'Gül, polise sert bir tokat attı'
Gül'ün, Dink'in yeterli önlem alınmaması nedeniyle öldürüldüğüne dair sözleri polise, İstanbul valisine ve ilgili davaya bakan savcıya atılmış bir tokat gibiydi.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-09-02 14:26:00
Türkiye'de Kürt ve Ermeni sorunları ayrı ayrı ele alınamaz
USAM HADDAD
Ermeni yazar Hrant Dink’in ailesi, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 16 Ağustos’ta yaptığı basın toplantısında Dink’in gerekli önlemlerin alınmaması sebebiyle hayatını kaybettiğini söylemesiyle rahatladı. Dink suikastını engellemediği için Türk devletinin organlarına karşı doğrudan bir suçlama içeren bu sözler, bazı kişilerin Dink’i öldürmek istediği bilgisinden haberdar olan, fakat bunu engellemek için harekete geçmeyen polise bir tokattır. Dink’in kendisine koruma temin edilmesi için tekrarladığı taleplerine karşılık vermeyen İstanbul valisine veya bazı tanıkları çağırmayan ve bu suçun arkasında duran aşırılıkçı Türk milliyetçilerinin ortaya çıkarılması gerekliliğini göz ardı eden savcıya da bir tokattır.
Gül’ün sözleri, Türkiye hükümetinin Nazi lideri Kuhnen’le karşılaştırdığı Dink’in ailesi ve dostları açısından bir teselliydi. Mağdur Hrant’ın kardeşi Hosrof Dink, Dışişleri’nin Hrant’ın yazılarını Kuhnen’in halüsinasyonlarıyla karşılaştırması konusunda “Kanımız dondu” diyor. Hrant bütün hayatını Türk ve Ermeni halkları arasında uzlaşıya ve uyuma adadı.
Gül, ‘bazılarının görmeye alıştığı Türkiye’nin artık olmadığını’ ve ‘bugün ülkesinin birçok cephede etkin rol oynadığını’ da ifade ederek de, Avrupa ve ABD’de Türkiye’nin ‘son tutumlarına’ konusunda endişelerini dile getiren yetkililerin açıklamalarını da yorumlamış oldu. ABD dışişleri bakan yardımcısı Philip Gordon, Başkan Barack Obama’nın Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’la G-20 zirvesinde biraraya gelmesinin ardından şöyle demişti: “Bizler Türkiye’nin ABD, NATO ve Avrupa’nın yanında durmayı sürdüreceğinden eminiz, ancak Türkiye bunu kanıtlamalı.”
Diğer yandan, Gül Türk-Ermeni yakınlaşmasını sağlamakta kararlı. Bu yakınlaşma geçen yıl başladı ve uzman tarihçilerden bir komisyonun kurulmasını yf öngören Zürih protokolüyle sonuçlandı. Bu protokol Türkiye’nin Ermenistan’la sınırlarını açmasının yanı sıra, 24 Nisan 1915’te İstanbul’daki Ermeni siyasilerin tutuklanmasıyla başlayıp 1917’ye kadar yüzbinlerce Anadolu Ermenisi’nin hayatına mal olan toplu uzaklaştırma operasyonlarıyla biten olayların ortak bir biçimde değerlendirilmesini öngörüyor. Dünyada 26 ülke Ermeni halkına yapılanları soykırım olarak tanıyor. Militarist, Kemalist ve şoven milliyetçi Türkiye’yse bunu reddediyor.
Doğru yönde bir adım olan Zürih protokolü Obama hükümetinden yd destek aldı. Gerçi Erdoğan hükümeti Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgaliyle ilgili sorunu çözene kadar protokolü onaylamayacak.
Liberal demokratik bir dönüşüm yaşanıyor
Türkiye’de Kürt ve Ermeni meseleleri birbirinden ayrı değerlendirilemez. Bu iki trajedi bir paranın iki yüzü gibi; taşlaşmış askeri ve bürokratik seçkinlerin yanı sıra şehir aristokrasisi üzerinde de hâlâ etkisini sürdüren milliyetçi bir baskı söz konusu. 12 Eylül referandumu kanalıyla yapılması planlanan anayasa değişikliği ve kanlı 1980 darbesinden bu yana işçi sendikalarının mahrum kaldığı hakların geri alınmasıyla ilgili savaşla modern demokrasi güçlenecek.
Erdoğan AKP’nin projesini dünya siyaset sahnesine sunuyor. Bu da seçkinlerin iktidarına karşı Anadolu’nun en ücra yerinden esen fırtınanın yoğunlaşmasıyla başlayan tarihi liberal demokratik dönüşümü takviye ediyor; modern parlamenter demokrasiyi karşı saldırıların tehlikelerinden koruyor.
(Lübnan gazetesi Müstakbel, 1 Eylül 2010)
radikal
SON VİDEO HABER
Haber Ara