Türk laikliğinin büyük trajedisi
Laiklik açık ara başarısızlığına rağmen cumhuriyetin kurulmasından bu yana tekeline aldığı devletin gücünden elinde kalanları muhafaza etmek için her şeyi göze alıyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-09-03 00:09:00
Türkiye'de anayasa değişiklikleri etrafındaki referandum takvimi (12 Eylül) yaklaştıkça İslam'a ve özgürlüklere karşı olan olumsuz Türk laikliği büyük bir trajedi içinde olduğunu, kendisi ile Türk sahasında yarışan diğer güçler ve akımlar arasındaki siyasi ve fikri tartışmanın dozunun arttığını düşünüyor.
Laiklik açık ara başarısızlığına rağmen cumhuriyetin kurulmasından bu yana tekeline aldığı devletin gücünden elinde kalanları muhafaza etmek için her şeyi göze alıyor.
Bu olumsuz laik güçler saldırılarında iki cepheyi hedef alıyor ve yoğunlaşıyorlar. İlki AKP ve hükümeti cephesi. İkincisi Fethullah Gülen ve cemaati. İki cephe de Türkiye'nin iç ve dış imajını modern tarihinde görülmemiş şekilde ve yeni bir yöne doğru yeniden şekillendiriyor. Olumsuz laikliğin Türkiye'de iktidardaki AKP ile kavgasını biliyoruz. Çünkü bu kavga hem çokça yapılıyor hem de bu güçlerin seçilmiş hükümete ve demokratik rejime karşı kurduğu komplolar ve birçok sorun sebebiyle medyada çokça yer alıyor. Bu olumsuz laikliğin Fethullah Gülen ve cemaatiyle kavgası Arap dünyasında birçokları için bilinmiyor ve hatta Fethullah Gülen ve cemaati hakkındaki bilgimiz oldukça sınırlı. Burada yeni Türkiye'deki siyasi ve sosyal konularda oldukça etkili bu harekete biraz ışık tutacağız.
TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ DEĞİŞMEYE BAŞLADI
Birkaç yıl öncesine kadar Fethullah Gülen adı genelde Arap ve İslam, özelde Mısır davet ve düşünce çevrelerinde ender yer alırdı. Gülen'i duyanların, yazılarını okuyanların, bazı öğrencilerini tanıyanların veya onun eğilimlerinin sonucu doğan eğitim, sağlık, medya ve ekonomik kurumlarıyla ilişki kuranların halkasının genişlemesine rağmen bu isim bugün bile hâlâ Arap çevrelerinde yeterince bilinmiyor.
Arap ve Mısır çevrelerinin Gülen, düşünceleri ve hareketi hakkındaki bilgisi, Avrupa ve Amerika ülkelerindeki bilim, kültür ve medya elitlerinin Gülen ve hareketi hakkındaki bilgilerine kıyasla oldukça sınırlı. Gülen'in şahsiyetini inceleyen, görüşlerini ve içtihatlarını ele alan, hayatın sorunlarına cevap vermedeki yeterliliğinin ve başarısının etkenlerini su yüzüne çıkaran düşünce seminerlerinin, bilimsel toplantıların, üniversite araştırmaları ve tebliğlerinin çokluğu Batı'da tanınmışlığının kanıtıdır. Mısır, Arap ve İslam ülkelerinin çoğunluğunda sadece Fethullah Gülen, yenilikçi metodu ve hayatın meydanlarındaki hareketi değil, Türkiye'deki toplum, devlet, fikri bilimsel ve kültürel çevrenin şartlarına ilişkin bilgimizin eksik olmasının birçok sebebi var.
Bu sebeplerin bazıları Osmanlı Devleti'nin sonlarında biriken siyasi etkenlerin sonucu olarak Araplar ile Türkler arasındaki fikri, kültürel ve bilimsel irtibatın zayıflamasından kaynaklanıyor. Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti döneminin başlarından itibaren bu durum derinleşti. Taraflar arasında 'karşılıklı başkalaşım' ve her birinin sorumluluğu diğerine yükleme teorisi hakim oldu. Başka bazı sebepler ise önceki dönemlerden miras kalan ve Osmanlı/Türk şöhretinin din ve hayat konularındaki yenilenme ve içtihat bir yana ilim ve fıkıh alanından çok savaş ve askerî kahramanlık alanında olduğunu teyit eden 'klişeleşmiş bir tabloya' dayanıyor. Bu klişeleşmiş tablo hâlâ bugün bile Arap zihninde mevcut. Zira bir Arap için İslam'da meşhur alim veya davetçileri akla getirmek kolay olmazken Kanuni Sultan Süleyman, 1. Selim, Fatih Sultan Mehmet, II. Abdülhamit gibi bazı Osmanlı sultanlarının isimlerini hatırlaması kolay oluyor. Ayrıca bir Arap için Türkiye Cumhuriyeti döneminde Atatürk, Erbakan, Abdullah Gül, Erdoğan ve son olarak Ahmet Davutoğlu gibi bazı siyasi liderlerin isimlerini aklında tutması kolay.
Önceki dönemlerde Arap-Türk bağlantısını zayıflatan bu sebeplerin çoğu on yıldır ortadan kalkmaya başladı. Zira 20'nci yüzyılın sonlarına doğru Araplar ile Türkler arasındaki karşılıklı resmî ve halk bazındaki bakış açısında esaslı değişim yaşandı. Yerel, bölgesel ve uluslararası etkenler bu dönüşüme ortamı hazırlamak için toplandı. Bu olumlu dönüşümlerin çoğunluğu son yıllarda Araplardan çok Türk tarafından gelse de değişimin her iki taraftaki genel toplamı geçen uzun dönemlere hakim olan 'karşılıklı olumsuz klişeleşmiş tablonun' değişmesine katkıda bulundu ve hâlâ da bulunuyor.
Genel şekliyle Türk dünyasındaki düşünce bayrakları ve öncüleri hakkındaki bilgilerimiz sınırlı. Fethullah Gülen'in hayat hikâyesini gözden geçirdiğimizde geçen yüzyıl boyunca Arap dünyasında milliyetçilik naralarının bilincimizden alıp götürdüğü bu bayrak isimleri görüyoruz. Düşünce, kültür ve ıslah konularıyla ilgilenen Arapların çoğu ve birçok Türk, ebedi şair Mehmet Akif, Şeyhülislam Mustafa Sabri, büyük edip Necip Fazıl ve Allame Said Nursi dışında Fethullah Gülen'in ıslah, eğitim ve hayata çağrı gibi farklı konularda elliyi aşan kitaplarında bahsini ettiği diğer isimlere dair hiçbir şey bilmiyorlar neredeyse. Bu kitaplarında Gülen'in çok sayıda düşünce, kültür ve siyaset adamının, hayatlarını davet ve ıslah endişesi taşımakla geçiren 'gerçeğin kahramanlarının' katkılarına atıfta bulunduğunu görüyoruz. Bu atıflar oldukça önemli bir konu. Zira Türkiye'de düşünce ve modern düşünürler haritasının işaretleri, İslam referansıyla hareket eden ve bu referansın modern hayata dönüşü için kendilerini feda eden isimleri ve bu isimlerin çalışmalarını içermedikçe eksik kalacaktır.
Mısırlı ünlü İslam düşünürü Tarık el Beşeri, bu tür bir eksikliği veya İslam referanslığını benimseyen ve hareket eden düşünce bayrakları ve ıslahın öncülerine yönelik önyargıyı bize açıklıyor. El Beşeri, İslami yenilenmenin öncülerinin modern düşünce ağacından kasıtlı biçimde dışlandığını düşünüyor ve bu ağacın sadece düşünce ekollerinden tek bir ekolle sınırlı kaldığını ifade ediyor. Bu ekolü, kendi sahipleri modern düşünce ekolü, İslamcılar ise laik düşünce ekolü olarak adlandırıyor. El Beşeri ayrıca bu önyargının veya kasıtlı uzaklaştırmanın toplumlarımızın şartlarını anlama güçsüzlüğüne bir açıklık getirdiğini, fikri ve sosyal etkileşimlerin yaşanmasını engellediğini ve keza sorunların çözümündeki acizliği ifade ettiğini düşünüyor. Bu bağlamda örnek vererek şöyle diyor: "Gözlemciler geçen yüzyılın altmışlı yıllarında iki alternatif -milliyetçilik ve Marksizm- arasında Mısır toplumunun şartlarını analiz etmediler mi? Analizlerinde düşüncelerinin eksik olduğu sürpriziyle karşılaştılar. Sürprizin sebebi ise etkin unsurun oluşturdukları bağlamın dışında kendilerine gelmesi. İnkâr ettikleri hayatın verilerine karşı bir yabancılık hissediyorlar."
HİZMETİN PROJELERİNİ ÖĞRENMEMİZ BİR GÖREV
Aynı konunun Türkiye şartlarında tekrarlandığını görüyoruz. Sonuç da aynı. Zira beklentiler aşırılıkçı Marksist alternatif ile aşırılıkçı milliyetçi alternatif arasında dönerken Türk toplumu son yirmi yıl boyunca İslami kimliğiyle ve köklü tarihiyle uzlaşma yönünde köklü dönüşümler yaşadı. Bilimdeki ilerlemenin ve teknolojinin kazanımları, bu dönüşümün hizmetine verildi. Bu sonucun sırlarından biri de Fethullah Gülen'in bahsini ettiği ve rollerini övdüğü bu öncüler, 'düşünce ve hareket kahramanları'. Bu kimselerin düşünceleri ve içtihatları tazeliğini korudu. Çünkü insanlara fayda verdi ve hâlâ fayda vermekte.
Türkiye'deki sevenlerinin adlandırdığı üzere Hocaefendi veya biz Arapların adlandırdığı üzere Fethullah Bessam (Gülen) modern dünyamızda Allah'a davet eden ileri gelen yenilikçilerden biridir. Arap dünyamızda Gülen'i ve düşüncelerini bugün olduğu gibi yüzeysel şekilde öğrenmemiz ve bilmemiz bize uygun düşmez. Gülen'in eğitim, sivil hizmetler, sevenlerinin sunduğu hizmet projeleri sahalarında karakteristik ve özel başarılar elde eden deneyimini öğrenmemiz ve istifade etmemiz onun bizim üzerimizdeki hakkı ve bizim ona olan görevimizdir. Bu hizmet projeleri 150 devleti sarıyor, İslam'ın başını dik tutuyor ve her gün pratik şekilde bu dinin 'âlemlere rahmet' olduğunu ispatlıyor.
Ürdün El Sebil gazetesi, Mısırlı yazar, 29 Ağustos 2010
zaman
Haber Ara