Ramazan'da kandil uçurma!
Camilerde mahyacılar gibi mahalle aralarında çocuklar da evden eve, cumbadan cumbaya mahyacılar kurarlar, bir taraftan öbür tarafa kandil götürüp getirirlerdi.
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-08-17 04:57:00
Şimdi belki pek farkında olmuyoruz, ama kırk, elli yıl önce (Ramazan)’ın; İstanbul hayatında ehemmiyetli bir mevkiî vardı, Yarım yüzyıl; tarihinin seyri içinde çok kısa bir müddettir. Fakat, bu kadarcık zaman; bizim yalnız aile ve mahalle içindeki yaşayışımızda değil, cemiyetimizin umumî hayatında o kadar değişmeler ve başkalıklar vücuda getirmiştir ki bunları yalnız kendi bünyemizdeki değişikliklerin tesiri saymaktan ziyade, cihan çapındaki büyük vak’a ve hâdiselerin milletlerin hayat şartlarında gerektirdiği inkılâp çeşitleri olarak kabul etmek, belki, daha doğru olabilir!
Bu bakımdan, dünkü Ramazanlardan bugünkü Ramazanlara muayyen olarak intikal etmiş bulunan (tâat ve ibadât)a bir kat daha sarılma itiyadından başka, her an’anemizi az çok yürüyüş şekillerini değiştirmiş bulmaktayız. Bundan dolayı; yeni neslimize eski defterleri karıştırarak bazı hâtıralar nakleyliyoruz.
Ramazan; eskiden yalnız bir oruç ayı, ibadet ve zikirde mübalâğa devresi değildi. Bunlarla beraber ziyafet, hediye, bahşiş, eğlence ve neş’e mevsimi idi. Eski Ramazanı; mânaları birbirlerine bazen uygun, bazen aykırı düşen şu kelimelerle tarif mümkündür;
“Rahmet, mağfiret, bereket, beşaret ve ibadet, yardım; bunlar manevi ve ruhî tarafları. Maddi ve dünyevî cihetlerine gelince onları da şöyle sıralayabiliriz: Ziyafet, hediye koparmak, eğlence, neş’e, meserret… gibi..”
Eski tarihlerimizden ve divan şairlerimizin ramazaniyelerinden ve şu son devirlerdeki –ki eskilerine nisbetle bunlar pek sönük sayılır- görülenlerden öğrenebildiklerimiz kadarı bile ağzımızı sulandıracak derecede çekicidirler.
(Kandil uçurmak) Ramazan eğlencelerinden idi. Camilerde mahyacılar gibi mahalle aralarında çocuklar da evden eve, cumbadan cumbaya mahyacılar kurarlar, bir taraftan öbür tarafa kandil götürüp getirirlerdi.
Minarelerden aşağıya doğru mâilen bir ip gerilir, bu ipin üzerine makara ile hareket eden kandiller yerleştirilirdi. İpin bir ucu minarenin şerefesine, aşağıdaki ucu cami şadırvanına yahut avlusundaki direklerine kandiller yerleştirilirdi. İpin üzerine, suları al, yeşil, sarı vesair renklere boyanmış kutulu kandiller konulurdu. Kandiller yanınca renklerin gözalıcı bir gösterişi olurdu.
Teravih namazından sonra mahyacı bu kandilleri yukarıdan aşağıya salıvermeğe ve aşağıdan yukarı çekmeye başlar. Çok güzel bir manzara teşkil ederdi. İşte bu keyifli ramazan eğlencesine “kandil uçurması” denilir ve seyrine doyum olmazdı. Aşağıya inen kandillerin kutularına seyirciler, birkaç kuruş bahşiş, şeker ve çörek gibi ufak tefek hediyeler korlar ve mahyacıların gönüllerini hoş ederlerdi.
Artık bundan sonra, kandil uçurulması yıldızların birbirlerini kovalaması gibi seyrine doyulmaz bir hararet alırdı.
Nurlu Ramazan’ın bu ışıklı eğlencelerinin şimdi adı bile unutuldu! Şair, çok doğru söylemiş;
Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer!
Ve yine “hayalden gelir insana tesliyet”.
Biz de eski günlerimizin hâtıraları ile avunuyoruz.
*İslam Dünyası dergisi, sayı: 12, yıl: 13/6/1952.
Bu makale 1952 yılında neşredilen “İslam Dünyası” dergisinde timeturk.com tarafından alıntılanmıştır.
SON VİDEO HABER
Haber Ara