Ah O Eski Ramazanlar...
Ünlü Edebiyatçı Orhan Okay'ın kaleminde eski ramazan hatırası...
16 Yıl Önce Güncellendi
2010-08-14 05:23:00
Eskiye rağbet olsaymış 'Bitpazarı'na nur yağarmış. Bu sözü de eskiler söylediğine göre o zamanlar eskiye rağbetin olmadığı anlaşılıyor. Hayyam bir rubaisine "Geçmiş günü beyhude yere yad etme" diye başlar.
Bundan, rağbetin hep yeniye olması gerektiği manası çıkmaz mı? Halbuki yine o, rubainin ikinci mısraında buna da hayır diyor: "Bir gelmeyecek ân için de feryad etme". İnsanoğluna geçmiş ve gelecek dışında zaman olarak ne kaldığını ise son iki mısra söylüyor: "Geçmiş gelecek hepsi masal bunlar hep / Eğlenmene bak, ömrünü berbad etme." Gün bugün, saat bu saat. Hedonist, eyyamcı belki biraz da pragmatist bir felsefe. Eğer geçmişi yad etmeyecek olsak şimdi Hayyam'ı da okumamış olurduk. Hayyam'ın, geçen yüzyıldaki (ağzım alışsın diye 20. yüzyıl için söylüyorum) tilmizlerinden biri de André Gide idi. Belki Hayyam'ı okumamıştı da. Ama onun Hayyam'dan biraz daha cesaretle Dünya Nimetleri'nde "At elinden o kitabı Nathanael" diyebilmişti.
Şimdi eskiye rağbet var. Yani 'Bitpazarı'na nur yağıyor. Abdülhak Hamid'in şiir için söylediği "Evet tarz-ı kadim-i şi'ri bozduk, herc ü merc ettik" dediği gibi bir ara eskiyi, hemen her şeyi ile bozup yok ettikten sonra şimdi kılıç artığı olanları baş tacı ediyoruz. En güzellerini yakıp yıktıktan sonra eski evlerin artakalanlarını korumaya gayret ediyorlar. Antikacılarda, muhakkak gerçek değer taşıyan objelerin yanında daha otuz kırk sene evveline kadar kullandığımız ateş ütüsü, sacayak gibi akla gelmeyecek nesneler itibar görüyor.
Bu nesneler gibi, geçmişte yaşanan hayat da bir başka itibar görmeye başladı. Son yıllarda ne kadar çok hatıra kitabı çıktı. Hiç şüphesiz bunların hepsi tarihin bir köşesine ışık tuttuğu için çok da faydalı oluyor. Fakat aralarında pek çoğu adeta marazî bir "maziperestlik" taşıyor: Ne kadar çok "Bir zamanlar.." veya benzeri adlarla çıkan kitap var: Bir zamanlar Boğaziçi, bir zamanlar Galata, bir zamanlar Kadıköy vs. Sosyologlar veya psiko-sosyologlar düşünsün. Bu kadar marazî bir geçmiş hasreti de toplumca hâlden memnun olmamanın ve geleceğe güvenememenin ifadesi olsa gerek.
Şimdilerde eski Ramazanlar da aranıyor. Eski Ramazanlar gerçekten daha mı güzeldi? Yoksa her kaybettiğimiz şey gibi o da mı bize güzel geliyor? Televizyon kanallarında konuşan otuz-kırk yaşlarındakiler bile çocukluk Ramazanlarının daha güzel olduklarından bahsediyorlar. Yaşım yetmişe gelmiş biri olarak, ben de çocukluğumda yaşlıların benzer şeyleri söylediklerini dinler ve onların çocukluklarındaki Ramazanların güzelliğinin nasıl olduğunu hayal etmeye çalışırdım. Çocukluğumuzun her şeyi güzeldir. Ağaçtan düşüp kolumuzu bile kırmış olsak. Şimdi insanın bu hissî davranışını dikkate alarak söyleyeyim ki benim çocukluğumdaki, yani altmış küsur yıl öncesinin Ramazanları da bugünkünden daha güzel değildi. Ve ileriki nesiller bizim bugün yaşadığımız Ramazanları da hasretle anacaklar.
Bu söylediklerim, şahsî veya toplum hafızasını dile getirmeye mani değildir. Değişen şeyleri değişmeleriyle görmekte ve yaşaması, devamı gerekli olanları ya ihya etmek veya geçmiş bir hatıra olarak bilmekte fayda vardır.
Ben bir kış Ramazan'ında doğmuşum. Kendimi hatırladığım zaman Ramazan artık sonbahara, çocukluk-gençlik arası yıllarımda da yaza geliyordu. Malum, her çocuk gibi beni de önce yarım oruçla kandırdılar. Yani sahura kalkmak, sonra ya öğünleri tam yiyip aralarda yememek veya öğleye kadar tutmak gibi. Bu, doğrusu işin eğlenceli tarafıydı. Oyuna da engel olmuyordu. Fakat yine çocuk yaşlarda, kendi isteğimle tuttuğum ilk tam orucumu iyi hatırlıyorum. Öğle vaktini biraz geçtikten sonra anneme sık sık, iftara ne kadar kaldığını, iftar yaklaşınca da babama, bayrama kaç gün kaldığını sorduğumu da unutmadım.
O yıllar devletin ve devletlilerin Ramazan'a ilgi gösterdiklerini bilmiyorum. Diyanet İşleri Reisliği o zaman da vardı; ama bir bülteni filan olmadığı gibi zaten tek olan devlet radyosunda da diyanet saati diye bir şey yoktu. Gazetelerin Ramazan'ı haber verdiklerini biliyorum da onların Ramazan ilâveleri değil, herhangi bir dinî yazı bile yayınlamadıkları da muhakkaktı. Ama toplum hayatında böyle bir kesinti yoktu. Mahallemiz, Balat ve Fener, çoğunlukla gayri müslimlerin yaşadıkları bir semtti. Çoğunu Rumların işlettikleri meyhaneler de kandillerde ve Ramazalar'da kapanır, hatta kepenklerine bunu hatırlatan bir kâğıt da yapıştırılırdı. Ramazan'a yakın alış-veriş artar, Ramazan'da camiler mutaddan daha çok canlanır. Fatih, Beyazıt, Sultan Ahmed gibi büyük camilerde özellikle ikindi akşam arası, pufla gibi minderlere oturmuş hafızlar mukabele okur, vaazlar verilirdi. Bu büyük camilere ilk girdiğiniz zaman sağdan-soldan değişik sesler birbirine karışır, her birinin etrafında, gördüğü ilgiye göre kırk-elli kişilik cemaat toplanmış kürsülerden hangisini dinlemek isterseniz oraya çökerdiniz.
Ramazan'ı, Osmanlı toplumunda özel bir zaman haline getiren, teravih ile sahur arasının doldurulması örfüdür (veya âdeti). Bu ayda esnaf ve devair de gündüz daha az çalıştığından teravihten sonra uyumak çok defa düşünülmezdi. Aileler arasında sohbetler, aile oyunları, bazı meclislerde dinî-ilmî bahisler (son yüzyıllarda sarayda verilen huzur dersleri gibi), bazı mekânlarda şiir ve edebiyat sohbetleri gibi zamanı faydalı, hiç değilse zararsız geçirme gibi bir gelenek teşekkül etmişti. Ancak bir süre sonra bunun Ramazan'ın ulviyetine yakışmayacak derecede seviyesiz gösterilere döndüğü görülmektedir. Muhtemelen 19. yüzyıl sonlarına doğru yani Tanzimat'ın getirdiği alafrangalaşmanın tesiriyle başlamış olan Direkler Arası eğlenceleri gibi. Ancak bunun da zannedildiği kadar genelleşmediğini, hepsi üç dört yüz metre uzunluğunda bu caddenin bile sadece bir kısmında çoğu Ermeni ve Rum truplarına ait kanto ve benzeri gösterilerin yer aldığını, bunun dışında daha seviyeli tiyatrolar, musiki fasılları, şiir sohbetleri yapılan mekânların bulunduğunu belirtmek gerekir. Unutulmamalıdır ki İkinci Meşrutiyet'e kadar dillere destan olan Hacı Reşit'in çayhanesi de, bir konservatuvar gibi çalışan Darüttalim-i Musiki de, Meşrutiyet'ten sonra ilmî sohbetlerin yapıldığı İttihad ve Terakki'nin İlmiye Mahfili de hep bu Direkler Arası'ndadır.
Benim çocukluğumda ise böyle Ramazan eğlenceleri pek kalmamıştı. Yalnız kışa rastlayan bir Ramazan'da Balat'ta bir kahvehanede bütün Ramazan boyunca Karagöz oynatıldığını biliyorum. Yaza gelen Ramazan'da ise, evimize yakın boş bir arsaya ip cambazları yerleşirdi. Çok defa bedava tarafından ya evimizin balkonundan yahut da bahçe duvarımıza oturarak seyrettiğim bu cambazların yüreklerimizi ağzımıza getiren gösterileri, ince saz fasılları ve yer yer Şekspir'den makaslanmış dramları bir başka konudur
*Orhan Okay: Hocaları Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan gibi edebiyat tarihine edebî bir tad ve zarif bir deneme lezzeti getiren değerlerimizden.
SON VİDEO HABER
Haber Ara