır. Ya üst yönetimler değişecek veya önü tıkanan tabanlar başka mecralara kayacaktır.
Referandum, "üst yargı" kurumlarında da deprem etkisi yaratmış, toplumun projektörleri, AYM ve HSYK'ya çevrilmiştir. CHP'nin iptal başvurusu üzerine, Anayasa Mahkemesi'nin, yetkisi olmadığı halde tamamlanmamış bir yasama sürecine müdahale etmesi, başvuruyu incelemeye karar vermesi, kamuoyunda, şimdiye kadar görülmemiş bir tepkiye neden olmuştur. Özellikle, Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can'ın, esasa ilişkin bir kararın "yok" hükmünde olacağına ilişkin açıklamaları haftalarca tartışılmıştır. Yoğun kamuoyu baskısı altında "gizlice" toplanan Anayasa Mahkemesi, paketteki HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısıyla ilgili düzenlemelerin iptaline cesaret edememiş, ancak, bu kurumlara seçilecek üyelerin oylama usulünde yaptığı kritik değişiklikle, statükonun birkaç dönem daha uzamasına katkılarını(!) esirgememiştir. Anayasa Mahkemesi, tartışmalı bu kararından sonra, derin bir sessizliğe gömülmüş durumda.
Anayasa paketinin ikinci önemli kurumu HSYK ise adeta, siyasi parti gibi, "hayır" kampanyasının başını çekiyor. İnternete düşen ses kayıtları, bu kurumun yargı üzerindeki vesayetini ve hukuk devletiyle bağını gözler önüne seriyor. Ülkemizin yargı sistemini, yüksek yargı kurumlarına üye seçen HSYK dizayn ediyor. Yüksek mahkemeler de, kendisini seçen kurulun beklentilerine fazlasıyla karşılık veriyor. (Bugüne kadar, Yargıtay/Danıştay ile HSYK arasında bir zıtlaşmanın/gerilimin olmaması bu uyumdan kaynaklanmaktadır.) Tam bir kapalı kast sistemi, "sen beni seç ben de seni seçeyim" mantığı. Yıllardır devam eden bu ahbap çavuş ilişkisi ilk kez bu referandum sayesinde kamuoyuna mal oluyor, yüksek sesle tartışılmaya başlanıyor.
Aksiyon dergisi, son (821) sayısında "üst yargı sistemini" kapak yapmış. Üst yargıyla ilgili, çok önemli tespitleri var. Kapsamlı ve titiz bir çalışmanın ürünü. Bugünün üst yargı sistemini hatırlamak için, önemli bir arşiv niteliğinde. Dergide verilen rakamlar, yüksek yargıdaki kadrolaşmayı ve yargının nasıl politize olduğunu gözler önüne seriyor. Bülent Korucu ve Mehmet Özdemir imzasını taşıyan, kapak dosyası, "Yüksek Yargı Kulübü" başlıklı yazıda, Yargıtay üyelerinin % 40,3'ünün YARSAV üyesi olduğu tespiti yer alıyor. (Bu oran, elbette diğerlerinin YARSAV'la gönül bağı olmadığı anlamına gelmiyor.) Yazıda, Yargıtay'a seçilen üyelerin % 39'unun hemşehrilik kontenjanından seçildiği belirtiliyor. Yedi bölge ve 81 vilayetin olduğu bir ülkede, Yargıtay üyelerinin % 39'unun hemşehrilik kontenjanından seçilmiş olması, başlı başına klinik bir vaka. Yine, Yargıtay'a üye seçilen hakimlerin % 76,5'inin Ankara'daki hakim ve savcılar arasından seçilmesi, göstermelik bile olsa, bu kurulun, hiçbir kriter gözetmediğini gösteriyor. Bu bilgilerin kamuoyuna yansıması, adalet sistemini sırtında taşıyan hakim ve savcıları çileden çıkarırken, bu kurula olan güveni ortadan kaldırıyor, "hayır" talepleri, saltanatlarının devamı arzusu olarak algılanıyor.
Kurulduğu günden bugüne kadar, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla, HSYK'nın mevcut yapısını savunacak tek bir hukukçunun varlığını düşünemiyorum. Mevcut yapının devamını ancak, hukuku ideolojilerin aracı haline getirenlerle, hakim ve savcıların vesayet altına alınmasında çıkarı olanlar isteyebilir. Eski düzenlemeye göre, HSYK'nın boşalan üyeliklerine, Yargıtay ve Danıştay genel kurullarına (her üye için seçeceği üçer üye arasından) cumhurbaşkanı atama yapmaktaydı. (Cumhurbaşkanının seçiminin, sembolik bir anlam taşıdığını belirtmek gerekir.) Referandumdan sonra, binlerce hakim ve savcı "ilk kez" oy kullanacak, bu kurula kendi aralarından önemli sayıda üye seçecek. Kurulun 7 üyesini adli yargı, 3 üyesini idari yargı hakim ve savcıları seçecek. HSYK, sınırsız/sorumsuz bir yapıdan demokratik bir yapıya kavuşacak. HSYK, adına karar verdiği hakim ve savcıların kurula temsilci göndermesinden, kapalı kapılar ardındaki ilişkilerin sona ermesinden, rahatsızlık duyuyor. HSYK değişirse, arka bahçesi de (Yargıtay ve Danıştay) ellerinden kayıp gidecek.
HSYK'nın yapısının değişmesi, vesayet sisteminin değişmesi açısından son derece önemli ve gecikmiş bir adımdır. Vesayet kurumları birbirinden güç ve destek almaktadır. Vesayet sisteminin devamı için hayati önem taşıyan cumhurbaşkanlığı seçimlerine bunun için müdahale edilmiştir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, vesayet sistemine yönelik en önemli adım, HSYK ve AYM'nin yapısıyla ilgili düzenlemelerdir. Yasa dışı örgütlerin yargı içindeki uzantıları, HSYK değişirse ortaya çıkacak, kritik davalara (eskisi gibi) müdahale edilemeyecek, (AY 145. mad. değişikliğiyle) dava dosyaları mahkemeler arasında gidip-gelmeyecek, zamanaşımına uğramayacak, suç işlemeyi düşünenleri bir kez daha düşünmeye sevk edecektir.
Birkaç gün önce, ikisi daire başkanı, üç Yargıtay üyesinin internete düşen ses kaydında "Referandumun reddedilmesi için Öcalan'a çok ihtiyaç var." sözleri, gündeme bomba gibi düşmüştür. İşin ilginç yanı, konuşmaları yalanlanmamış, tam aksine doğrulanmıştır. Yargıtay üyelerinin tamamı, Danıştay üyelerinin dörtte üçü HSYK tarafından "atandığına" göre, Yargıtay ve Danıştay ile HSYK arasında organik bir bağ var demektir. Bundan birkaç ay önce, "Yargıtay üyelerinin, Erzincan savcısı Cihaner'i kurtarma planı"na ilişkin ses kayıtları internete düşmesine rağmen, Yargıtay'ın, deşifre olan bu planı uygulamaktan çekinmemesi, (ilk kez) fotokopi üzerinden dosyaları birleştirmesi, tüm sanıkları tahliye etmesi, HSYK ya vefa borcundan ve kendilerinden hesap sorulamayacağına olan güvenden kaynaklanmaktadır. Yargıtay ve Danıştay'ın, buna benzer, hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayan kararları, HSYK'nın atamalarının hasılatı/ürünüdür.
CHP liderinin, bu paketin Meclis'te kabulünden hemen sonra, "iki maddeyi (HSYK ve Anayasa Mahkemesi) paketten çıkarın, Meclis'te biz de evet diyelim" diye bir çıkış yaptığı hatırlanacaktır. Referandumda, HSYK ve AYM'nin mevcut yapısının devamı için "hayır" oyu kullanmayı düşünenlerin, bu iki kurumun demokrasiye ve hukuk devletine katkıları, artıları/eksileri üzerinde düşünmesi gerekmez mi? AYM'nin, kurulduğu günden beri, onlarca krizin başaktörü olduğu, mutlak ifade özgürlüğü kapsamında olan "sözler" nedeniyle, onlarca siyasi partiyi kapatıp, Türkiye'yi parti mezarlığına çevirdiği, kendi vicdanlarının dahi onaylamadığı 367 kararına imza attığı, milletin temsilcilerinin 411 oyunu geçersiz saydığı, kanunsuz yasaklar ihdas ettiği, onlarca kararında, temel hak ve özgürlükleri tehdit kapsamında değerlendirdiği, vs. herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
HSYK, AYM'den farksız mı? Yüksek mahkemelere atadığı üyelerle, koca bir ülkenin yargılama sistemini "dizayn eden" bu kurulun, bu eserinin sonuçlarından da sorumlu olması gerekmez mi? 1930'lu, 40'lı yılların Yargıtay kararları hukukçulara şiir tadı verirken, bugünün (çoğu birkaç satırdan ibaret) kararları, bırakın davanın taraflarını, bu kararı imzalayan yüksek yargıçları tatmin ediyor mu? Bunda, (en fazla) 2.Bölge mahkemelerinde yargıçlık/savcılık yapabilecek birilerinin mesleki yeterliliklerine bakılmaksızın atanmasının payı yok mudur? Ülkemizin hukuk uygulamasına yön veren bu "yüksek yargıçlarımız", (istisnalar hariç) hukuk dünyamıza hangi değerleri katmışlar, hukuk alanında bilimsel eserler vermişler, hukukun üstünlüğüne, hukuk devletine, adil yargılamaya, hangi katkıları sağlamışlardır? Bırakın geniş ölçekli bir yargı projesini, toplumsal yaşamımızı derinden etkileyen lokal krizlere dahi çare üretememişlerdir. Yüksek yargı kurumlarının başında bulunanlar, adli yıl açılışlarındaki politik söylemlerin dışında, etkin ve adil bir yargılama için somut bir reçete sunamamışlardır. Yargı sisteminin iflas ettiği, üst yargı kurumları tarafından yargıya müdahalenin had sayfada olduğu ve bunların alenen konuşulduğu bir ortamda, bunun baş sorumlularına dokunulmasın, bu kokuşmuşluk aynen devam etsin öyle mi? Sebebi ne olursa olsun, referandumda "hayır" oyu kullanacak olan herkesin, referandumdan sonra, akacak her damla kandan ve gözyaşından sorumlu olacaklarını, kayırmacılığa, adaletsizliğe, haksızlığa, karanlık ilişkilerin devamına ortak olacaklarını çok iyi bilmeleri gerekir.
Cüneyt Toraman / Zaman
SON VİDEO HABER
Haber Ara