Dolar

34,9495

Euro

36,7015

Altın

2.994,96

Bist

10.062,83

Yeni Cumhuriyet... Türkiye AB'ye girmiyor

ABD genelinde 26 milyon dinleyicisi olan National Public Radio'nun 9 Ağustos 2010 tarihli internet sayfasında Geoffrey Wheatcroft imzasıyla yayımlanan yorumun çevirisinde şunlara yer verildi:

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-08-11 11:12:00

Yeni Cumhuriyet... Türkiye AB'ye girmiyor

Türkiye Avrupa Birliği'ne girmeyecek. Yalın ya da açık yürekle yapılan açıklamalar genelde akılsızca veya "siyasete aykırı" olarak kabul edilir ve siyasetçiler de zaten vakaların kendilerini haksız çıkaracabileceğini bildikleri için böylesi açıklamalardan kaçınırlar. Ancak bazen bu tür açıklamalar tam bir güvence olmasa da yapılabilir ve burada böylesi bir durum söz konusu.

Bu mesele, ziyareti sırasında Türkiye'nin AB'ye bir an önce girmesi gerektiğini belirten David Cameron'un Türkiye'ye gitmesiyle tekrar gündeme geldi. Yeni başbakanım ne derse desin, bu mesele ilgimi çekmeye başladığından bu yana Türkiye'nin AB'ye girmeyeceği bana göre aşikar oldu. Yani, "asla" olmayacaktan ziyade "olumsuz" anlamında.

İnsanlığın sürmesi halinde, 21. ya da 22. yüzyıllarda neler olacağını kim bilebilir? Ancak Türkiye, ben yaşadığım sürece AB üyesi olmayacak; hatta eminim ki bu çocuklarım hayattayken de gerçekleşmeyecek. Durum böyle olunca, daha farklı sorular gündeme geliyor. Neden birçok insan bu gerçeği kabullenmiyor? Durumu anlamak için sadece Batı Avrupa ile Türkiye ekonomileri arasındaki farklılıklara bakmak yeterli olacaktır. İmkansız görünse bile, Türkiye AB'ye girse, en fazla nüfusa sahip ülke olarak kişi başına düşen milli geliri Türkiye'dekinden üç kat daha fazla olan Almanya'nın önüne geçecek. Sorun o kadar açık ve aşılması güç ki neden böylesi trajik bir yanlış anlamaya yol açtığı merak uyandıran bir konu. Aslında bu uzun bir hikaye.

Türklerin ilk önce Orta Asya'dan gelip Küçük Asya veya diğer adıyla Anadolu'da kolonileşmelerinin ardından Osmanlı İmparatorluğu acımasız bir şekilde Arap toprakları ve Balkanlara yayıldı. Bu yayılmanın taşkınlık noktası Viyana'nın kuşatılmasıyla gerçekleşti ve bu olay halen net bir şekilde tarafların hafızalarında yer alıyor. Tabii, Avusturyalıların "sanki tarih hâlâ 1683'müş gibi ve sanki Müslüman Türkler Viyana'yı kuşatmak istiyormuş gibi" davrandıklarını ileri süren Türk siyasetçi Mehmet Dülger'in haklı olduğundan kuşkuluyum.

Bir dönem büyüyen bu muhteşem imparatorluğun daha sonra küçülmesi, Pat Moynihan'ın sözlerini akla getiriyor: "İmparatorlukların oluşumu genelde sıkıntılıdır ve yıkılmaları ise her zaman üzücüdür." Birinci Dünya Savaşının ardından Osmanlı İmparatorluğu'nun külleri arasından modern Türk devleti doğdu ve beraberinde Kemal Atatürk ve "Kemalizm" geldi. Her ne kadar Atatürk çağdaş ve laik olgulardan söz edip tüm inanç ve etnik grupları kucaklamayı ileri sürdüyse de, Kemalizmin özünde daima Türk kimliği ve çok insan farketmese de derin ve daha kalıcı İslami kökler vardı.

O dönemden bu yana Avrupalıların küçümseyici tavırları giderek arttı. Nicolas Sarkozy ve Angela Merkel, Türkiye'nin üyeliği konusunda kuşku duyduklarını açıkca belirtirken, daha önce Tony Blair'in de yaptığı gibi Cameron'un Türkiye'yi destekliyor olması, Londra'nın Washington'un adına konuştuğu yönündeki kuşkuları doğruluyor. Sonuç mu yoksa neden mi olduğunu söylemek güç, ancak gerçek olan, Türkiye'de siyasi İslam yeniden canlandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AB'nin “ya siyasi olgunluk gösterip küresel bir güç olması gerektiğini ya da bir Hristiyan klübü olacağını" söylemişti. Ancak kendisi, "İslamcı" olmasa bile en azından İslami olan bir partiye liderlik yapıyor ve İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönem alkolü yasaklamıştı. Böylesi bir tutum Türkiye'yi Avrupalılar açısından çekici kılmıyor. Avrupalılar, şarap ve bira içmenin tam anlamıyla bir Hristiyan klübünün özellikleri olmadığını, ancak içki içmenin kültürlerinde var olduğunu belirtiyorlar.

Son olarak da, Türkiye ile İsrail arasında ciddi bir ayrılık yaşandı; eski pragmatik anlayışın çıkar hesaplarından ziyade duygusallıkla alakalı olduğunu düşünenler varsa, onların bazı temel gerçekci politika dersleri almaları gerekir.

Aldatıldıklarını, Avrupa tarafından kullanıldıklarını ve Avrupa'nın reddetmesiyle Türkiye'nin doğuya radikal İslama yöneldiğini ve Atatürk'ün tüm çabalarının boşa çıkarılmasına yol açtığını düşünen oldukça modern, laik ve batılılaşmış Türklere yakınlık duymak kolay bir şey. Ancak, ılımlı Müslümanları yüreklendirmek ve Türkiye'nin Batı ile Doğu arasında bir köprü oluşturmasını sağlamak amacıyla AB'ye kabul edilmesi gerektiği yönünde Türkiye'nin üyeliğini destekleyenlerin en son ortaya attığı gerekçe, pek de ikna edici değil.

Böylesi bir teşvik hoş olabilir, ancak 1957 Roma Anlaşmasıyla başlatılan o muhteşem projenin odak noktası ne zamandan beri bu oldu?

Bugün tarafların nezaket ve iyi niyete ve aynı zamanda dürüstlüğe ihtiyacı var. Bu da, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmeyeceğini kabul etmekle başlıyor.

byegm

SON VİDEO HABER

Petrol kuyusundaki yangında itfaiye eri helallik istemiş

Haber Ara