Türkler neye sahip?
Hükûmet yanlısı The Egyptian Gazette'nin 24 Ağustos 2010 tarihli sayısında, Emad El-Din Aysha imzasıyla bir yorumda yayınlandı. Tarihsel bir pencereden bakarak İslam Türkiye, ve Türkler konularının işlendiği yorumun çevirisi şöyledir:
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-08-26 05:05:00
Konferansta öne çıkan ilginç nokta, Batı ve özellikle AB aynı dönemde büyük sorunlar yaşarken Türkiye'nin ekonomik olarak nasıl da iyi durumda olduğuna ilişkindi. Türkiye'nin böyle iyi günlerde olmasını sağlayanın Orta Asyalı girişimcilerin akını olduğu anlaşılıyordu.
Aman Tanrım! Başka bir deyişle Türkler, bizim bütünsel bir bölgesel pazar oluşturmakta başarısız olduğumuz yerde başarılı oluyorlardı. Arap Birliği'nin ilk günlerinden bu yana Arap dünyasını ekonomik olarak birleştirmeye çalışıyoruz; sadece, 1990'larda komünizmin yıkılmasından bu yana bu yönde bir imkân elde etmelerine karşın Türkler bu konuda daha fazla şeye sahip.
Türkler kelimenin kötü anlamı ile Araplarla ortak birçok şeye sahipler: Kabilecilik, aşırıcılık, maçoluk vb. Ancak buna rağmen daima öne çıktıkları anlaşılıyor. Bu nasıl oluyor?
Şöyle ki; Orta Asya, krallıklar, kent devletleri ve imparatorlukların yanı sıra daha hareketli çeşitli Türk grupları ile ilgili uzun bir tarihe sahip olduğundan Türklerin fetihçi çöl göçebeleri "Turanlılar" olarak nitelendirilmesi tam olarak doğru değildir.
Semerkant Büyük İskender'den önce de var olan ve ondan önce de ondan sonra olduğu kadar ihtişamlı bir kenttir. Aslında, Araplar kâğıt yapımını doğrudan Çinlilerden değil Semerkant'ta öğrendiler. Kendi sefil kökenimiz göz önüne alınırsa biz aynı zamanda onları karalama hakkı olan son kişileriz.
Bu kalıplaşmış yargı aslında Fars kökenlidir ve Abbasiler döneminde Arap ruhuna aşılanmış olduğu anlaşılmaktadır; "Bağdat" aslında Farsça bir sözcüktür. Türkler, uzak geçmişlerinde nasıl oldukları bir yana Osmanlı döneminde tam olarak yerleşik yaşama geçtiler ve kabilecilik dâhil geçmişlerindeki olumsuz yönlerini bıraktılar. (Başbakan Erdoğan'ın Peres ile atışmasında "kabile" lideri olmadığını söylemek durumunda kaldığına dikkat edin.)
Mısır'ı bir yana bırakırsak böyle bir durum Arapların liderliğindeki İslami fetihlerin tarihinde hiç olmadı. Araplar, fetihçiler olarak biraz daha merhametliydiler; bu doğru fakat yönetim merkezlerini daima çölde kurdular ve ordularını kabile aidiyetlerine göre oluşturdular.
Bu, kısmen, İspanya'da Endülüs'ün düşüşüne neyin neden olduğunu -Araplar ile Berberiler arasındaki savaş ganimetleriyle ve her iki grup ordularının kabilesel ve bölgesel temellere dayalı olmasıyla ilgili önemsiz anlaşmazlıkları- ortaya koymaktadır. Türkler, muhtemelen geride bıraktıkları daha önce Orta Asya'da yerleşmiş olan Türklerin kıskançlıkları yüzünden böyle bir kalıba girmediler.
Milliyetçiliğin, kurumsallaşmaya ek olarak bu konuda önemli bir etken olduğu anlaşılıyor. Fakat, yönetimsel deneyimlerinin bile, çölden uzağa göçlerinde Türkler için "ebedî" bir yurt oluşturma ulusal rüyasından kaynaklandığı duygusuna kapılıyorsunuz.
Orta Asyalılar insanlık tarihi boyunca daima batıya doğru göç ettiler. Fakat daha önce bulundukları yerde kalmak yerine, kent yaşamının lükslerinden yararlanarak ancak kentlileşmeyerek, özellikle yerleşmek ve çiftçilerle kentlilerden oluşan bir ulusal devlet kurmak için göç ettiler.
İşte, Berberiler dağlarda gizlenirken Arap ordu komutanları kırsal kesime yerleşip feodal lordlar hâline gelmeyi reddettiklerinden Arap modeli ve Endülüs yine yol gösterici bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bağdat'ı ele alacak olursak merkezinde bir ulus-devletin yer aldığı pan-İslamcı veya pan-Arap bir imparatorluk değil Abbasi "hanedanı" imparatorluğunun yönetim merkezi olduğunu hatırlayın.
Fetihlerin ardındaki sebepleri tahlil ederseniz ayrıca şunu bulursunuz ki Emevi hanedanından itibaren, fetihler mümkün olan en dar anlamıyla finansaldır: Çatışmalardan ele geçen ganimetler, cizye (vergiler) ve köleler.
Onlar, çoğunlukla yöneticilerin isteklerinin aksine fethedilenlerin İslamı kabul etmesinden de anlaşılacağı üzere jeo-stratejik veya sömürgeci terimlerle düşünmüyorlardı. Hepsinden öte, seçkin korumalar köleler ve paralı askerlerdi –Memluklüler doğuda, köleler batıda-. Osmanlılar da köle savaşçılara sahipti fakat Osmanlının köle savaşçıları serbest kalmak, yerleşmek ve toprak sahibi olmak konusunda en istekli olanlardı.
Oldukça ilginç bir biçimde Osmangazi'nin (MN: akademisyenin) ortaya koyduğu başka bir husus şuydu: Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmakta olduğu günlerde laik milliyetçiliğin ve Turancılığın açıkça savunmasını yapanlar sadece Atatürk gibi insanlar değil fakat Orta Asyalı aydınlardı. O hâlde, yukarıdaki sorunun basit cevabı Orta Asya'dır.
byegm
SON VİDEO HABER
Haber Ara