Kürt sorunu Türkiye'nin Aşil topuğu
ABD, Türkiye'de sivil-asker ilişkilerinden demokratik reformlara ve dış politikaya kadar hayatın her yönünü etkileyen Kürt sorununu görmezden gelmekle hata yapıyor.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-09-02 14:34:00
En küçük bir olay Türkiye'de yıkıcı bir etnik çatışmayı tetikleyebilir; ABD'nin Irak politikasını derinden etkileyebilir.
HenrI J. Barkey*
İstanbul’da kavurucu bir ağustos gününde kahve içmek için oturduğumuzda, tanınmış Kürt entelektüel
Orhan Miroğlu’nun ilk sözleri, Batman’daki köyünde üç kuzeninin ölümüyle ilgiliydi. Önceki gece üç kuzeni ve bir köylü köylerinin dışındaki şüpheli bir yangını araştırmak için yola çıkmıştı. Oraya yaklaştıklarında bir mayın araçlarını havaya uçurmuş ve hepsi hayatını kaybetmişti. Hepsi Kürt siyasi partilerinin veya insan hakları gruplarının üyeleriydi. Onlar, Türk devletiyle Kürtlerden büyük destek bulan isyancı PKK arasındaki
savaşın son kayıpları.
Türkiye, şuursuz şiddetin hüküm sürdüğü bir yazın pençesinde. Batman’daki saldırının yaklaşık bir hafta öncesinde, 25 Temmuz’da, bir Türk’le bir Kürt arasındaki sıradan bir atışmanın, ırksal bir nitelik kazanmasının ardından hızla yayıldığı batı kenti İnegöl’de çatışmalar çıktı. Birkaç gün sonra da güneydeki
Hatay’da dört polis öldürüldü. Bu Batman’daki olayın bir aksiydi; güvenlik güçlerindeki karanlık unsurlar, karşı tarafı suçlamak için bir komplo kurmuş gibi sanki. Ancak bu cinayetleri, kentte yaşayan Türklerin Kürt komşularından intikam almak için sokaklara dökülmesiyle yoğun bir etnik çatışma takip etti.
Kürt gençler korkutuyor
Bunlar manşetlere çıkan olaylardan bazıları; Kürt siyasi partisiyle çalışan yerel yetkililerin bertaraf ettiği başka olaylar da yaşandı. Ve atmosfer günlük hakaretler, ufak tefek alay etmeler, ev kiralama ve iş verme konularında ayrımcılık hikâyeleriyle dolup taşıyor.
Türkiye yavaşça ve geri dönülmez biçimde bir kriz noktasına doğru ilerliyor. PKK’nın askeri olarak çok daha güçlü olduğu ve isyanın esasen Kürt çoğunluklu güneydoğuda yoğunlaştığı 1990’lardan farklı olarak, bugün Kürtler her yerde. Bu dönemdeki isyan bastırma politikaları, çok sayıda mültecinin ülkenin dört bir köşesine saçılmasına yol açtı. Tahminen 3 ila 5 milyon Kürt’ün yaşadığı İstanbul artık dünyanın en büyük Kürt kenti. Bu olgu, Kürt meselesinin Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki geleneksel Kürt kalelerinin çok ötesine taşması, bunun da şiddetin her an her yerde patlaması ihtimalinin artması anlamına geliyor.
Kürt mültecilerin, Türkiye’nin kent merkezlerinin dışındaki varoşlarda büyüyen çocukları ülkenin hassas etnik karışımında adeta ateşlenmeye hazır bir fitili ifade ediyor. Bu genç, yabancılaşmış ve öfkeli kesim kolayca şiddete eğilim gösterebiliyor. Konuştuğum Kürt siyasi parti liderleri bile bu gençlerden korktuklarını ve üzerlerinde kontrolleri olmadığını itiraf ediyor. İşte bu nedenle İnegöl ve Hatay’daki etnik çatışmalar daha büyük ve ciddi müstakbel çatışmaların habercisi. Genellikle aşırı milliyetçi MHP’nin tahrik ettiği Türk gençlerin de aynı ölçüde seferber ve ajite, yanı sıra sokaklarda Kürtlerle çatışmaya hazır olması elbette işleri daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Türkiye’nin İran’la nükleer düğümü çözmek konusundaki yardımcı olmayan tutumundan ve İsrail’le söz düellosundan endişe duyan ABD, bu derinleşen krize karşı kayıtsız. Oysa gelişmeler bazı açılardan ABD’nin bölgedeki ve bizzat kritik önemde bir NATO üyesi olan Türkiye’deki çıkarlarıyla çok yakından bağlantılı. Neticede Kürt meselesi Ortadoğu sınırlarını aşıyor. En küçük bir olay, Türkiye için yıkıcı olacak bir etnik çatışma furyasını tetikleyebilir ve ayrıca ABD’nin kendisini Irak’tan kurtarma çabalarını son derece olumsuz etkileyebilir. Dahası istikrarsız bir Türkiye muhtemelen daha da milliyetçi ve ABD’nin Irak, Balkanlar ve Kafkaslar’daki çıkarlarına düşman hale gelecektir. Kendisiyle savaşan bir Türkiye AB üyelik süreci için gerekli reformları da muhtemelen gerçekleştiremeyecek ve NATO’da da giderek sorun yaratacaktır.
Türkiye’deki Kürt isyanlarının uzun bir mazisi var; ülkenin kuruluşundan beri neredeyse düzenli olarak isyan çıkıyor. 1984’ten beri PKK, nüfusun tahminen yüzde 20’sini oluşturan Kürt azınlığın hakları için şiddetli bir mücadele yürütüyor. Fakat 26 yıl sonra, verilen 40 bin ölü (çoğunluğu Kürt), harcanan milyarlarca dolar ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına rağmen, Türk devleti bu en son isyanı bastırmayı başarmış değil.
NATO’nun en güçlü ikinci silahlı gücü olan Türk ordusunun, isyanı sadece silahların gücüyle bastırması muhtemel görünmüyor. Kürt liderler giderek daha iddialı hale geliyor ve hararetli şekilde tabanlarını örgütlüyor. Talepleri arasında etnisitelerinin resmen tanınması, dillerini özgürce kullanmak, kültürlerini özgürce geliştirmek (sözgelimi Kürtçe yayın ve eğitim özgürlüğü) ve dünyanın en merkezi devletlerinden birinde yerele daha fazla yetki verilmesi var.
Türk devleti Kürt meselesinin siyasi veçhesinin farkında ve büyüyen siyasi meydan okumayı dizginlemek için elinden geleni ardına koymuyor. Bu amaçla Kürt eylemcilere karşı bir yıpratma savaşı başlatılmış durumda: Toplu tutuklamalar, sonu gelmeyen davalar ve statükoya yönelik en zararsız sözlü veya yazılı eleştirilere bile ağır hapis cezaları. Ancak bu yöntemler siyasi faaliyetleri caydırmaya hizmet etmek şöyle dursun, aslında Kürtlerin yabancılaşmasını derinleştiriyor ve devam etme kararlılıklarını güçlendiriyor.
Açılımın sadece adı kaldı
Başbakan Tayyip Erdoğan 2009’da bir ‘Kürt açılımı’ başlatmaya karar vererek takdir edilesi bir adım attı; bu, Kürt sorununun varlığını askeri çözümleri kenara bırakıp siyasi, kültürel ve ekonomik çareleri öne alan bir şekilde tanımak yönünde bir çabaydı. Ne yazık ki AKP açılımı yanlış yönetti. Kamuoyunu açılıma hazırlamadı, hiçbir Kürt lideriyle istişare etmedi ve Kürtlerin ve Türk kamuoyunun tepkisine karşılık verecek donanımdan tümüyle yoksundu. Karşı tepkiyle yüz yüze gelen ve seçimlerin yaklaşmasını hesaba katan AKP geri adım attı ve açılım sona erdi, sadece adı kaldı. Gerek AKP gerek başbakan, gerilimleri daha da artırmaktan başka işe yaramayan savaşkan milliyetçi bir söylemin emniyetli sularına çekildi.
Kürt açılımının sona erişi, Kürtlerin başlıca yasal Kürt siyasi örgütü konumundaki BDP’ye yaklaşımının sağlamlaşmasına da hizmet etti. BDP’nin PKK’yla yakın bağları var ve kendisini giderek IRA’nın siyasi kanadı olan Sinn Fein’in Türkiye’deki muadili olarak görüyor.
Paralel bir özyönetim
Hükümetle siyasi ilerlemenin yokluğunda, BDP ve genelde Kürtler, güneydoğuda özyönetimin temel kurumsal yapılarını da inşa etmeye başlıyor. BDP üyelerine yönelik 7 bin 500 sayfalık iddianame, büyük oranda konjonktüre ve temelsiz suçlamalara dayanıyor, ama Kürtlerin Ankara’dan bağımsız olarak inşa etmeye çalıştıkları paralel bir özyönetimin ana çizgilerini birleştirmeyi de başarıyor.
Eylemci Kürtlerin büyük çoğunluğu için PKK’nın silahlı isyanı ikincil önemde. PKK ve bilhassa hapisteki lideri Öcalan, Kürt meselesini Türk siyasetinin merkezine taşıdıkları için hayranlık duydukları sembolik bir güç. ‘PKK’nın yokluğunda, bugün kimse Kürtlerin haklarından konuşuyor olmazdı’ bir nakarat gibi dillerde. En azından güneydoğu bölgelerinde Kürtler bugün önemli bir avantaja sahip: Belediyeler ellerinde. Bu da, tanınmak için verdikleri siyasi mücadeleyi derinleştirmek bakımından onlara örgütsel kapasiteler sağlıyor. Türk devleti belki de bu bölgeleri psikolojik olarak çoktan kaybetmiş durumda.
Tatsız sürpriz ihtimali artıyor
Washington, Ankara’yla Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında çatışma başgöstermesinin veya Türkiye’nin Irak’ta, ülkenin istikrarına zarar verecek harekâtlara girişmesinin altından kalkamaz. Ankara’nın KBY’yle ilişkisi son 18 ayda önemli ölçüde iyileşti, fakat PKK’nın Irak Kürdistanı’ndaki Kandil Dağları’nda üslenmiş ciddi sayıda savaşçısı var hâlâ.
Türkiye’nin içindeki Kürt sorunuyla ilgili Barack Obama yönetiminin önündeki seçenekler bir hayli zorlu. Fazla büyük, fazla karmaşık ve fazla çetin bir sorun bu ve ABD müttefiklerinden birinin en hassas iç sorununa burnunu sokuyor gibi görünmek istemiyor. Belki de anlaşılır bir biçimde, ABD yönetimi bu nedenle meseleyi basitçe görmezden gelmeyi tercih etti. Fakat bu tutumun da ABD’nin çıkarlarına çok uygun olduğu söylenemez. Kürt meselesi Türkiye’nin Aşil topuğu olmayı sürdürüyor, sivil-asker ilişkilerinden demokratik reformlara, oradan dış politikaya kadar, siyasi ve kültürel hayatın bütün veçhelerini etkiliyor. ABD, bugün Kürt meselesini görmezden gelmekle yarın tatsız bir sürprizle karşılaşma ihtimalini artırıyor.
HenrI J. Barkey*:Carnegie Uluslararası Barış Vakfı’nda misafir üye, Lehigh Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü, 31 Ağustos 2010
radikal
Haber Ara