Dolar

34,9460

Euro

36,7036

Altın

2.981,21

Bist

10.125,46

Türkiye tekrar yükselen bölgesel güç mü?

Aylık The Middle East dergisininde, Eamonn Gearon imzasıyla 'Türkiye tekrar yükselen bölgesel güç mü?' başlığıyla yayımlanan makalede şunlara yer verildi:

16 Yıl Önce Güncellendi

2010-08-04 15:53:00

Türkiye tekrar yükselen bölgesel güç mü?
-Türkiye, AB Üyeliğinin Peşinden Koşsa da Arap Olan ve Olmayan Komşularıyla da Ticaret Bağlarını Etkin Bir Şekilde Geliştiriyor.

Aynı Zamanda, İsrail ile Filistinliler Arasında Barışı Teşvik Ederek,Kendisini Bölgesel Bir Güce Dönüştürmek İstiyor.

Gazze'ye Yardım Taşıyan Filoya Yapılan Saldırı Işığında Eamonn Gearon,
Bu Olayın Türkiye'nin Bölgedeki Farklı Planlarına Etkisini İnceliyor-

Mayıs ayının sonunda Gazze'ye doğru yol alan Türk gemilerine İsrail ordusu tarafından yapılan saldırı, birisi aynı zamanda ABD vatandaşı olan dokuz Türk vatandaşının ölümüyle sonuçlandı. İsrail askerlerinin Özgürlük Filosu'nu hedef alan bu operasyonu, uluslararası sularda vuku buldu ve açıkça kontrolden çıktı.

Filo baskınının sonuçlarından biri, Türk turizm sektörünün önemli ölçüde etkilenmesiydi. Türkiye'de tatil için İsrailliler tarafından yapılan rezervasyonların yaklaşık yüzde 95'i haziran başından itibaren iptal edildi. Diğer taraftan, Dubai'deki Türk Başkonsolosu Emin Kaya'nın çevrimiçi ticaret dergisi Hotelier Middle East'e verdiği söyleşiye göre, Körfez Ülkeleri İş Birliği Konseyi (GCC) üyelerinin yaptırdığı turistik rezervasyonlar ise yükseldi.

Filo baskınından sadece iki gün sonra, GCC'den yapılan rezervasyonlar yüzde 20 oranında arttı. GCC ülkeleri kaynaklı rezervasyonların zaten giderek yükselmesine rağmen, bu ani artış, Türkiye'nin İsrail ile çatışmasına bir yanıt niteliği taşıyor. İsrail'den gelen rezervasyonların azalmasının Türk ekonomisini olumsuz yönde etkileyeceği yönündeki korkuları Kaya, şu sözleriyle bertaraf ediyor: "İsrailli turistler, Türkiye'de kişi başına yaklaşık 600–650 dolar harcarken, GCC'liler kişi başına 2000–2400 dolar harcıyorlar. GCC'lilerin harcamaları, İsraillilerin tam dört katına tekabül ediyor. Bu artan harcama oranı sayesinde, turizm gelirindeki düşüşü sıfıra indirip, bir de kazanca geçiyoruz."

AB Üyeliği mi?

Bir ekonominin en istikrarsız gelir kaynağı olan turistlerin dolarlarından daha önemli olan bir konu var ki o da Türkiye'nin uzun zamandır hayalini kurduğu AB üyeliği. Türkiye topraklarının sadece yüzde 3'ü Avrupa kıtasında olsa da ülkenin AB üyeliğine karşı özellikle Fransa ve Almanya'nın yaptığı ses getiren muhalefet, coğrafyadan ziyade kültürle ilgili.

Çok sayıda AB ulusal hükûmeti ve birçok Avrupa vatandaşı, Türkiye'nin ezici bir Müslüman çoğunluğa sahip olması ve dolayısıyla temelde yeterince "Avrupalı" olmadığı gerekçesiyle Türkiye'nin AB'ye katılmasına güçlü bir şekilde muhalefet ediyor.

Batı tarafından görünürde reddedilen Türkiye'nin komşularıyla son zamanda imzaladığı ticaret anlaşmaları bazı gözlemcilerde, ülkenin Doğu'ya kaydığı endişelerini yaratıyor. Haziran ayında, Ankara'da toplanan Türk-Arap Forumu sırasında Türkiye; Suriye, Lübnan ve Ürdün ile serbest ticaret anlaşması imzaladı. Anlaşma şartlarına göre, bu dört ülke aralarındaki her türlü ticaret ve vize kısıtlamalarını kaldıracaklar. Türkiye için bu, Fas'tan Sudan'a kadar uzanacak daha büyük ve bölgesel bir serbest ticaret alanı yaratmak için atılan ilk adım. Bu yeni anlaşma, Türkiye'nin AB üyeliği hedefinden vazgeçtiği anlamına mı geliyor?

Ankara'ya göre bu sorunun cevabı kesinlikle hayır. Temmuz ayında Londra'yı ziyaretinde, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ülkenin dış politikasında en önemli hedefin AB üyeliği olduğunu ısrarla vurguladı. İngiliz mevkidaşı William Hague ile Londra'da görüşen Davutoğlu, AB üyeliğinin Türkiye'nin "öncelikli ve en stratejik hedefi" olduğu belirtti ve ülkesinin Avrupa ile tam anlamda bütünleşmek için yoğun çaba harcadığını sözlerine ekledi.

Türkiye'nin AB'ye katılım müzakereleri, 2005 yılında başlamasına rağmen, pek bir gelişme kaydedilemedi. AB içerisinde, Türkiye'nin üyeliğine muhalefet sadece Fransa ve Almanya'da değil, birkaç ülkede devam ediyor ve bunun temelinde yalnızca Müslümanlık sorunu yatmıyor. Ayrıca, Davutoğlu'nun da kabul ettiği gibi, Kıbrıs meselesine bir çözüm bulununcaya kadar bu güçlü muhalefet devam edecek. Türkiye, bu Akdeniz adasını 1974 yılında işgal etti ve ülkenin kuzey kesiminde askerî varlığını sürdürüyor. Uluslararası kınama ile işgalin yasa dışı olduğunu ve Türk askerlerinin Ada'dan tamamen çekilmesini talep eden BM Güvenlik Konseyi kararlarına rağmen Kıbrıs'ın kuzeyinde işgal devam ediyor.

Türkiye'nin Anlaşmaları

AB üyeleri ve ABD'yi rahatsız eden başka bir konu ise yakın zamanda Türkiye'nin, Brezilya ile birlikte, Tahran'da tıbbi izotoplara münhasır bir araştırma reaktörünün kurulması şartıyla İran'ın nükleer geliştirme programı konusunda nükleer yakıt takasını öngören bir anlaşmaya varma gayretleriydi. Türkiye ayrıca BM Güvenlik Konseyinde İran'a yönelik yeni yaptırımlara, NATO üyeleri ve katılmak istediği AB ülkelerine karşı açıkça muhalefet ederek, "ret" oyu verdi.

İran'daki rejime sempati veya iş yapmak için heves göstermek, Batı'daki birçok kişiye siyasi intihar olarak görünebilir. Ancak stratejik anlamda Türkiye'nin, AB'nin temsil ettiği Batı tarafından dışlandığı ve İsrail tarafından hırpalandığı sürece, kendisine daha sıcak bir şekilde davranacak müttefikler bulmak için başka yerlere yönelmesi, mantıklı görünüyor.

Belki de Türkiye'nin oynayacağı en önemli diplomatik rol, Doğu'daki Arap komşularıyla ilgili olacak. "Komşularla sıfır sorun" dış politikasını izlerken Türkiye, sadece komşularının değil, bütün olarak Arap dünyasının da güvenini kazanmış oldu. ABD'nin bir zamanlar Arap-İsrail ilişkilerinde oynadığı dürüst ara bulucu rolünü dolduran Türkiye, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun sözlerine göre, Filistin meselesi ve diğer dış politika meseleleri konusunda "yumuşak diplomasi" politikasını izlemeye devam ediyor ve komşularıyla "kültürel bütünleşme" yolunda ilerliyor.

Tahmin edilebileceği gibi, yakın zamandaki olaylar, İsrail-Türk ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi ancak bu durum uzun sürmeyecektir. İki ülke, şu anki diplomatik zorlukların üstesinden gelecek kadar, çok uzun zamandır birbirlerine yakın oldular. Türkiye'nin 1949 yılında İsrail Devleti'ni tanıyan ilk Müslüman ülke olduğunu da unutmamalıyız. Uzun vadede, iki ülke de Türkiye'nin, İsraillileri ve Filistinlileri müzakere masasına oturtmak konusunda oynayabileceği ve büyük ihtimalle de oynayacağı önemli rolün farkında.

Türkiye ve Arap Dünyası

Hem İsrail hem de Arap ülkelerinin, ayrıca AB ve ABD'nin de bir şekilde güvendiği demokratik, Arap olmayan ve Müslüman bir ülkenin hizmetlerinden yararlanılması, Türkiye'yi benzeri olmayan bir konuma getiriyor. Konumdan bahsederken, Türkiye'nin Avrupa'yı ve Asya'yı birleştiren Orta Doğu'nun yanındaki jeostratejik konumu da daha uzaktaki ülkelere kıyasla, Ankara'nın Arap-İsrail sorununa uygun bir çözüm bulma arzusunu daha samimi ve inandırıcı kılıyor.

İsrail ile yan yana olmak, Suriye, İran ve Irak ile sınır paylaşmak ve filo olayından önce bu dört ülkenin hepsiyle aynı anda olumlu ilişkiler yürütebilmek herkesin imza atabileceği bir başarı değil. Türk liderlerinin bölgesel barış hakkında, en samimi Washington yetkililerinden daha deneyimli ve daha bilgili oldukları rahatça söylenebilir. (ABD'nin bölgede ne kadar samimi olduğu konusu ise başka bir yazının konusu olabilir.)

Amerika'nın İsrailliler ile Filistinliler arasında barış sağlamaya yönelik son çabaları pek verimli olmadı. Bu yüzden Washington'ın, Türkiye'nin bölgesel ara bulucu rolünü tamamen desteklemesi lazım. İsrail hükûmeti, Özgürlük Filosu'na yapılan baskından sonra aldığı olumsuz tepkileri beğenmeyebilir ancak Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın itibarının, kendi yaptıklarının sonucu olarak yükseldiğini de kabul etmesi gerekir.

Belki de bu olaylar zincirinin en önemli ve öngörülmeyen sonucu, Türkiye'nin ve Türk Başbakanının şimdi Arap dünyasının, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'a uzun zamandır verilen desteği bile geçerek, en itibarlı kahramanları arasında yer bulmaları oldu.

Şimdilik ve "şimdi"nin asla uzun sürmediğinin bilincinde olarak, İsrail sorununda özellikle Hizbullah gibileri destekleyen İran'ın önemi planlanmamış bir şekilde gölgede kaldı.

Hizbullah ile herhangi bir şekilde (doğrudan) görüşmeyi reddeden ABD ve İsrail'in belki de Türkiye'yi öne çıkarma fırsatını kullanıp, bölgesel barış gönüllüsünü, dürüst ara bulucu rolüne zorlamaları gerekir.

BYEGM

SON VİDEO HABER

Suriyeliler teröristleri taşlayarak kovdu

Haber Ara